“Sebe Melikesi Belkıs” romanı, Nurdan Damla Hanımefendi’nin Kur’an coğrafyası ve tarihi üzerine yapılmış derin tedkiklerden sonra meydana çıkarılmış başarılı bir çalışması. Bir yerde Belkıs’ın dalaletten hidayete geçiş seansları, bir yerde bir büyük peygamberin portresi roman boyunca ayrıntılı olarak resmedilmektedir. Roman herkes tarafından okunması gereken bir derinlik göstermektedir, her müslümanın okuması zorunlu kitaptır diyebilirim.
Romanın başında orijinal bir giriş yapar romancımız. Romanın dünyasına bir openin yani Fatiha ile başlar, okuyucularını davet eder. ”Buyurunuz ve biliniz ki Sebe Kraliçesi Belkıs farklı bir aşka tutulmuştur. Ey aziz konuklar, bilirim beni tanımak istersiniz, kadın kimliğimin gün yüzü görmemiş toplumlarca horlandığı topraklarda bir şakayık gibi Kraliçe olarak boy verip yeşermişim. Saygın Tubba’nın torunu olarak aldığım emanetini öteye taşımaktı gönül borcum. Erkek evladı olmayan Şurahbil kızı Belkıs atalarının gönül ukdesini çözmekle mükellefti. Şimdi geliniz benimle saklı cennet sayılan ülkeme, Sebe’me Şehr-i Merib’imeve yürek cennetime hoş geldiniz.”8
Sonra yazar alır Sebe ülkesini ve sayın prensesini tanıtmaya. ”Hiç bitmeyen namı ve güzelliğiyle Sebe denince Belkıs, Belkıs denince Sebe gelirdi akla. Tihame, Sana ve Hadramut’a kadar uzanan güney sahilleri ve Himyeri hakimiyetinin efsane kraliçesiydi adının manası Güneşin Parlaklığı demekti.”9
Asıl açılış kraliçenin rüyasına giren kutsal kuş ile başlar. ”Tatlı bir rüya anı harikulade bir kuştu rüyasına giren. Tepesindeki püsküllü tacı, bakır renkli kanatları ve parlak tüylü kuyruğuyla o güne dek hiçbir yerde görmediği bir kuş usulca gelip göğsüne konmuştu. Zümrüdü Anka mıydı? Çok güzel ve olağanüstü ahenkli olan bu kuşun keskin gagasından su içiyordu. Belkıs’ın kana kana ve doyasıya içtiği tatlı ve serin bir suydu, içtikçe içiyor ve doyamıyordu.” 10
Kuş bir mektup getirmiştir. “Tam o sırada yere düşen ağzı mühürlü mektubu fark etti. Eğilip onu alırken kısa bir şaşkınlık anı yaşadı. Hızla yerinden fırladı Belkıs. Belli belirsiz bir titreme yüreğini sarmışken, erimiş bakırla mühürlü perşömen ruloyu sıyırıverdi ipinden. O güne dek alışık olmadığı bir yazı stiliydi bu. Mektup mühürlüydü, Kral Süleyman’dan geliyordu. Allah’ın adı ile başlıyordu ve sözleri çok anlamlıydı.
İnnehumin Süleymane ve innehu, Bismillahirrahmanirrahim
Bu mektup Süleymandandır. Bana karşı baş kaldırmayınız, büyüklenmeyiniz, bana geliniz ve Müslüman olunuz. (Neml 30, 31)
Melike iç dialoglarla konuşur. ”Bu mektup sıradan bir mektup değildi ve bu davet alalade bir çağrı olamazdı. Olağanüstü bir haldi.” Görevlilerle konuşmaya başladı. “Odama biri mi girdi? Ben uyurken kim geldi? Yatağımın üstüne bir mektup bırakılmış ve Kral Süleyman’dan geliyor.” İliklerine dek titredi nedimeler… “Andolsun ki kimseyi görmedik” dediler. Melike olaydaki olağanüstülüğü görür. “İnsanla değil de kuşla gönderilmiş olması da farklı bir azametin göstergesi değil midir?” Zekidir olayları iyi okur.
Melike, asiller heyetini toplar ve onlara konuşur. “Bana önemli bir haber geldi. Mektup namı diyarlar aşmış Kral Süleyman’dan geliyor. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile başlıyor. Bana karşı büyüklük taslamayınız, boyun eğerek huzuruma geliniz diyor.” Mektup romanın bir şahsıdır, bütün roman ondan çıkmıştır. “Kraliçenin akıl karışıklığı o mektupla başlamıştı, yalnızlığını o gün anlamış eksikliğini o gün fark etmişti. Hayatı sorgulaması, arayış içine girmesi, yeni işler ve yeni ufuklar ardına düşmesi hep o mühürlü mektupla başlamıştı.” 71
Romanlar çekirdek vakalar üzerine kurulur, tıpkı bir incir ağacının bir nokta kadar tohumdan çıktığı gibi. Biz kurmaca düşünmeye alışmadık. Biz doğu toplumu olduğumuzdan Kur’an-ı Azimüşşan’daki çekirdek vakaları romanlaştırmak gibi bir tavrımız olmamış. Yoksa kitabımızda çok çekirdek vaka vardır. Nurdan Damla fiktif zekasıyla bunlardan Hz. Süleyman, Sebe Melikesi Belkıs ve yine bir aktör olan Hüdhüd arasından bu romanı çıkarmıştır. Bir kurgu, tasarım ve kurmaca harikasıdır. Büyük telakki edilen ediplerimiz bu büyük kitabı hiç söz konusu etmemişler. Bu büyük sanat harikası ilahi kelamı sadece geometrik bir okumayla takib etmişizdir.
