بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ (1)
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ (2)
"Kitab-ı âlemin yaprakları, enva'-ı nâma'dud
Huruf ile kelimatı dahi, efrad-ı nâmahdud
Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-i hakikatta
Mücessem lafz-ı manidardır, âlemde her mevcud" (3)
Cenab-ı Hak kainatı 1001 isminin tecellilerine ayine olarak daima tazelenen bir fabrika gibi bir satırında bir sayfanın tamamı ince kalemle yazılmış bir kitap gibi tamamen mevzun bir ağaç gibi yaratmıştır.
Kainat kitabının en büyük müfessiri olan Kur'an-ı Kerim'den aldığı feyizle Kainat kitabını ve yaratılış ağacını anlama yolculuğuna çıkan Risale-i Nur'a bu yazıda eşlik etmeye çalışacağız.
Birinci Mesele : Kâinatta düzen var mıdır? Düzenin varlığı ne ile sabittir?
"Nazm ve nizam-ı tamme ne ile sabittir?
Elcevab:
Nev'-i beşerin havâs ve cevasisi hükmünde olan fünun-u ekvan istikra-i tamme ile o nizamı keşfetmişlerdir. Çünki; her bir nev'e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle kendi nev'indeki nazm ve intizamı gösteriyor. Zira, her bir fen kavaid-i külliye desatirinden ibarettir. Demek şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevasis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber insan-ı asgar gibi muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz' edilmiştir. Faidesiz abes yoktur. " (4)
Birinci Sonuç : Doğa bilimleri kainattaki düzeni keşfetmişlerdir. Elektriksel, manyetik, mekanik, biyolojik her tür için bir bilim dalı teşekkül etmiştir. Bilim dalı ise genelgeçer kuralların varlığı ve düzenin sistemli olarak okunabilmesi üzerine kurulabilir.
İkinci Mesele: Enerjinin sebepler silsilesi yoluyla kendiliğinden varolamayacağını termodinamiğin birinci yasası belirleyerek İlk neden olarak yaratılışı ve yaratıcıyı zımnen kabul etmiştir. Peki kâinatta süre gelen yapım ve yıkım sebepler eliyle olabilir mi?
"Ey esbabperest ve tabiata tapan bîçare adam! Madem herşeyin tabiatı, herşey gibi mahluktur; çünki san'atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zahirî sebebi dahi masnu'dur. Ve madem herşeyin vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlak'ın ne ihtiyacı var ki âciz vesaiti, rububiyetine ve icadına teşrik etsin. Hâşâ! Belki doğrudan doğruya müsebbebi, sebeb ile beraber halkederek, cilve-i esmasını ve hikmetini göstermek için, bir tertib ve tanzim ile zahirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zahirî kusurlara, merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci' olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş; izzetini o suretle muhafaza etmiş.
Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıt, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye "Haydi sen yaz" desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir?"(5)
Sonuç: Sebepler sonuçlardan daha az sanatlı değildir. Bilimsel kanunları, doğal işleyişi icadeden yaratıcı ile zahiren o fıtri şeriatın sonucu olan neticeyi yaratan aynıdır.
Üçüncü mesele : Enerjinin devamı kabul edilince yaratma sürecinin bittiği söyleniyor. Fakat hikmet ve ikinci meselede vardığımız sonuç yaratılışın devam ettiğini gösteriyor. Yaratılış devam ediyor mu?
"Evet Kadîr-i Zülcelal'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira' ve ibda' iledir. Yani hiçten, yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşa ile, san'at iledir. Yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tâbi' olan zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.
Evet Kàdir-i Mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin enva'-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!.."(6)
Sonuç: Evet Her şeye gücü yeten Celal sahibi Yaratıcı olan Allah'ın icadı 2 çeşittir.
İnşa : Zerre boyutunda. Yok edilmeyen zerrelerin hareketiyle yeni mevcudat inşa ediliyor.
İbda: Zerreleri evvelki mevcuttan gelme olsa da her yeni mahluk şekliyle, sıfatlarıyla zerrelerinden başka bütün nitelikleriyle sıfırdan yaratılıyorlar.
Dördüncü mesele: Kainattaki yıkım ve dağılmaların da düzenin parçası olduğunu birinci mesele'de tesbit ettik. Yine de hakim olanın kaos olduğu, intizamın tesadüfi olduğu iddiasına ne dersin?
"Evet, kat'î kanaat hasıl oluyor. Hattâ dikkatle bakılsa görülüyor ki, bu saray-ı âlem inkıraza hatve be-hatve yaklaşmakta. Her saat çatısından bir tuğla, duvarından bir kerpiç, sıvasından bir parça kopmakta, hattâ lâmbasının ışığı azalmaktadır. Eksilmez, yıpranmaz, yıkılmaz, değişmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yıpranacak, yıkılacak ve değişecektir."(7)
Ey esbabperest insan! Acaba garib cevherlerden yapılmış bir acib kasrı görsen ki, yapılıyor. Onun binasında sarfedilen cevherlerin bir kısmı yalnız Çin'de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs'te, bir kısmı Yemen'de, bir kısmı Sibirya'dan başka yerde bulunmuyor. Binanın yapılması zamanında aynı günde şark, şimal, garb, cenubdan o cevherli taşlar kolaylıkla celbolup yapıldığını görsen; hiç şübhen kalır mı ki; o kasrı yapan usta, bütün Küre-i Arz'a hükmeden bir hâkim-i mu'cizekârdır.
