Hafta sonları inziva ile geçiyor. Daha doğrusu kitaplar arasında halvet ile. Hayatta okumak ve yazmak dışında yapabileceğim başka doğru dürüst bir işin olduğunu düşünmüyorum. Hayalde yaşamışlığım gerçekte yaşamışlığımdan çok daha fazladır. Zaten bu hayali yaşam olmasaydı hayata tutunabileceğimi tahmin etmiyorum. Beni hayata bağlayan şey keyfimce düşünmek, okumak ve yazmak.
Belki de yaşamayı beceremediğim için yapıyorum bunları. Öyle ya yaşamasını bilen bunları neden yapsın ki? Ama herkes bu kadar talihsiz değil. Bazıları bu sancılı yaşamın meyvesini bir kitaba aktarır ve böylece neticesini almış olur. Bunlar yıllardır gıpta ile baktığım kişiler. Dostoyevski’nin Yer Altından Notlar’ı, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı, Amin Maalouf’un Doğunun Limanları yüzlercesinden sadece birkaçı.
Müşterisiz bir edebiyat düşünülemez. Bazen şunu geçiririm içimden: Keşke Kürk Mantolu Madonna ayarında bir eserim olsaydı da dünyada başka hiçbir şeyim olmasaydı! İnsanın gerçek evlatları ve varisleri kitapları. Sabahattin Ali’nin ailesini, çocuklarını bilen yok ama eserlerini bilmeyen yok. Ebedileşmek eserlerle mümkün. Said Nursi merhumun yazdığı eserler için "sebeb-i hilkatim" demesi bunun için değil mi?
Geçenlerde bu arzumu ilettiğim bir dost “hocam Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa en az Kürk Mantolu Madonna kadar güzel ve geleceğe mal olacak bir eser” demişti. Bu içten gelen samimi bir intiba mıydı, yoksa teselli makamında söylenmiş bir söz müydü, bilmiyorum. Talihin her kumaşa muamele biçimi farklı. Gök kubbe altında Hayyam, Behzat, Neyzen gibileri de; İskender, Kanuni, Atatürk gibileri de geldi geçti.
Ebediyet diyoruz ama bu ne kadar doğru? Pers İmparatorluğu’nun en kudretli hükümdarı ile en kudretli şairinin ismini bile kaç kişi var ya da koca Roma İmparatorluğu’nun? İnsanın ortalama ömrü dünyanın ömrüne nisbetle birkaç saniye kadar. Şöhretler bile tarihsel ve dönemsel. Ebediyeti fetheden bir şöhret yok. Yaşarken sanki herkes seninle ve sana bakıyor, öldükten sonra minnacık yaşamın seninle bitiyor. Baki olan Allah sadece.