Kraliçe Belkıs danışmanlar heyetinden çıkan savaş telakkisine katılmaz. ”Sizin gibi düşünmüyorum. Her şeyden önce savaşçı değil, barışçı bir toplumuz. Kan dökmek, saldırmak, can yakmak bizim işimiz değil. Biz Süleyman’a zeytin dalı uzatacağız. Süleyman’ın Sebe ülkesini işgal ederek yerle bir etmesi an meselesidir. Sebe Krallığını göz göre göre ona teslim edemem. Bu iş akıl işidir ve dikkat ister, mantıklı adımlarla yürümek gerek.“
Mektup romanın düğümü ve yerine göre esrarı, yerine göre romanın devamını sağlayan bir akışkan madde olarak işlenmiş. Romanlarda adettir, vaka birden bire çözülmez çözümü geciktirmek romancının kurgusunun beynidir. Bismillah bir düğümü çözmek için bir anahtar görevi yapıyor.
“Bismillah, kalbinin üzerinde farklı bir ritim belirdi, iliklerine dek işleyen bir cazibe vardı bu kelimede. Sırlıydı, sarılıydı, vesaklıydı. İç içe izler ve sırlar vardı bu kelamda. Yeniden okudu “Bismillahirrahmanirrahim. İnnehuminsüleymane ve innehü Bismillahirrahmanirrahim.” Ulvi bir makam hitabıydı, makam içinde yücelik hissetti Sera’dan Süreyya’ya uzanan bir azim sırrın ucu gibiydi sanki. Her simada izleri bulunun cevherdi. İnsana dayelik edip emziren yer küreyi, sonsuz gökleri sarıp kuşatıvermiş bir ağ idi. Bitkinin ipek gibi nazenin köklerinin taşı delip geçmesi gibiydi. Kainat simasında arz simasında ve insan simasında hep aynı mühür gizliydi.”
Romanda kuş bir haberci, gözlemci rolündedir, acaba bütün kuşlar bizim bilmediğimiz gayelere mi hizmet ediyorlar, bu muazzam kainatın her canlısı bu büyük makinenin içinde bir göreve mi sahipti, ilim hala bu sırları çözememiş ve kainatın Sahibi bir prototip üreterek insanlığa hedef göstermiş, bu yüzden hapishanede sineklerini öldürmek isteyen görevlilere “sineklerime dokunmayın” demiş, tutmuş bir de Sinek Risalesi yazmış, ve “sineklerin yerini henüz ilim keşfedemedi” demiş. Bu küçücük sinek bir uçak harika bir tasarım, idraki maali bu küçük akla gerekmez zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez. Cenab-ı Nebi (asm) “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” buyurmuşlar, hep güldüğümüze göre bilmiyoruz demektir.
Hüdhüd zaman zaman yine görünür Kraliçeye. “Gül ağacının dalları arasında gördüğü o yeşil kuşu yine gördü. Güzel çok güzel bir kuştu bu. O güne dek gördüğü kuşlardan farklıydı. Rengiyle gönül fetheden bu garip kuşla uzunca süre bakıştılar. O kadar hızlıydı ki oradan oraya anında uçuyordu. Bakır renkli tüylerinin arasına daha yetmiş renk saklıydı sanki. Bu renk cümbüşü günlerden beridir gergin bir ifadeyle duran melikenin yüzünü gülümsetti. “İşte yine o”diye seslendi dadısına “Geçen gün tapınakta karşıma çıkan kuş. “Yanına gitti kuşun daha bir içten seslendi. “Çok şey anlatacak ama diyemiyor sanki.” 22
Kuş vaka örgüsünün sürekli karakteridir, tezi, temayı, şahısları o besler.”Kerman’la konuşurken rüyasında gagasından su içtiği ve uyandıktan sonra da sarayının sarnıcında gördüğü o bakır renkli kuş geldi göz önüne. Anlamlı duruşu, sırlı bakışlarını anımsadı. Gözbebeklerinden ne çok mesaj almıştı. Hani insanın kendisinden bile sakladığı sırları vardı ya sanki o sırların içine girmişti Belkıs. Neticede bir kuştu onu etkileyen onun anlamlı bakışlarından söz etse gülünç duruma düşeceğini iyi biliyordu. Ama içine düştüğü muammalı hali değil kimselere kendine bile anlatamıyordu.. Bu sırdan da ötüş değildi.
Kuş bir fon şahıs değildir, bir kerecik görünen misyonu, fonksiyonu yoktur. Bütün bir roman boyunca rolü gereği artaya çıkar. Belkız’ın elçileri Süleyman’ın yurdundan çekilince, Kral Hüdhüd’e yeni görev verir. “Hüdhüde emir verdi.” Şimdi Sebe’ye uç. Hala güneşe secde edip etmediklerini öğren. Olup bitenler hakkında yeni bilgiler topla. Hüdhüd ipeksi kanatlarını sürüyerek veda selamı verdikten sonra Sebe göklerine doğru kanatlanırken, Belkıs’ın kervanı dönüş yoluna girmişti. “84
Vaka örgüsünün önemli bir olayı Süleyman’ın ülkesinden elçilerin Belkıs’ın Sebe ülkesine dönmeleridir.
Nurdan Damla bir demokrasi lisanı ile konuşur, “Başvekil Amr’ı dinledi. Aziz Melikemiz dedi, tahmin edemeyeceğiniz haberlerle geldik. Sultan Süleyman hediyelerinizi geri iade etti ve size bir dolu mesaj gönderdi. Nasıl hediyelerimiz Sultan Süleyman’ın saltanatı yanında çok sönük kaldı. Ah kraliçemiz bir görseydiniz, bizin bizatihi gidip o saltanatı yerinde görmeniz gerek. Bizim anlatımımız eksik kalır.”85 Bir başkası “Ne yazık ki başarılı olamadık, dedi. Sultan Süleyman kararlıdır. Eğer dediklerine uymazsak bizi ve ülkemizi yer ile yeksan edecek.” 86
Romanın üçüncü önemli bölümü Süleyman’a giden elçiler ile Belkıs’ın konuşmalarıdır, izlenimlerini değerlendirmesidir. Her birine bir gece ayırır ve konuşur.
