Zaman zaman radyodan işittiğim, dikkatimi çeken türkülerden biridir: “Aynalı körük olmazsa, ben gelin gitmem./Ud-kemânî çalmazsa, aynalı körüğe de binmem.” Yöresini, çağını ve kimden derlendiğini bilmediğim bu türküde, anladığım kadarıyla, gelin edilecek bir genç kız, nâz makāmında, aynalı körük dediği (fayton olmalı) araç olmazsa gelin gitmeyeceğini, üstelik adını verdiği çalgılar refâkat etmezse arabaya da binmeyeceğini belirtmekte… Dîğer mısra’ları pek aklımda kalmamış, ama, insanımızın duygu ve isteklerini; hele böyle bir önemli zamanda, işin nasıl yokuşa sürüldüğünü anlatmak bakımından ilgi çekici.
Bu düğün türküsüne nereden mi geldim? Siyâset âleminin nazlı gelini gibi her şeye bir bahâne bulup, istediğim olmazsa, istediğinizi aslâ yapmam, diyen ana muhâlefet liderinin, demokratikleşme hareketi konusunda hükûmetten gelen görüşme talebine verdiği son cevaptan… “Kameralar olmazsa seninle görüşmem.”, “Çekilen kayıtların biri bana, biri sana olmazsa ağzımı açmam.” gibi, âşık usandıran, sonu gelmez istekler… Halk arasında buna, ipe un sermek denir. Demek ki, iktidâr partisi ve onun kurduğu hükûmet, ana muhâlefete kayıtsız – şartsız teslim olmadıktan sonra, hiçbir konuda, hiçbir iş görmek mümkün olmayacak. Yalnızca ana muhâlefete teslim olmak da yetmez. Zîrâ başkaları da var.
Çok bilimsel (!) bir tasnif yapacak olursak, muhâlefet hareketi ikiye ayrılır: 1) Ana muhâlefet, 2) Baba muhâlefet. Bunlar da kendi içlerinde şöylece gruplanabilirler: 1) Öz ana muhâlefet, 2) Öz baba muhâlefet. Devamla: 1) Öz be öz ana muhâlefet, 2) Öz be öz baba muhâlefet. Anlaşılacağı üzere: 1) En daha öz be öz ana muhâlefet, 2) En daha öz be öz baba muhâlefet. Uzatmayalım, bunlar da “hakîkî”, “en hakîkî”, “daha daha hakîkî” gibi alt dallara ayrılarak ilâ nihâye gider de gider…
Başka bir bilimsel sınıflandırmaya göre ülkemizde icrâ-yı faâliyet gösteren: güdümlü muhâlefet, kıdemli muhâlefet, erdemli muhâlefet, külahlı muhâlefet, silahlı muhâlefet gibi düzinelercesini saymak mümkün…
Siyâsiler seçim zamanları çeşitli müzik parçaları ile propaganda yaparlar ya; acabâ, diyorum, aralarındaki mes’eleleri çözmek konusunda da şarkılara, türkülere başvursalardı, nasıl olurdu? Meselâ, iktidâr : “ Gönül kapım açıktır,/Çalmadan gir içeri.”yi duyduğunda,” Tamam randevu talebine uygun cevap geldi.” mi der? ”İstemem, istemem, gelme istemeeem!” feryâdını duyunca, “Eyvâh, boşa gitti çabalar.” diye hayıflanır mı?
Çocukların tekerlemeleri de fenâ olmaz: “Aç kapıyı bezirgân başı”, “Komşu komşu hû!” diye nağme ile söylense bir netîce verir mi acabâ?
Tabiî, şarkının, türkünün hepsinin nabzına göre söyleneceği de îzahtan vârestedir. Meselâ:
Baba muhâlefete “Dağda da davar güderim./Önderime selâm ederim.” türküsü okunursa, cevap olarak “Çanakkale içinde aynalı çarşı./Anne ben gidiyorum düşmana karşı.”yı alır. Sonra “Ceddin, deden, neslin, baban;/Pek şanlıdır, pek kahraman.” marşına başlanır.
Güdümlü muhâlefet ise “Sabâ tarfı vefâdan peyâm yok mu?/O yâr-i bîvefâdan selâm yok mu?”yu sever. Ona bir adadan karşılık “Unut, sevme beni,/Bu aşkın sonu,/Ne yazık ki hicrân,/Gözyaşı dolu.” olur. Arkasından “Dağlar dağımdır benim./Gam ortağımdır benim./Söyletme çok ağlarım./Yaman çağımdır benim.” Ve son olarak da “Dağdan indim düze ben,/Diken oldum göze ben./Dar yerin geniş olsun,/Daha gelmem size ben.”
Kıdemli muhâlefet “Saymadım kaç yıl oldu ben bu derde düşeli.” Ve “Ellerim böyle boş mu kalacaktı?/Gözümde böyle yaş mı olacaktı?/Aramızda sıra dağlar mı olacaktı?”
Erdemli muhâlefet “Kıskanırım seni ben,/Kıskanırım kalbimden./Bu nasıl aşk Allahım?/Öleceğim derdimden.”
Külahlı muhâlefet “Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim?”
Silahlı muhâlefet “Saymadım, kaç yıl oldu;/Sen ellerin olalı./Bilmem yüzümün güldüğünü,/Ayrıldık ayrılalı”
ve arkasından bütün kuvvetiyle “Bir gece ansızın gelebilirim.”