Cumhuriyet gazetesi Türk basınının duayenlerinden bir gazete. Zaman içinde değişmeyen bir perspektifle, siyasi ve fikri baskının bütün hürriyetleri bağladığı bir dönemin mantığı ile hala gelişmekte olan Türkiye’nin düşünce ufkunu karalayan bir bakış açısıyla düşünen Işık Kansu gibi yazarlara yazarlık imkan tanımaktadır. Demokrasi hürriyetlerin, özellikle eleştiri hürriyetinin olduğu bir rejimdir. Ama nedense bizim elde ettiğimiz sözde demokraside eleştiri hürriyeti yoktur. Bu ülkede yüz elli yıllık değişim döneminde eleştiri olmamıştır. Çünkü iktidarı elinde tutanlar eleştiri imkanlarını ve eleştirmenleri susturmuşlardır.
Türkiye son yıllarda demokrasinin ve fikir hürriyetin doğal neticesi olarak hürriyetlerin tartışıldığı bir döneme girmiştir. Bir zamanlar toplumun dini hissiyatını elde tutan yüzyılların kurumları baskı altında tutulmuş onlar da faaliyetlerini yine aynı hızla perde arkasına çekmişler ve varlıklarını devam ettirmişlerdir. Ezanın yasaklandığı, Türk ve Osmanlı kültürünün tamamen dağıtıldığı, Türkleri Avrupa ortalarına Asya’ya ve Afrika’ya götüren ruh katledilmiş. Ruhun elindeki bütün cesaret ve şecaat bağlantıları alınmış. Dedeleri elli yıl savaşmış bir ülkenin çocukları gayri Türk ve müslim okullarda din aleyhtarı yetiştirilmiş. Dindar olarak evlerinden ayrılan çocuklar evlerine din düşmanı ve ateist olarak dönmüştür. Ben bunların bazı örneklerini lise yıllarımda gördüm. Bütün davası öğrencinin dini hislerini tahrip ve Marksist yapmak olan öğretmenciklerin geliş yerleri köy enstitüleriydi.
Bediüzzaman, yüz yıla yakın hürriyetini elde etmek için birçok cephede savaşan bu milletin çocuklarının dinden kopuk hatta dine saldırgan yetiştirilmesini düşünmüş; ”Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem“ demiş. Kur’an’ın tahrip edilmesi gayretine karşı, Kur’an’ı savunmak için eserler vermiştir. Cumhuriyet Ankara’da kurumsallaşırken Bediüzzaman da o cumhuriyetin boş olan manevi bataryalarını doldurmak için Barla’da hayatının gayesi olan eserleri yazmaktaydı.
Barla, Ankara’nın alternatifi olarak kaderin remzi ile yerini almıştır. Bugün Barla, Ankara olmanın yolundadır.
Fransız ansiklopedistleri yeni bir dünya görüşü kurarken İncil’e dokunmadılar. Büyük Fransız yazarları Proust, Hugo gibi adamlar İncilin yeni bir dünya görüşünü eserlerinde anlattılar. Bu bizim cumhuriyetten habersiz cumhuriyetçilerimiz neden onları örnek almaz da hala hiçbir rejim iması hissettirmeyen Bediüzzaman’ın eserleri ve şahsı ile uğraşırlar?
Bediüzzaman eğer Kürtçülük yapsa idi, İstanbul’a geldiği 1907’de -ki o zamanlar Osmanlı ve civardaki ülkeler nekahet dönemlerini yaşıyorlardı- padişaha okul isteği ile gelmezdi. O tarihlerde İstanbul’a okul düşüncesi ile gelen bir başkası var mı? İstanbul’a geleceğine Suriye, Irak, İran, Türkiye Kürtlerini örgütler, Osmanlının hasta adam olmanın ötesinde can çekiştiği bir dönemde bu dört ülkenin Kürtlerini organize ederek bir Kürt devleti kurabilirdi. Etkili idi. Devlet eli ile kırk aşiret reisine milli mücadelenin aleyhine olmamaları için telgraf çekti.
Ben Diyarbakır’dayken bir taziyede dedesine Bediüzzaman’dan gelen telgraf olduğunu söyleyen bir aşiret reisi torunu gördüm. Eli ayağı öpülecek bir büyük adama bühtan etmeyin.