Benan Süleyman’ın soyu İbrahim Peygambere dayanıyor, ondan sonra Yakup Peygamberin oğlu Yehuda soyundandır. Baba Davut son derece makul ve makbul bir şahsiyettir. Calut ve Talut’ın mücadeleleri anlatılır. Nurdan Damla bu bölümde peygamberler tarihinin dirkat çekici vakalarını örgüye yüklemiştir.Kral Davut anlatılır” Ona saltanatıyla birlikte peygamberlik de verilmiştir. Geceler boyu ibadet eder, saltanatı onu değiştirmez. Her an Rabbini anar ve ona secde edermiş. Kendisine tam yetmiş ayrı tonda ses güzelliği verilmiştir. Davut’un gölerinden oluk oluk yaşlar akar, Allah aşkı ve korkusundan titrermiş. Davut’un elinde en katı maddeler su olup akarlar. Sesini duyan herkes ona koşup gelir. Oyunlarını kesip koşar çocuklar. Sesinin güzelliğine toplanıverir kuşlar, kurtlar, ağaçlar, hayvanlar. Davut Zebur okuduğunda sesinin nağmesinden dağlar akislenir, sesinden insanlar mest olur, kuşlar ürperir, kımıldayan her canlı o ahenkten titrermiş. Kuşlar havadan ağaçlara iner, okunan ayetleri tekrar ederlermiş, o Rabbini zikre durdumu lerzeye gelirmiş alem, dağ titrer, taş yuvarlanır, toprak lime lime olur erirmiş. Bakır işçiliği yaparmış, demiri ateşe sokmadan ve dövmeden hamur gibi yoğurup şekillendirirmiş.Bakır madeni onun elinde musluklardan su gibi akıp şekil alma özelliği kazanırmış.
Kral Davut’un yeşil zümrütten bir yüzüğü vardır. Bu yüzüğü Melek Cebrail ona cennetten getirmiş Adem’in Cennette taktığı yüzükmüş. Çok özel sırlara ait bir yüzük bu. Kral Davut bunu mühür olarak kullanırmış. Derler ki Cebrail bu yüzüğü Davut’a uzatırken, Ey Davut Yüce Yaratıcıdan sana bir yüzük ve on soru getirdim. Allah u Taala buyurdu ki evlatlarını topla bu on soruyu onlara sor. Kim doğru cevap verirse senin yerine o geçecek Herkesin gözü yüzükteyken ölmeden önce onu dünya gözüyle layık olana teslim etmek ister. Bu vesile ile vezirlerini ve oğullarını yanına çağırır ve büyük bir heyetin huzurunda Cebrail’in kendine tevdi ettiği on soruyu her birine tek tek sorar. Gariptir ki on sekiz kardeşin hiçbiri cevap veremez. En sonra en küçük olan kalmıştır. Sıra ondokuzuncu evlat Süleyman’a gelince ayağa kalkar” Babacığım izin verirseniz sorularınıza cevap vereyim !”der. Kral Davut’un minik mavi gözlerinde yakamozlar ışıldar.
Bir çocuğu olur adı Süleyman olarak belirlenir, selim ve selametli demektir.
Süleyman, Mısır’dan Fırat’a ta kadar muhteşem bir krallığın çocuğudur. Öyle bir babanın çocuğu şanlı bir beyin evladıdır.
“Söyle bana” der Davut, “dünyanın en kem, en kötü şeyi nedir ki insanı fenalığa sürükler?” Süleyman Cevap verir. “insan oğlunun nefsinden daha kötüsü yoktur. O daima fenalığa meyleder. Dünya yüzünde en has en güzel en üstün şey nedir? En has en güzel ve ondan üstün olmayan nimet akıldır der, babacığım. Kral memnun olur ve devam eder. O nedir ki ondan daha çirkini yoktur? “Kötü sözden ve küfürden daha çirkini yoktur? En kaba şey nedir? Katı ve kaba kadından daha kabası yoktur. İnsan en çok neye yakındır. İnsanoğluna ahiretten yakın şey yoktur. İnsanlar akın akın oraya sevk edilirler. İnsana en uzak olan nedir? İnsana dünyadan daha uzak şey yoktur. İnsanoğlundan her an uzaklaşmaktadır ama insanlardan pek azı bunun farkındadır. Geriye iki sorusu kalmıştır Kral Davut’un, sorar. İnsanda en elim ve kederli şey nedir? İnsanda kaygı verici şey, ruhun bedenden ayrılmasıdır babacığım. Ruhum bedenden ayrılması çok zordur. Son sorudadır sıra, peki en sevinçli ve en şad edici şey nedir? “Gayet şad edici, sevinçli olan şey de yine ruhtur insanoğlunda bulununca bu sevinci duyar. Rabbine kavuşunca yeniden doğar. Soruları cevaplarken güler, babası bunu ciddiyete sığmaz bulur ve oğul konuşur. “Bağışlayın babacığım der, ancak siz her soruyu sordukça cevabı bir karınca bana söylüyordu, ben de size cevap veriyordum, karıncaya gülümsüyordum.’’
Süleyman tahta geçtikten sonra büyük bir hastalık geçirir, Allah’a yalvarır ve kurtuluşa erer. Tevbe eder, silkinir, zikir ve tevhidle kendine gelir, mührünü eline alır ve onun rahmet hazinelerini aleme ilan eder. Duası k abul olur, kimselerin akıl erdiremediği bir saltanata kavuşur, Allah rüzgarları emrine verir ve cinleri ona boyun eğdirir. İstediği herşey ona verilir. Fakat o dünyevi saltanatın hiçliğini bilir.
