Bismillahirrahmanirrahim
Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?”
Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz’ eder.
“İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
“Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir.
“Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
“Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese “Öl,” diğeri diyecek “Diril.” Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder.
“Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”
Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. (Tarihçe-i Hayat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âkılâne : tutarlı, mantıklı, akıllı adama yakışır surette
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
bâki kalma : devam etme, kalıcı olma
bedel : karşılık
bizzarure : kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
cereyan : akım, hareket
cidal : mücadele, kavga
cumhur : halk, çoğunluk
düstur-u teavün : yardımlaşma ve işbirliği prensibi, kanunu
ekseriyet : çoğunluk
emare : belirti, işaret
fetva : bir hususta görüş, fikir, karar ve hükmü bildirme, açıklama
garp : batı
hâdim : hizmetçi
hevâ : nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular
hevesat-ı süfliye : nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici olan aşağılık, alçak arzular
hissiyat-ı ulviye : yüksek hisler, yüce duygular
husumet : düşmanlık
hüdâ : hidayet, doğru yol olan hak din, İslâmiyet
ihtilâf : farklılık, uyuşmazlık
iktiza etmek : gerektirmek
inkılâb : değişim, dönüşüm
inkişaf : gelişme, ilerleme
insaniyet : insanlık
istihale : dönüşüme uğrama, bir hâlden başka bir hâle geçme
istikbal : gelecek
istilâ : işgal, kaplama, kuşatma
istilzam etmek : gerektirmek
istinatsız : dayanıksız, güvensiz
ittihad : birlik, birleşme
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
lâkayd : kayıtsız, ilgisiz, duyarsız
mâruz kalmak : uğramak, tesirinde kalmak
mazlum : haksızlığa uğramış, masum
menfaat : fayda, yarar
muarız kalmak : karşı gelmek, muhalif kalmak
mukaddeme : başlangıç
musibet : belâ, büyük sıkıntı
musibet-i âmme : genel felâket, geneli içine alan felâket
müessir : tesirli, etkili
mükâfat : ödül
nefs : insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden duygu
ruhen : ruhî bakımdan
sada : ses
şark husumeti : doğu düşmanlığı
şe’n : bir şeyin gereği; durum, özellik
tahdit etmek : sınırlandırmak
tasdik : doğrulama, onama
tedennî : alçalma, gerileme
tekâmül : olgunlaşma, mükemmelleşme
terakkî : yükselme, ilerleme
terettüp etmek : sonuç olarak ortaya çıkmak, neticelenmek
tesanüt : dayanışma
teshil : kolaylaştırma
tezahür etmek : görünmek, ortaya çıkmak
uhuvvet : kardeşlik
ümitvar : ümitli
zaaf : zayıflık, güçsüzlük
zâil olmak : geçip gitmek, yok olmak