Bazı meclislere girdiğimde ve bazı kişilerin Risale-i Nur’un hangi bahsine daha ziyade nazar ettiğini gördüğümde, hayret-hüzün karışımı bir duygu hali çöker üzerime. Risale-i Nur’un koca koca meselelerini keşfedecek müdakkik nazarlar beklerken, Risale metninin merkezinde olmayan kimi bahislere yoğunlaşmıştır kimileri. Risale-i Nur’un ‘kök’ kısımlarından esirgenmiş emek ve zaman, o bahislere akıtılmaktadır kimilerince.
Ve bu yoğunlaşmada, genellikle, bir ‘bâtınîlik,’ bir ‘gizli ilim’ boyutu vardır. İstikbale dair kimi haberler, neredeyse hurufîlik boyutuna varan kimi çıkarımlar, Risale metnindeki kimi kelimeler üzerine neredeyse hurufîlik düzeyine varan aşırı yüklenmeler, vs…
“Yirmisekizinci Mektub”un “Birinci Mesele”sinde yorumlanan bir rüya da, işte böylesi bahisler arasındadır. Bu “mesele,” yorumu yapılmak üzere Bediüzzaman’a aktarılan bir rüya üzerinedir ve cevaben yazdığı bu risalede Bediüzzaman, evvelemirde Risale mesleğinin ‘rüya-merkezli olmadığı’ dersini vermektedir: “Evet kardeşim, senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız. Hayâlâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden…”
Bu kaydı düşerek söze giren Bediüzzaman, ‘altı nükte-i hakikat’ten sonra, ‘yedinci’ ve son bahiste rüyanın yorumuna girer. Bu nüktelerin ilkinde, sûre-i Yûsuf’a atıfla, rüyada da bir hakikat olduğu bildirilir. İkincide, “Rüyaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller” kaydını düşer ve sebebini açıklar Bediüzzaman. Üçüncüde, “Rüyanın nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü olduğu”na dair hadis sözkonusu edilir. Dördüncüde, rüyanın üç kısım olduğu ve ancak üçüncü kısım olan ‘rüya-yı sadıka’nın yorumlanmayı hakettiği irdelenir. Beşincide ‘rüya-ı sâdıka’-‘hiss-i kablelvuku’ irtibatı açıklanır. ‘Altıncısı ve en mühimmi’nde, ya aynen veya mânâsı itibarıyla gerçekleşen sâdık rüyaların kader-i ilâhî’nin herşeyi kuşattığının bir hücceti olduğu vurgulanır. Ve en son olarak ‘yedinci’de anlatılan rüyanın yorumuna geçilir.
İlgili rüyanın ne olduğu bu risalede anlatılmaz, ama yorumlanan imgelerden rüyanın mahiyeti anahatlarıyla tasavvur edilebilir. Bu imgelere dair yorumlarda, manidar tesbitlerde bulunur Bediüzzaman. Meselâ, “O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyettir” der. “Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir” yorumunda bulunur. Yorum, bunun gibi son derece kritik noktalara dikkat çekmekle birlikte, bu rüyanın ‘hal ve zamanın bid’atlar bataklığı’ vurgusu, ‘herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkma’ vurgusu, bu bahis dillerinde dolaşan nicelerinin dikkatini çekmemiş gibidir.
Çünkü, varsa yoksa, rüyadaki ‘sarıklı genç’edir dikkatler: Bu ‘sarıklı genç,’ kim olabilir?
İşte burada, mürşidine müfritâne muhabbet, meşrep taassubu, cemaat enaniyeti beraberce devreye girer; ve herkes o ‘sarıklı genç’ten kasdın kendi cemaatinin kurucusu veya önderi olduğunu düşünür; oradan da seninki-benimki münakaşası başlar.
Her hâlükârda, koskoca Risale mesleğinin geleceği, bir rüyaya ve o rüyadaki ‘sarıklı küçük genç bir zât’a ipoteklenmiştir. ‘Sarıklı küçük genç bir zât’ın kim olduğu konusunda yorumlar muhteliftir, ama bu noktada ihtilafa düşenler daha en başta söylenen ‘hayâlâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek tahkik mesleğine tam uygun gelmediği’ sırrından yahut “Rüyaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller” vurgusundan gaflet etmekte ittifak halindedir.