Melike bunları dinlerken bir rüya görür. Ayaklarının altında camdan bir nehir aktığı halde ıslanmıyordu. Ve Belkıs suyun içinde yürüdüğünü görür. Ve şöyle der, ”Süleyman’ın Rabbi beni bilecek mi? gerçeğin ardına düşenlerden sayacak mı? Söyle bana Kerman Süleyman’nın Rabbi beni bağışlayacak mı, yargılarını, yanılgılarını ve yanlışlarını örtüp Belkıs’ı sevgili kullar arasına katacak mı? Söyle bana Kerman diyordu?” 117
Seha da alatır, Süleyman’ın tüm çiçeklerin ve bitkilerin dilini bilir. El Mecnune ağacından nar renkli erguvanlara, her derde deva olan çiçeklerle konuşurmuş. Hekim-i Lokman Kral Davut’un kadim dostuymuş, Kral Davut oğlu Süleyman’ın eğitimini ona bırakmış. Lokman ona “Akıl çarşısı türlü seyranlar açar Ey Süleyman “dermiş. Süleyman besmelenin şanını her yere yetiştirecektir.
Belkıs, Süleyman’dan davet mektubundaki sırrı çözemediğini sorar, bana o izi anlat o sırlı kelam neyin nesidir. Süleyman‘a sorar. “Var edicinin kudret mührüdür o ey Kraliçe yıldızdan kum tanesine kadar var olmuş her cismin üzerindedir. Parmak ucundan saç teline dek her zerre üzerinde o mühür saklıdır, Bismillah arşın altında asılı duran hazinedir.
“Bismillah dedi Süleyman, benim Allah’ım vardır ve tekdir demek. Errahman, Allah vardır ve çok vericidir manasını hatırlatır. Sonsuz var edicinin isimlerinin sembolüdür. Er-Rahim ise O’nun çok verici ve çok sevici olduğunun işaretidir.” 121
Belkıs Süleyman’dan ister, ”Ey Kral görünmeyen Tanrı’nı tanıt.”Yeryüzü çiçekli bir sofra, varlık ise müşteridir. Güneşi döndüren, mevsimleri çeviren, geceyi gündüze çeviren O’dur. Güneşi her sabah kudretiyle doğuran ve her akşam hikmetiyle batıran O ‘dur.” Melike izahları gözden geçirir. “Neydi yaşadığı? Güneş kutsaldı onun için neden küçücük olmuştuve Kral neden onu unufak göstermişti. İrkildi toparlamaya çalıştı. “122 Belkıs yaranı Kerman’a Rakibimin ne kadar güçlü olduğunun farkında değil misin? dedi, Belkıs “ülkemin ikbali söz konusu iken uyku bana haramdır” Roman iç dialog, monolog ve rüyalarla vaka örgüsünü zenginleştirir.
Süleyman’ın portresi de çizilir” iri cüsseli uzun boyludur Süleyman, teni ak, gözleri iri ve duru, sözleri etkilidir, sevgi dolu bakar ve içinin tüm nehirleri sanki doğruluk üzerine akar, ne yergiden elem duyar ne de ögüden hoşlanır.Aydınlık yüzü mütebessimdir, Süleyman sürekli beyaz giyer, son derece yumuşak huylu, nazik ve barışsever birisidir”124
Amber, “Bir tek gayesi vardır, Rabbinin kudret ve saltanatını her ortamda ve her insanda göstermek, ona göre akıl, zeka, beceri, marifet de mal mülk gibi emanettir”127 Aslında roman bir portre romandır, Belkıs’ın olayların iticiliğiyle yeni bir karaktere dönüşmesinin, ve bu değişimi sağlayan Süleyman’ın gittikçe farklı yönleri açılan kişiliğinin anlatımıdır.
Bizde de portre romanlar ve portre şiirler vardır, Nurdan damla islam tarihinden seçtiği karakterleri bir edebi portre haline getirerek yeni nesillere bir mükemmel insan galerisi açmıştır. Türk romanı portreler galerisi olmayan bir romandır. Adına eski türk edebiyatı deyip bir kenara ittiğimiz alanın portreler galerisi çoktur, Nesimi, Şeyh Galip, Baki, Nedim hepsi şiirleriyle mesnevileriyle portreler açmışlardır yeni nesillere, ama modernizm adına bu insanlar çocuklarımızın ve hocalarımızın dünyasında yoktur. Mukallid batılı olmanın belasıdır bunlar, Zola’nın Nana ‘sı, Flaubert’in Emma’sı bize ne vermiştir, sefalet ve sefahat ile kirletilen bir edebiyat ve nesiller. Yahya Kemal Selimnamesi ile bir insan portresi çizmiştir. Süleymaniyede Bayram Sabahı, Atik valide’den inen Sokakta, Akıncılar daha başkaları bir tarihi ve dini atmosfer içinde karakter inşa etmiştir, Yahya Kemal çirkini görmez, etraf çirkinlik de dolsa o yine yeni nesilleri bakmayı görmeyi düşünmeyi öğretir.Medeniyet değiştirmedeki kıvamsızlığımızı söz konusu etmez, yeni nesillere büyük bir tarihin önünde düşünmeyi öğretir.
Amber, anlatır. “Süleyman’a göre can gözü ile görebilmek, bilgi kudretinin bir mülk olduğunu kavramakla ilgilidir. Oa göre asıl, zeka, beceri, marifet de malk ve mülk gibi emanettir. Ey Kudretli azizem , siz ki her zorluğa dayanıklı her halde mukavemetli yetiştirdiniz. Ama Süleyman mülkü karşısında biçare kaldık. Bağışlayınız gördüklerimiz ufkun ötesindedir.”127 Çok güçlü deniz filoları olduğunu keşfettim, önünde durulamaz süvari birlikleri mevcut. Belkıs Süleyman’ın portresi ortaya çıktıkça tahammülü azalır. “Engel olamadığı bir öfkeyle bir anda ayağa kalktı ve meclisi dağıttı. Kırılmış örselenmiş gururu, merakı ve heyecanıyla toparlanmaya çalıştı.128
Seyban ise “şükrün bedene yansımış hali secdedir. Süleyman bunu sık sık yapar. Tanrı Süleyman’a bilgelik, derin bir sezgi, kıyılarda serili kum yığınları kadar anlayış vermiş.129 Yazar değişimi sağlayacak tesbitleri ağırlığı artıracak şekilde sıralamış.