Sayın Kansu, kulaklarını aç da dinle! İçinde bir zerre kadar ihanet hissi olmayan bu büyük adam böyle hülyalara düşmedi. Çünkü o Nebevi (asm) bir misyonun sahibi idi. Nebevi (asm) misyon nedir? Bunu Türkiye’de ne Kürtçüler ne Türkçüler ne de solcular anlamadı ne de radikal Müslümanlar. Sabah namaza başlayan öğlenden sonra rejimi tartışmaya başladı. Bediüzzaman devletle bir kavgası olmayan adamdı. Atatürk ile de bir resmi tartışması yok namaz dışında. Onun davası namazın davası idi devletin başındaki adama da namazı anlatıyordu.
Atatürk, Bediüzzaman’ın onun ne olduğunu iyi biliyordu. Mustafa Sabri, Refik Halit Karay, Cenap Şahabettin milli mücadelenin aleyhine idiler. Yüz elliliklerle Sabri Efendi ve Refik Halit sürüldü. Sonra Atatürk, Refik Halit’i affetti ve ülkeye döndü. Bediüzzaman’ı yüz elliliklerle sürmek çok mu zordu. Çünkü Atatürk de biliyordu ki Bediüzzaman farklı bir insandı. Çünkü Bediüzzaman, İstanbul’da İngiliz işgaline karşı yazmış olduğu eseri yüzünden takibat altına alınmış, sürülmesi düşünülmüş ama başarılamamıştı.
Süleyman Nazif Kara “Bir Gün” yazısı yüzünden Malta’ya sürgün edilmişti. İstanbul işgal altındayken Mehmet Akif ve Halide Edip Ankara’ya çağrıldılar. Onlar da Özbekler Tekkesinde saklanarak Ankara’ya kaçtılar. Fikirlerinden istifade için Bediüzzaman’ı Ankara’ya çağırdılar. Fakat o “ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum“ dedi. İki üç telgraftan sonra Ankara’ya gitti. Hoşamedi ile karşılandı, mecliste konuşma yaptı, dua etti. Sayın Kansu, neden bunları okumuyorsun?
Türk edebiyat tarihini bilen, Bediüzzaman’ın ne kadar üdebamızın çok ötesinde bir kahraman olduğunu bilir. Ama en müstehcen romanları müfredata sokar Bediüzzaman’ı görmez. Sizin iradenizle onu sınıfa sokacağınız yok. Ne zaman ki okullar karışacak o zaman zorunlu alacaksınız. Peki bu arada kaynayıp giden nesiller ne olacak? Bu millet, okullarda okutulan Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ından, Aşk-ı Memnu’sundan ne fayda gördü? Ancak Bediüzzaman’ın romanı Haşir ve Ayetül Kübra yok.
Siz bütün Osmanlının klasiklerini ve fikirleri gömerken Avrupadan meded umup klasikleri çevirdiniz. Git bak kütüphanelere o klasiklerin kapağı bile açılmamış. Ama Ayet’ül Kübra bir fantastik roman, bütün dünyada okunuyor. Seri katil Atalay Filiz gibi insanlar manadan mahrum bırakılıp katl müptelası olurken Bediüzzaman’la uğraşmayın. Adam porno müptelası imiş. İnternet gazetelerine bakın bir sürü müstehcen resimler ve haberlerle dolu. Zehiri ek, zehirle sonra zehirlenenleri yakala. Zehirleyenleri değil. Bu ülkenin ahlak zabıtası nerede?
İsmet özel ve Işık Kansu… İnsan araştırmacı gazeteci olur, ondan sonra yazar. Yüz yıldır aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsunuz.
Bediüzzaman, İstanbul’a gitmiş Kürt Teali Cemiyetinde bulunmuş. Ne demek teali? Yükseltmek demek. Bir milleti kültür olarak yükseltmekte ne var? Bir makale yazmış. Bir Türke ne diyorsa bir Kürde de onu söylemiş.
Osmanlı’yı cumhuriyetin çarpık ideolojik yorumları ile yargılama. Osmanlı döneminde insanlar anılırken Kürt Hasan, Kürt Mehmet, Kürt hoca denmiş. O zaman sorun yok. O gün sakıncası olmayan bir şeyi cumhuriyetten sonraki mantıkla yargılama. Tarihte esastır. Her devir kendi mantığı ile felsefesi ile yargılanır. Yani okumak, düşünmek, yorumlamak, cehaletten kurtulmak. O dönemde Genç kalemler, Türk Töresi, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Türkçülüğün Esasları gibi eserler de var. Yüz yıldır Türkçülük yapıyoruz, ülke nereye gidiyor bilen var mı?