İşte herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlahîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz'dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hâcatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir.(8)
Sonuç : Kainat ebedi alemlere dönüşmek üzere yıkılmak için yaratılmıştır. Ve sonuna yaklaşmaktadır. Bu yıkım ve inkıraz kanununun bir düzen ve kanun halinde devam etmesi tesadüfi olmadığını gösteriyor. Ayrıca (Haşiye: Yeryüzündeki yaşam, bilimin tesbitince Karbon bazlıdır. Yaşamın aktarımında en önemli molekül ise fosfattır. Karbon atomu çekirdeğinde 6 proton bulundurur. Fosfor çekirdeğinde ise 15 proton vardır. Yaşam için önemli olan oksijende 8 azotta 7 proton vardır. Fenni bilgilere göre atomların birden fazla proton taşıması için bağları eritecek derecede kuvvetli enerjiye ihtiyaç vardır. Bu enerji ise içe çöken ve patlamaya hazırlanan yıldızların kalbinde bulunur. Yani evrendeki tekâmül ve kompleksleşme hatta yaşam için gerekli materyalin oluşumu zahiren yıkım, patlama gibi görünen olaylara bağlı olarak gerçekleşir. Bu da Mukaddir olan Sani-i Zülcelalin üzüm salkımlarını ince üzüm dallarına taşıtmasındaki sebeplerle dalga geçen mutlak takdiriyle olabilir.
فَسُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ى صُنْعِهِ الْعُقُولُ(9))
zahiren yıkım gibi görünen fiillerin büyük yapımlara basamak olarak kullanılması İlahi takdire iman etmeyi zorunlu kılıyor.
Beşinci Mesele: Kâinatta atom altı düzeyden moleküllere kadar durmadan yaşanan değişim ve hareketin hikmeti nedir?
"Şimdi, Kur'an-ı Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerratın pekçok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır.
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪(2)
gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine işaret eder. Numune olarak birkaçına işaret ediyoruz.
Birincisi:
Cenab-ı Vâcibü'l-Vücud'un tecelliyat-ı icadiyesini tecdid ve tazelendirmek için her bir tek ruhu model gibi ederek, her sene mu'cizat-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her bir tek kitabdan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı, hikmetiyle istinsah etmek ve bir tek hakikatı başka başka surette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcudatların, taife taife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hazırlamak için, Fâtır-ı Zülcelal kudretiyle zerratı tahrik ve tavzif etmiştir.
İkincisi:
Mâlikü'l-Mülk-ü Zülcelal; şu dünyayı, bâhusus rûy-i zemin tarlasını bir mülk suretinde yaratmıştır. Yani neşvünemaya, taze taze mahsulât vermeğe kabil bir surette müheyya etmiştir. Tâ ki, nihayetsiz mu'cizat-ı kudretini orada ekip biçsin. İşte şu zemin yüzündeki tarlasında, zerratı hikmetle tahrik ederek, intizam dairesinde tavzif edip, her asırda, her fasılda, her ayda, belki her günde belki her saatte mu'cizat-ı kudretinden yeni yeni birer kâinat gösterir, yeryüzü avlusuna başka başka mahsulât verdirir. Nihayetsiz hazine-i rahmetinin hedayasını, nihayetsiz kudretinin mu'cizatının numunelerini harekât-ı zerrat ile izhar eder.
Üçüncüsü:
Nihayetsiz tecelliyat-ı esma-i İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın cilvelerini ifade için mahdud bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyâtları yazmak için Nakkaş-ı Ezelî zerratı, kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir. Evet, geçen senenin mahsulâtıyla şu senenin mahsulâtının mahiyetleri bir hükmündedir. Fakat, maânîleri başka başkadır. Taayyünat-ı itibariyeyi değiştirmekle, maânîleri değişir ve çoğalır. Taayyünat-ı itibariye ve teşahhusat-ı muvakkate, tebdil edildikleri ve zahiren fâni oldukları halde; onların maânî-i cemileleri muhafaza olunup, sabit ve bâki kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin, hakikatça aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı esma-i İlahiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.
Dördüncüsü:
Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdud sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasib şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında Hakîm-i Zülcelal, zerratı tahrik edip; kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı maneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi:
Nihayetsiz kemalât-ı İlahiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celaliyeyi ve gayr-ı mütenahî tesbihat-ı Rabbaniyeyi şu dar ve mahdud zeminde ve mütenahî ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek; mütenahî bir zamanda, mahdud bir zeminde gayr-ı mütenahî tesbihat yaptırıyor. Gayr-ı mahdud tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini gösteriyor. Çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pekçok nukuş-u misaliye ve çok manidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek zerreyi tahrik eden; şu makasıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir zâttır. Yoksa herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.