Bazan tanrısının yetersizliğini hisseder, “iliklerine kadar buz kesmiş gibiydi herkes. Güneş yoktu ortada, atalar yoktu, izler yoktu. Sığınacak hiç kimse yoktu. Gece onları yutacak gibi sarmasa kime koşacaklarını bilemezlerdi. Ona sığındılar” Bu bunalımdan sonra Melike yine Süleyman’ı rüyada görür. Ondan yine Besmelenin azametini anlamak istedi. Bu cazibeli kelamda alem dürülü gibi.. yıldızların güneşlerin, zerrelerin şifresi miydi acaba? insana bakıcılık yapan yer kürenin anlamı mı, gecenin dinginliğinde Besmelenin dinginliğine sığındı.
Serfürü ise “size meydan okuyuşundan biz de baştan öyle sandık yüce kraliçem dedi. Fakat gidip gördük ki son derece nahif ve yumuşak tabiatlıdır”Oğluna nasihatlerini de anlatır” Kötü adamlara imrenme, daima hakikatı satın al. Ve onu satma, hikmeti ve terbiyeyi ve anlayışı da.”133Yemliha orijinal bir bilgi nakleder. “Malumatım odur ki Musa Nebi’den Kral Davut’a devredilen Ahit Sandığı elindedir. İçinde mukaddes emanetler vardır ve kral bu kutsal sandığı saklamak için muhtseşem bir tapınak yapmak ister”135 Kudüs de anlatılır. “Göklere en yakın mekandır. Semaları en seçilmişin arşa rücu edeceği yer olacağı söylenir. Adem’in hamurunun o topraklarda karıldığı söylenir, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin uğrak yeridir. Yusuf’un atıldığı kuyu ordadır. Server-i Enbiya’nın arşa yükselmesine dek her mühim nokta orada oluşmuştur. Yeruşalim’in diğer adı Kudüs’tür. Bütün gözlerin üzerinde olduğu güzeller güzeli bir genç kız gibi saf ve masumdur. “135
Mescid-i Aksa’nın yapılışı da vaka örgüsünlün altın halkalarındandır. “İbrahim peygamber ve İsmail gibi Davut ve Süleyman da kollarını sıvarlar. Musa Nebi’nin çadırını kurduğu tepede mescidin temellerini atarlar. Altmış arşın uzunluğunda ve yirmi arşın genişliğinde olan mabedin inşası uzun yıllar sürer.Anlatılan o ki Süleymam çocukluğundan beri o inşayla büyümüş ve kutsal mabedin biteceği günü dört gözle beklemiştir.Kral Davut ülke meselelerinden ve yeni fatihler yapmaktan fırsat bulup mescidi bir türlü tamamlayamaz. Kral Davut mescidi tamamlayamaz oğlu Süleyman’a nesipte yokmuş meğer ama onu sen tamamlayacaksın. Süleyman her taşı Bismillah ile yerleştirir,ve mescidin her bir yanını cevherlerle döşer.”136
Tapınağın kapıları som altındandır. Süleyman Mescidi öyle bir şehaserdir ki sanat, estetik, incelik ve ihtişam iç içedir. Harcı takva, tuğlası ihlas, işçiliği rıza ve hoşnutlukla örülmüştür. Süleyman’ın öylesine görkemli bir mescid inşa etmesi onun büyücü olduğu söylentileri yayılır. Bunun üzerine Rabbi Süleyman’ın yaptığının büyü olmadığını ispatlamak için Babil halkına Haruz ve Marut isimli iki melek gönderir. Bunlar Süleyman’a verilen mucizeler ile büyü arasındaki farkı ortaya koyarak, büyü ilmini insanlara tanıtmışlardır.Mescidin bittiği gün Süleyman’ın en mutlu günüdür, o günü bayram ilan eder, kurbanlar keser, halkını sevindirir. En evvel kendisi namaz kılar ve dua eder. “Rabbim bu mülkü sen bana verdin, yeryüzünde elçi kıldın. Hamd sana şükrüm sanadır der ve dua eder. Rabbim bu mescide gelip iki rekat namaz kılan her kimse, Sen onu anasından doğduğu gib i arındır, temizle ve pakla. Bu mescide hasta gelen şifa bulsun, fakir ve yoksul gelen zengin olsun. “142
Kuud belde hakkında bilgi verir. “Allah Yeruşelim’in toprağından ademin torağına katmış. Süleyman tamahını kestikçe dünya bütün ihtişamıyla ayakları altına serilmiş.
Ahmer, Süleyman’ın tahtından haber verir. “Muhteşem bir tahtı var ki akıl almaz güzelliktedir.Fildişi bir işçilik üzerine som altın kaplıdır, altı basamağı ve arka kısmında yuvarlak bir başlığı vardır. Altı basamağının iki yanında on iki aslan heykeli gördüm. Tahtın üzerine Süleyman’ın isteği üzerine dört altın hurma ağacı sarkıtılmış.
Belkıs değişmektedir. “Evet bizim gibi dünyaya tek cepheden bakanlar sevinirmiş meğer. Süleyman diyor var olmanın tanımsızlığında tanıdım seni. Ruhumun gri tozları nefesinle uçup gidiyor.Süleyman dünya ötesi zamanlara hazırlanır. Kefenimin kumaşı kim bilir hangi tezgahta dokunurken benim dünya ile işim olmaz. Babası Davut gibi gece boyu ağlar, titrer ve “Rabbim seni incitmeyeyim “diye dua eder.
Hazra anlatır” Süleyman bir gün tebaasından bir grupla yağmur duasına çıkar. Yolda sırt üstü yere yatıp ayaklarını göğe kaldırmış bir karıncaya rastlarlar. Karınca “Ya Rabbi bizler de Senin mahlukunuz , Sana el açıp gönül bağladık. Rızkına ve rahmetine muhtacız. Ya yağmur yağdırır bizi sularsın veya yağdırmaz helak edersin” diye yalvarmaktadır. Süleyman bu içli duadan çok etkilenmiştir. Yanındakilere karıncayı gösterir” Haydi dönüyoruz “der. Sizin dışınızdakilerin duası ile yağmura kavuştunuz, sonrasında günlerce yağmur yağar. Karıncanın duası hürmetine herkes huzura ve rahmete kavuşur.
