Anadolu’nun güzel bir kentinden bir adamcağız geldi. Buyur ettim. Ön tarafımdaki koltuğa oturdu. Emekli memur imiş. Evraklarını inceledim. Eksikleri vardı. Tamamlayıp gelmesi konusunda gerekli izahatı yaptım. “Tamam” demesine rağmen kalkıp gitmiyordu. Çay ısmarladım. Bir yandan çayını yudumlarken, diğer yandan da benimle sohbet etmeye daha doğrusu içinde kalmış devasız bir derdini bana dökmeye çalışıyordu.
28 Şubat kararları yüzünden çektikleri sıkıntıları ve gördükleri zulümleri gözleri yaşararak anlattı.
Eşi kapalı olduğu için amirlerinden görmediği hakaret kalmamış. Meslek lisesinde okuyan oğlu üniversite sınavında yüksek puanlı ve il ikincisi olmasına rağmen iki yıllık yüksek okula zor girebilmiş. Askeriye sınavında; “Hayırlı olsun. Kazandınız” denmesine rağmen yedek listenin sonlarında ancak yer alabilmiş, sonuç da tabi ki hüsran olmuş.
Dilim döndüğünce; “Boş verin. Cefası gitmiş, sefası kalmış. İnşallah günahlarınıza keffaret olmuştur” dedim teselli etmeye çalıştım.
Bir şeyi ne kadar çok isterseniz isteyin, gecenizi gündüzünüze katarak ne kadar çok çalışırsanız çalışın, nasib olmayınca olmuyor işte. Bir zalimin eliyle nasib diye baktığınız şey uçup gidiveriyor.
Bir bahçe sahibi sebeplere başvurarak en güzel meyveleri almaya çalışsa ve sebeplere bel bağlayarak hakiki nimet vericiden gaflet etse, “Bu güzel meyveler çalışmalarımın neticesidir.” dese büyük bir hata eder.
Musibetin sosyali de, doğalı da bir. “Çok çalıştım. O halde sınavı kazanmam veya işe girmem kaçınılmaz bir sonuçtur” demek, hakiki nimet vereni unutmak, elbette hatadır, gaflettir, belki de hırs neticesidir. Cenab-ı Allah bir zalimi ya da bir âfeti musallat eder, bu hata ve gafletin cezasını kesiverir.
Tövbe ve istiğfar kapısı açıktır. Hataya düştüğümüzde hemen af dilemeli, istikamet ve şükür yoluna girmeliyiz. Aksi halde hayatta huzur ve sükuneti yakalayamayız. Şükürsüzlük bereketsizliği netice verdiği gibi, şükretmek de nimeti ziyadeleştirir. Dünya için değil de ahret için ne kaybettiğimize ya da ne kazanamadığımıza bakmak daha kârlı bir iş olacaktır. Şayet dünyada kaybettiklerimiz bize ahrette bâkî meyveler verecek şekilde sabır ve şükür ile kazanca dönüşebiliyorsa üzülmek yerine elbette sevinmek gerekecektir.