Bütün hayatı Osmanlı ve Anadolu halkları için çalışmakla geçmiş, Osmanlıyı kurtarmak için Teşkilat-ı Mahsusacı Eşref Kuşçubaşı ile çalışmış, denizaltılarla Kuzey Afrika’ya gitmiş, Osmanlıyı kurtarmak için müstakil bir Kürt devletine her zaman karşı çıkmış. Yani bu insanı bu kadar tarihi realiteler varken Kürtçülükten, ihanetten bir kerecik başına bir şey gelmemiş bir insanı cenaze marşı gibi hep aynı notalarla anmanın ne anlamı var?
Sayın Kansu, yazdığın her şey hayal mahsülü, asılsız şeyler. Lütfen bir parça araştırmacı gazetecilik yap olayları saptırma, dejenere etme.
Ceyhun Atıf Kansu, Nafi Atıf Kansu‘nun neslindensen. Yakup Kadri’nin Ankara romanında idealist bir Selma Hanım var, menfaat düşünmez, inkılabın yerleşmesi için çalışır. Ceyhun Atıf; ”Türk inkılabının bir Selma’sı olmadı, hepsi gece toplantılarında dekolte giyinen, elini sıcağa soğuğa vurmaz insanlar var” deyip Türk inkılabının sefaletini ve nesilsizliğini eleştirir.
Panorama romanının kahramanı Ahmet Ramiz, Atatürk’ün resmi altında geri döner ve “kalk bak emanetini ne hale getirdik” der. O zaman CHP’nin nasıl bir takım menfaat şebekelerinin eline geçtiğini anlatır. Yakup Kadri, Atatürk’ün çizgisinden çıkmış diye CHP’den istifa eder.
Bediüzzaman, “Ben cumhuriyetçiyim“ diyor. Daha sen, ben, dedelerimiz doğmadan Siirt’te çorbanın tanelerini karıncalara verir ve onların cumhuriyetçi olduğunu söyler. Dört Halifenin cumhuriyetçi olduğunu söyler.
Siz böyle bir adamı adı geçince ayağı kalkıp anmalısınız. Merhum Sultan Abdülhamid Bediüzzaman’ı anlasaydı bugün Türkiye başka olurdu. Atatürk Sakarya savaşından sonra Bediüzzaman’ı dinleseydi yine Türkiye böyle olmazdı. Şimdikiler dinlemeleri gerekir sizinle beraber. Yoksa bade harabil basra… Hasta ölmek üzere iken MedresetüzZehra projesi ekmek kadar, su kadar mübrem. Sayın Kansu, sen saygın ideolojinle git orayı kurtar! Öyle ya “Başkasına itimad etmeyen nefsiyle teşebbüs eder” diyor Bediüzzaman. Türkiye’de bütün doktorlar çaresiz, bütün reçetelerin vakti geçti cancağızım.
Aklı başında her insan Bediüzzaman’ı Türkiye’nin ve dünyanın geleceği için savunur. Bir bak, onun rahlesinde onu anlayan ne kadar çok aklı başında Türk var. Ama Hitler’in Kavgam isimli paçavrası ile insan ancak zulümden, darptan başka anlaşma aracı bilemez, yüz yıldır bu böyle.
Mehmet Akif, Arnavutlar başkaldırırken “kalk baba kabrinden kalk” diye memleketinin haline ağlar. Babası Fatih Dersiamı Temiz Tahir Efendi’yi ızdırabına ortak etmek ister. Namık Kemal, Tepebaşında Rum şarkıları söylenmesine üzülür, bir kalkıp gelip de baksalar bizim alıştığımız şu hale bakıp ne derlerdi.
Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Bu sahip kelimesinin içini dolduralım, buna en yakın Bediüzzaman’dır. “Milyonlarca başın feda olduğu bir hakikate bin başım olsa feda olsun“ diyor. İşte bir tarih felsefesi. Bir kaç tarih kitabı okusan bu söze denk gelmez.