Değişik zeminlerde bu ‘sarıklı genç’ muhabbeti karşıma çıkmasa, inanın, “Yirmisekizinci Mektub”un “birinci risale”sindeki bu ‘sarıklı genç’ kısmını asla farkedemezdim. Aklım, ilgili bahsin ilk iki sayfasındaki vurguda yoğunlaştığı içindir bu.
Ama sık sık karşıma çıkan “Bu sarıklı genç sizce kimdir?” soruları yüzünden farkettiğim; ve ilgili bahsin önceki ‘altı nükte’deki ölçüleri hatırda tutarak okunması gerektiğini gördüğüm yedinci kısımdaki ‘sarıklı genç’ cümlesinin anlaşılageldiği şekilde anlaşılmasına hep hayret etmişimdir.
Hayret etmişimdir; çünkü Risale-i Nur’un genelinde Bediüzzaman hep ‘şahs-ı manevî’ dersini verdiği halde, gözler ve kalbler hâlâ daha bir ‘şahs-ı maddî’ye kilitlenmiş haldedir.
Hüzün de duymuşumdur; çünkü Risale-i Nur’un genelinde Bediüzzaman hep ‘tahkik’ten söz edip ilgili bahiste de ‘mahz-ı hakikat dersi’ ve ‘tahkik mesleği’ vurgusu yaptığı halde, ‘istikbale dair bir bâtınî işaret’ çıkarma gayreti bu vurguların tesirini zayi etmektedir.
Halbuki, Bediüzzaman, ahir zamana dair hadislerde haber verilen Mehdi, İsa (a.s.), Deccal, Süfyan gibi şahısları dahi, birer ete kemiğe bürünmüş şahıstan ziyade bir ‘şahs-ı manevî’ olarak yorumlama eğilimindedir. “Beşinci Şua”nın mukaddime kısmı, özellikle de “eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradî galib bulunduğundan, cemaatin sıfat-ı azimesi ve büyük harekatı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle” kabilinden kayıtlar, bunun bir göstergesidir.
Yine Bediüzzaman, Mesnevî-i Nûriye’ye de alınmış bulunan bir bahiste, eskiden bir şahsın deruhte edebildiği ‘hilâfet’ mânâsını bugun ‘bir şahs-ı manevî’nin ancak temsil edebileceğini, Millet Meclisinin ‘halifelik’ ünvanını uhdesine almasına bu nazarla bakılması icab ettiğini belirtmektedir.
Aynı muhteva, Muhakemat’ta bir ‘meclis-i mebusan-ı ilmî’ ifadesiyle, Sünuhat’ta “bir şûra-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî” ifadesiyle, Münazarat’ta “Şimdi hâkim şahıs değil, efkâr-ı âmme olduğu için, onun nev’inden şahs-ı manevî bir fetva emini ister” cümlesiyle çıkar karşımıza.
İşârâtü’l-İ’caz’da ise Bediüzzaman, her zaman için, bilhassa şu ahir zaman şartlarında Kur’ân’ın ince mânâlarının tesbitine bir şahsın yetmeyeceğini, bu şartların ancak “yüksek ve azim bir heyet”te, “dahi bir şahs-ı manevî”de bulunabileceğini vurgular ve “Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir” der.
Öte yandan, onun Risale-i Nur hizmetini de ‘şahsına mal etmek’ten ısrarla kaçındığı, “Said de bir talebedir” diyerek “Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi”ne vurguda bulunduğu, lâhikalarını okuyan hiç kimsenin gözardı edemeyeceği kadar aşikâr bir vâkıadır.
‘Şahs-ı manevî’ eksenli bir bakışa ve duruşa bu derece güçlü bir şekilde sahip, çok farklı açılardan bu ısrarını açıkça gösteren bir Üstadın kayıtlar düştükten sonra yaptığı bir rüya yorumundan falan veya filan isme ‘istikbalin önderi’ payesi biçilebilmesi, bu yüzden hayret ve hüzne sevkeder işte beni.
“Sarıklı genç” bahsine dair bu kadar gıll ü gîş, benim nazarımda, bir turnusol gibidir. Ehl-i Risale’nin, Risale-i Nur’un özünü, aslını ve usulünü anlamanın neresinde olduğu, ‘sarıklı genç’ tartışmalarıyla görülebilmektedir.
Bu kadar sözden sonra, Bediüzzaman’ın bu ‘sarıklı genç’ o yorumuna dair bir yorum da biz yapalım.
Ama bir sonraki yazıda…