Bir melek bir bardak sugetirir ve bunun ömrü çok uzatacağını söyler, Süleyman, kuşlarıma danışayım der,onlar içmesini söyler, Hüdhüd yoktur koşarak gelir e kabul etmemesini söyler. Emsal ve akranlarının sürekli ölmesiyle daima hüzün ve ıztıraptan kurtulamayacağını bunun da hayatın zevkini kaldıracağını söyler, Süleyman bu tavsiyeyi uygun bulur, içmekten vazgeçer.
Kuşlar konuşan Süleyman marifetlerini dinler. Hüdhüd ben göğün mavi derinliklerinde uçarken yerin derinliklerindeki suyu görürüm. Sefekre gideceğiniz zaman size konaklayacağınız yer konusunda faydalı olabilirim, der. Süleyman onu ordusuna katmaya karar verir. Bunu duyan karga kıskanır”Kralım siz ona inanmayın, der. Madem böyle bir hüneri var, neden yerdeki tuzağa yakalanır. Hüdhüd “Ey yüce padişahım karganın sözüne inanmayın, ben yalan söylemem. Benim tuzağı görmeyişimin sebebi kaza ve kaderin gözümü kapatmış olup, aklımı bağlamasındandır.Kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay tutulur, gün kararır.
Hüdhüd sabahları bütün kuşlardan önce uyanır, Süleyman ordusunda keşif birliği komutanıdır. Sıradan bir kuş değildir o, sırtında haşmet elbisesi, başında da hakikat tacı vardır. Gagası uzun, kuyruğu da kare şeklindedir. Keskin bir bakışı vardır, yerin altındaki tohumu ve taneyi bile görür.Yanındakilere umut telkin edip şevk aşılar. Secdeye aşık bir kuştur.
Belkıs, Süleyman’la görüşür bu sefer rüya değil yakaza alemindedir. Süleyman ona kuşların ve tabiatın harika tasarımlarından ve sanat inceliklerinden ve onların Allah ile bağlantılarından bahseder.
Elbiha bir kuş vakası anlatır. “Süleyman bir gün tahtında oturmuşken önünden iki minik serçe geçer. Erkek olan dişisine, seni öyle çok seviyorum ki senin için Sultan Süleyman’ın tahtını bile yerle bir ederim. Kral minik serçeyi huzuruna çağırır, “Sen benim sarayımı yıkacağını söyledin yok sa ben mi yanlış duydum? “der. Serçe aşık edasıyla hayır yanlış duymadınız,ona o kadar aşığım ki elimden gelseydi bunu yapardım.Sultan, “Seni devlet malına ihanetten cezalandıracağım” ister kafamı kopar, ister canımı al ama ben ahdimdem dönmem, varsın aşk yoluna başım gitmiş olsun.Onun bu aşka inanmışlığından dolayı “Haydi git o zaman affedildin “demiş.
Cerade, kanadı kırık bir kuşun hikayesini anlatır, Süleyman’ın mülkünde görmüştür.” Ben Süleyman diyarında kanadı kırık bir kuş ile karşılaştım. Kendisini bir dervişin o hale getirdiğini söyledi. Süleyman sinirlenmişti. Hemen sorgulamaya başladı.. “Onu neden bu hale getirdin, Allah’ın yarattığı bu cana hiç acımadın mı? Derviş, sultanım Allah bu kuşları insanın emrine vermemiş mi? Ben de onu avlamak istedim, bu işi yaparken de ona kaçma fırsatı verdim, fakat kaçamadı. Ben de bunu fırsat bilerek üstüne atladım, tam yakalayacakken debelendi ve kaçmaya çalıştı. O sırada kanadı kırıldı. Süleyman kuşa sordu “Neden kaçmadın?”Kuşun cevabı hayret vericidir. “Efendim dedi eğer onu avcı kıyafetinde görseydim elbette ki kaçardım. Fakat ben onu derviş kıyafetinde gördüm. Ondan canıma zarar gelmeyeceğini düşündüm. Böylesine aldanacağımı nerden bileydim? “Süleyman kuşu haklı bulmuştu, kısas emri ver. Bu mülkde kuzu postuna bürülü canavara yer yoktur. Bülbül kisvesindeki kargalar her zaman göz oyarlar. Madem o derviş minnacık bir serçe kuşuna acımadan bu hale getirdi, onun da kolunun kırılması haktır.
Kuş itiraz eder, hayır efendim siz ona başka birb ceza verin bu derviş kıyafetinden soyunsun, bir daha giymesin. İbret verici bir cevza olur.
Değişimin bir öğesi namazdır. “Belkıs Namaz ne demekti bilmek istedi. Sonra kendi secdesine benzer bir ibadet olduğu kanaatine vardı. “191
Süleymanın bir alışkanlığı da rüzgar seyahatidir. “Seyahate seher yeliyle başlar, akşamüzeri geri döner. Öğlenden kadar bir aylık mesafeleri dolaşır, dünyayı müşahade eder, Süleyman Allah’ın emriyle hareket ediyor. Sabahleyin Istahr’dan hareket eder, akşam vakti Şam’da geceler, Irak’tan Merv’e,Oradan Belh’e, birkaç saat içinde gidip geri döner. Belh’den Türk beldelerine uğrar, oradan çin ‘e Maçin’e sonra da doğudan deniz sahili istikametinden Kandahar’a gelir, derler. Oradan Keşker’e derken Arabistan’a, Yam’a ve Tedmür’e mevki olan kendi vatan topraklarına iner. Dünyanın birçok beldesine birkaç saat içerisinde gider geri döner. “194
Süleyman bir gün uçarken iki çiftçinin konuşmalarını dinler. Onlarda kıskançlık hissetmiştir. “Bu dünyada canı gönülden bir kere Subhanallah demenin sevabı, kıyamet gününde Allah katında Davut hanedanına verilen saltanattan daha iyidir. Dünya iç boş bir kuyu, ahiret sonsuz güzelliklere açık bir zirvedir.
