Din bir değerler bütünüdür. İnsana inanca dayalı bir hayat felsefesi ve ona göre de bir yaşama kültürü verir. Bunun sonucu olarak insanın dünyayı algılama ve anlamlandırma şekli, ahlak ve estetik anlayışı ortaya çıkar. Bu da insanı ve insanlardan oluşan toplumu şekillendirir.
Her dinin kendine has ahlak, estetik ve varlığı anlayış biçimi vardır. Sosyo-kültürel hayatta da bunun izleri açıkça görülmektedir. Bu da kendisini semboller, kurallar ve kavramlarla kendisini belli eder. Yahudilikte iç-içe girmiş üçgen şeklinde Hz. Süleyman’ın (as) mührü, Hıristiyanlıkta haça gerilmiş İsa (as) motifi ve İslamiyet’te tevhidi sembolize eden hilal bu sembollerin en belirgin olanlarındandır. Ancak bunlar dinin en belirgin özelliklerini yansıtmaz, ancak zamanla insanlar tarafından benimsenerek sembolik hale getirilmişlerdir.
Dinin asıl belirgin sembolleri ibadet ve ibadete vasıta ve vesile olan, Allah’ın emri olarak yapıla gelen hususlardadır. Bunlara İslam dininde, Kur’ân-ı Kerimin ifadesi ile “Şeâir” adı verilmektedir. Namaz ibadetinin cemaatle icra edildiği Camiler ve insanları camiye ve ibadete çağırmak için ezanın okunduğu minareler dinin sembolleri olup “şeâir” tabir edilen vazgeçilmez özelliklerindendir. Aynı şekilde Allah’ın emrini yansıtan ve kişinin dindarlığını gösteren “başörtüsü” ve bir insanın Müslüman olduğunu anlatan “selam” ve “besmele” dinin ve dindarlığın alametleridirler.
Şeâir, dinin ortak dilini ve kültürünü yansıtır. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz “Bismillah” diyen ve müslümanca selam veren birinin Müslüman olduğu anlar ve bu ortak din dili ile anlaşırsınız. Fertte ve toplumda dinin varlığını hissettiren bu ritüeller Kurân-ı Kerimde “Şeâirillah” kelimesi ile ifade edilir. (Bakara, 2:158)
Şeâir lügatlerde “iz, alamet, sembol ve alamet” anlamına gelmektedir. Bunlardan “Safa ve Merve” tepeleri Kur’ân-ı Kerimde “Şeâir” olarak nitelendirilmişlerdir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Orucu” şeâir-i İslam’ın en azamlarından sayar. (Mektubat, 2004, s. 675) Aynı şekilde namaz, hac ve zekât da İslam alameti ve Müslümanların ibadet şekli olduğu için “Şeâir-i İslam” sayılır.
Bediüzzaman Said Nursi (ra) Risale-i Nurlarda “Şeair-i İslam” terimini sosyal hayatta İslâmiyeti ihtar eden unsurlar olarak ele alır. İslam’ın sosyal hayata bakan yönü şeâire taalluk eder. (Lem’alar, 2005, s.181) sosyal hayatta şeâirin işlevi dini hatırlatıcı ve öğretici yönü ile öne çıkar. Ezan, kamet, kur’an tilaveti, cami, cemaat ve Cuma ve Bayram namazları islamın şeâiri olarak sayılmaktadır. Şeâir Müslümanların ortak dili olduğu için Kur’an ve Ezan’ın vahiy dili olan Arapça aslının okunması esastır. Kur’an meali ve ezanın başka dillerde okunması İslam alameti ve Müslümanların ortak dili olmadığı için şeâirden sayılmamaktadır. (Sözler, 2004, s. 1189)
Şeâirin bir diğer özelliği de insanlığa islamın izzetini göstermesi, bütün Müslümanların birliğini sağlaması, “Tevhit ve Risaleti” ders vermesidir. Hal böyle olunca Farzların açıktan ilan edilerek yapılması, nafilelerin ise gizli olması esastır. Bunun için İmam-ı Gazali gibi büyük İslam bilginleri “Allah’ın farz olan emirlerini açıktan yapmak, gizli yapmaktan daha faziletli ve sevaplıdır” demişlerdir. Ezanda İman esasları ilan edilir. Cuma namazı açıktan okunarak kılınır ve bütün mükellef erkek Müslümanlara farzdır ve yalnız başına kılınmaz. Zekât açıktan ilan edilerek verilir; ama sadaka gizli verilir. Burada hem ibadete teşvik vardır, hem de izzet-i islâmiyenin korunması söz konusudur. (Şualar, 2005, s.482)
Osmanlının yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinin en yetkili makamı olan TBMM’de 1922 yılında bir hitabede bulunan Bediüzzaman meclisin görevinin her şeyden önce millet iradesini ve hilafeti bünyesinde birleştirmesi ve bütün millerin kalbi mesabesinde olması ve onları meclise bağlamasının şartının “Şeâir-i İslamı ihya etmek” olduğunu hatırlatmıştır. Bu meclisin hem halk nezdinde itibarını artıracak, hem İslam dünyasının desteğini sağlayacak hem de Avrupa ve dünya devletleri nezdinde güçlü bir Türkiye imajı doğuracaktı. (Tarihçe, 2006, s.224) Ne var ki buna riayet edilmediği için hem halkın güveninden, hem İslam dünyasını desteğinden hem de Avrupa ülkeleri nezdinde pasif ve itibarsız bir ülke konumunda kalmasına sebep olmuştur. Türkiye tercihini sadece batıdan yana koyarak islamdan uzaklaşma politikasını şeâir-i islamı tahrip ederek, dinde reform adına ezanı Türkçe okutma vb. politikalarını takip edince “Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamama” ve yalnız başına kalma gibi bir durumla karşı karşıya kalmıştır.
Peygamberimizin (sav) sünnetlerinden en önemlilerinin de “şeâir” kısmını teşkil eden yönü olduğuna dikkatimizi çeken Bediüzzaman (Lem’alar, 181) ezan ve selam gibi bu çeşit ibadetlerin “nafile nevinden de olsa şahsi farzlardan daha önemli olduğunu” belirtmektedir.
Dini sosyal hayattan uzaklaştırmak ve hayata sokmamak isteyenlerin “başörtüsünü” siyasi simge olarak görüp “kamusal alandan” soyutlama çabası şeâirin ne derece dinî birer sembol olduğunu göstermesi açısından önemlidir.