Daha bu beş numune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir."(10)
...
"Tahavvülât-ı zerratın ve zîhayat cisimlerde zerrat harekâtının binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi, zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye binasına lâyık zerreler olmak için, hayattar ve manidar olmaktır. Güya cism-i hayvanî ve insanî hattâ nebatî; terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhane, bir kışla, bir mekteb hükmündedir ki; camid zerreler ona girerler, nurlanırlar. Âdeta bir talim ve talimata mazhar olurlar, letafet peyda ederler. Birer vazifeyi görmekle âlem-i bekaya ve bütün eczasıyla hayattar olan dâr-ı âhirete zerrat olmak için liyakat kesbederler."
Sonuç: Nihayetsiz icad gücünü göstermek
İsimlerinin Nihayetsiz tecellilerine ayine kılmak
Nihayetsiz ebedi ve melekuti alemlere mezraa olarak çok ürün yetiştirmek
Nihayetsiz kemalatının çeşitlerini, cemalinin Nihayetsiz tecellilerini, celalinin gayetsiz etkilerini göstermek
Mutlak uluhiyetine layık Nihayetsiz tesbih ettirmek gibi beşbin hikmete binaen Cenab-ı Hak zerratı tahrik edip kainatı daima çalkalandırıyor.
Altıncı Mesele: Zerrelerin durmadan devam eden hareketinde bu hikmetlerin bulunduğu ne ile bilinebilir?
"Sual:
Zerratın harekâtında şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?
Elcevab:
Evvelâ, bütün masnuatın bütün intizamatıyla ve hikmetleriyle sabit olan Sâni'in hikmetiyle bilinir. Çünki en cüz'î bir şeye küllî hikmetleri takan bir hikmet; seyl-i kâinatın içinde en büyük faaliyet gösteren ve hikmetli nakışlara medar olan harekât-ı zerratı hikmetsiz bırakmaz. Hem en küçük mahlukatı, vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemalsiz bırakmayan bir hikmet, bir hâkimiyet; en kesretli ve esaslı memurlarını, hizmetkârlarını nursuz, ücretsiz bırakmaz.
Sâniyen:
Sâni'-i Hakîm, anasırı tahrik edip tavzif ederek (onlara bir ücret-i kemal hükmünde) madeniyat derecesine çıkarmasıyla ve madeniyata mahsus tesbihatları onlara bildirmesiyle ve madeniyatı tahrik ve tavzif edip nebatat mertebe-i hayatiyesinin makamını vermesiyle ve nebatatı rızk ederek tahrik ve tavzif ile hayvanat mertebe-i letafetini onlara ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratı tavzif edip rızk yoluyla hayat-ı insaniye derecesine çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerratı süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimağın ve kalbin en nazik ve latîf yerinde makam vermesiyle bilinir ki; harekât-ı zerrat hikmetsiz değil, belki kendine lâyık bir nevi kemalâta koşturuluyor.
Sâlisen:
Zîhayat cisimlerin zerratı içinde çekirdek ve tohumdaki gibi bir kısım zerreler öyle manevî bir nura, bir letafete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki; sair zerrelere ve o koca ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte azîm bir ağacın bütün zerratı içinde bir kısım zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduğundan gösteriyor ki: Sâni'-i Hakîm'in emriyle vazife-i fıtrat içinde zerratın enva'-ı harekâtına göre onlara tecelli eden esmanın hesabına ve şerefine olarak birer manevî letafet, birer manevî nur, birer makam, birer manevî ders almalarını gösteriyor. "(12)
Sonuç: Bütün eserlerinin hikmetleriyle sabit olan Sani-i Zülcelalin hikmetiyle bilinebilir. Çünkü en önemsiz görünen şeylerden büyük mahsuller çıkaran bir hikmetin kâinatın en çok ve esas hizmetkarları olan zerreleri başıboş bırakması mümkün olamaz. Ayrıca zaman seyri içinde zerrelerin madeniyat nebatat hayvaniyet insaniyet mertebelerini aşmasiyla görünen tekâmül bir çalıştırmanın delilidir.
Not: Meselelerin sonundaki sonuç kısımları, zihnimdeki sorulara aldığım cevaplardır. Elbette alıntı yapılan parçaların özeti ve açıklaması kabul edilemezler. Fikri geniş olanlar daha kapsamlı manalar çıkaracaklardır.
(1)Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.
(2)Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)
(3)Mektubat
(4)Mesnevi-i Nuriye
(5)Tabiat Risalesi
(6)Asa-yı Musa
(7)Barla Lahikası
(8)Lemalar
(9)Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.
(10) (11) (12) Sözler- Otuzuncu Söz