Zümra anlatsır” Derler ki Süleyman yurdunda bir sivrisinek kralin huzuruna gelip rüzgarı şikayet eder. “Ey kral Süleyman der, yedi cihana hükmettin,adaletinden mahrum kalan kimse yok, bize de insaf et, hakkımızı al, lutfedip bizi gamdan kurtar. Sivrisinek, kuşun da balığın da hakkını arayansın, sinek taifesi olarak perişanız, ne gül bahçesinden nasibimiz kaldı, ne bağda, ne üzüm şırasında, ne de bal denizinde. Feryadımız rüzgarın elindendir, onun zulmünden kan kusuyoruz. Rüzgar gelir ama bu sefer sinek kaçar “Benim ölümüm onun varlığındandır, o gelince ben nasıl durabilirim? “der.
Belkıs hidayet vadisine varmıştır düşünceleri tedricen değişir. “hayata bakışı mı değişmişti me? Hiç adeti olmadığ üzere yakamozları seyretti. Sonsuz olanı düşündü, o var ediciyi tanımak istedi. Mavi gökler, mavi deniz, sonsuza açılmış bir alem gibi onu içine çekiyordu sanki. Rahatlamıştı. İçindeki ufunetler dağılıp kaybolmuştu. “207
Nileyn, son peygamberden bahseder. “Belkıs ve heyettekiler şakın haldelerdi. Beklenen o son peygamber kimdi? Bütün peygamberlere önder olacak olan nasıl biriydi? Farklı bir merak sardı Belkıs’ın içini Onu görmek, ona ermek arzusu kasıp kavurdu kalbini “hidayet adım adım ilerliyor, Belkıs’ın dünyasında ve yazarın kaleminde.
***
Melike otuz has kız ve erkeği, Süleyman’ın dünyasını keşfetmek için gönderir. “Gidiniz bana o meçhul diyardan haber getiriniz. Bu meydan okuyuşun sebebini çözmek isterim. Onun hakkında hiçbir bilgimiz yok, Süleyman’ın kim olduğunu araştıracak hakkındaki her şmeyi öğrenecek ve bana doğru bilgi getireceksiniz. Bakalım o bir peygamber mi yoksa bir büyücü mü.”28
Yazar uzun mülahazalarla Melike’nin dünyasını şerheder,Zülezar isimli bir hükümdar onu elde etmek ister, onun ülkesini istilasından gili geçitlerden kaçarak kurtulur, Aden körfezinin kıyısında kimselerin bilmediği bir köye yerleşir. Yaşama düzeyi düşer. Sebe kraliçesi kendisini isteyen Zülezar ‘ın evlenme teklifini kabul eder.Zalim düğün gecesi zehirlenerek öldürülür. Belkıs, yönetimi tekrar ele aldığında bir efsane kahramandır.
Tek anlatımlardan sıyrılıp gözlemci bir gözle ülkesini kolaçan eder,bir pazarda bir satıcı kadınla konuşur, ondan kendini dinler.”Kraliçemiz Belkıs çok güzeldir. Güzelliğinden öte akıllı ve beceriklidir de. Ona bağlıyız biz, O bizim baş tacımızdır.
Çok özneli anlatım kullanır yer yer. Kahramanlarına bırakır anlatma işini. “Ben Asfa Sebe kraliçesi Belkıs’ın başyaveriyim. Yezdan ve Ehriman önünde yemin ettim, ona olan bağlılığıma başka işler karışmayacak.”
Romanda nesnelerin en önemlisi neredeyse bir karakter gibi çizilmiş ve önemsenmiş Belkıs’ın tahtıdır.”Himyeri hükümdarlığının Kraliçesi sevk ve idare gücünü yeniden gösterebilmek için bir taht yaptırmıştı ki namı çok uzaklardan duyulmuştu. Taht-ı Belkıs’dı adı.Arap coğrafyasında şöhreti yayılmış, herkesin hayretini çekmişti. Ona göre taht gücün ve iradenin temsil makamıydı ve çok güzel olmalıydı. “59
Romanda temanın hızlanmasını sağlayan bir olay da Belkıs’ın elçilerinin Süleyman’ın yurduna varmalarıdır, onlar Belkıs’daki değişmenin aracı olacaklardı, ve onun için gönderilmişlerdi. “Eçiler ancak dinlenip toparlandıktan sonra çevreyi incelediler. Fakat o da ne hiç ummadıkları bir görüntüyle karşılaştılar. Elçilerin hayreti Süleyman yurdunun heybetinden daha büyüktü. Yürüyüp geçtikleri yerler yekpare altınla kaplanmıştı. Altın tozuyla sıvanmış yapılar ışıl ışıldı. Belkıs’ın elçileri
Şaşkınlık içinde nereye bakacaklarını bilemediler. “75 Düşündüler evdeki hesap çarşıya uymamıştı.” Böylesine bir saltanat sahibine ne vereceklerdi. Altınla kaplı yer üzerinde hayvanların tepinip eşelendiği bir memleketin bir saltanat yöneticisinin huzuruna nasıl çıkacaklardı.Heyettekilerin hayreti gitgide artıyordu.Onların binbir hayalle getirdikleri kıymetli hediyeleri ve altın tuğlalar, Sultan Süleyman’ın hayvanlarının yemlendikleri yerin zemininde seriliydi. Bunu görünce şaşkınlıktan dilleri lal kesildi ve ne ysapacaklarını bilemediler. “76 Hatta heyet geri dönmek isterler, başelçi Sevban “Melikenin kararını yerine getirceğiz emaneti sahibine teslim etmek boyun borcumuz”76
Heyettekilerin Sultan Süleyman ile karşılaşmaları da kırılma noktalarından biridir, yeni bir yapıyı ortaya çıkarır.
Süleyman ile mülakat
”Elçiler huzura girdikleri andan itibaren Melikenin tenbihi üzere hediyeleri Kralın önüne bırakıp oturmadan ayakta beklediler.” Büyük hükümdar onlara cevap verir. Yer ve gök Allah’ın mülküdür, o semayı yükseltirken yeri aşağıda tuttu. Şu an üzerinde bulunduğunuz yerler de O’ndan başkasının değildir. Mülk Rabbime aittir, Süleyman’ın değil, dileyen ayakta durur, dileyen ayakta durur.” Belkıs onlara söylemişti” Süleyman sizi sert karşılarsa biliniz ki o peygamber değildir” demişti. Süleyman onları derin manalı bir tebessümle karşılamıştı.”78
Hediyeler karşısında Sultan Süleyman’ın tavrı enteresandır. “Elçiler utana sıkıla yüklerini açtılar, somaltından dökme kerpiçleri, gümüş topakları, kırmızı yakup çubukları..Kralın önüne döktüler onlar hediyeleri itinayla ortaya koydukca Süleyman Peygamber buruk bir gülümsemeyle seyrediyordu, bu gülümsemede derin manalar saklıydı ama çözemediler. Ortaya tuhaf bir sessizlik hakim olduğunda ise Kral Süleyman ilk kelamını etti. “Ben sizden hediye mi istedim?”
Romanda en etkileyci bu cümledir, onun derinliklerinde peygamber halkasının sihri vardı, bir peygamber böyle davranmalıydı. “Heyettekiler bıçak kesse kan damlamaz bir sessizlikle kıpırdamadan onu dinlediler.
Romancı Hazreti Süleyman’ın şahsında bir uhrevi dünya görüşünü eserin muhtelif yerlerinde anlatır.Kral Süleyman devam eder” Bu hediyelere ancak siz sevinirsiniz! Dedi, buz kestiler kimseden ses çıkmadı. Siz bana malla yardım etmeye mi çalışıyorsunuz?Allah’ın bana verdiği saltanat sizin verdiklerinden hayırlıdır, bana gayb aleminden eşi görülmedik hediyeler sunulmaktadır, öyle hediyeler ki insan onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez.”
Romanın en can alıcı kısımlarından biri de Kral Süleymanın Belkıs’ın toplumunun itikadını eleştirmesidir” Neye taparsınız? Güneşe dedi elçi kibir ve benlik dolu bir ses tonuyla.” Değeri yüce olan canınızı hor ve hakir ederek gökteki güneşe mi tapıyorsunuz? Güneş Tanrı emriyle bizim aşçımızdır, çiğ olan meyve ve zebzeyi pişirir, bizi ısıtır, bizi ışıtır. İnsana hizmetkar kılınmış bu nesnelere mi secde ediyorsunuz, siz yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıdıza güneşe mi tapıyorsunuz, bunu bile bile ona nasıl Tanrı dersiniz? O yıldızı yaratana yönelin. !”80
Elçiler asıl niyetlerini anlatırlar. “Davetiniz üzere sizi bilip tanımak istedik. Bu hediyeleri de bunun için getirdik, başka bir niyetimiz yoktu”80
Kral Süleyman elçileri geri gönderir, hediyelerini iade eder. “Ey utanan elçiler,şimdi ülkenize dönün, getirdiklerinizi de alın geri götürün. Şunu da unutmayın ki dünya malı zayıf kuşların tuzağıdır. Ben ayı ve güneşi bikr kum tanesi kolaylığında var eden Allah’ın peygamberi Süleymanım. Sizin mülkünüzü istemem. Bu hediyeleri reddetmem kabul etmemden yeğdir. Belkıs’ın yanına gidince gördüklerinizi rapor ediniz. O Allah öyle bir Allah’tır ki dilerse bütün yeryüzünü baştanbaşa altın ve değeri biçilmez incilerle döşer ve insan hayretinden secdelere kapanır. Bu dediklerimi gidin ona aktarın belki o vakit bizi anlayacaktır. “81
Sultan Süleyman vurucu cümlelerine “gidin ona deyiniz ki “şeklinde başlar, ve islam itikadının ana umdelerini tekrar eder. Son sözünde “şimdi ülkenize geri dönünüz, dedi, Kraliçenize şu ahdimi iletiniz, davetime uyarsanız, akılların alamayacağı bir devlete kavuşursunuz. Yok eğekr direnirseniz akıllarınızın alamayacağı ordularla üzerlerinize yürürüm. Onuru çiğneniş bir halde yurdunuzdan çıkarılmak istemiyorsanız davetime uyunuz”83Süleyman’ın farklılığından dolayı baba Davut onu tahtına varis yapmış. Baba Rabbine kavuşur, Süleyman babasını kendi elleriyle yıkar, kefenler ve defneder, bir yandan da kuşlara emir verir, “babamın üzerini örtün”107
Lena onca gücüne rağmen mütevazi olduğundan bahseder Süleyman’ın. Nevvare anlatır. “Kral Davut vefat ettikten sonra Süleyman’a “hacetini benden dile “diye vahyedilir. O da Ey Allah’ım der, “Kalbimi sana karşı haşyet ve muhammetle doldur. Tıpkı babam gibi sana karşı doğru ve salih bir kul olayım. Bu duadan sonra bütün özellikleri kat kat artar. Onca devletin ve azametin içinde devlet hazinesinden tek bir lokma bile yemez. Büyük ikramlarda bulunur ama kendisi arpa ekmeği ve zeytinyağı ile iktifa eder.
Nevvare’nin edindiği bilgilere göre Kral Davut’un yeşil zümrütten bir yüzüğü vardır. Bu yüzüğü Melek Cebrail ona cennetten getirmiş, Adem’in cennette takmış olduğu yüzükmüş.Yüzüğün taşında Bismillah, Mülküllah ve Lailaheillallah yazarmış
Kral Davut’a göre en önemli nimet ilim nimetidir.