(Şefkat kahramanı annelere ithafen)
Şefkat sözlüklerde “acıyarak ve/veya koruyarak sevme, sevecenlik” olarak tanımlanır. Kökeninde sevgi, merhamet ve yardım duygularının bulunduğu şefkat çeşitli felsefi görüşlerde ve inanç sistemlerinde farklı kavramlarla dile getirilmişse de hepsinde de olumlu bir duygu ve davranış biçimi olarak dile getirilmiştir.
Şefkat, çevresindeki insanları kabullenme, onlarla yakından ilgilenme, onlara sevecenlik ve sempati ile yönelmedir. Başkasını koruma, himaye altında bulundurmadır
Neo-spiritüalist görüşte bir ruhsal yetenek olarak ele alınan şefkat, bu görüşe göre, insan ruhunun“Dünya okulu”nda geliştirmesi gereken en önemli ruhsal yeteneklerden biridir. Temelinde vicdani motivasyon bulunan, diğergamlık adı verilen ruhsal yeteneklerden biri olarak kabul edilir.
İbn Manzur'un Lisanü'l-Arab isimli eserinde şefkat kelimesinin sözlük manasıyla ilgili şu bilgilere yer verilir:"Şefk ve şefkat, işfâk'tan türetilmiş iki isimdir. Şefk, incelik, acıma ve şefkat etme manasını taşır. Şefkatli olana şefîk denir. Çoğulu şafakûn'dur. [1]
Şefkat, çevresindeki insanları kabullenme, onlarla yakından ilgilenme, onlara sevecenlik ve sempati ile yönelmedir. Başkasını koruma, himaye altında bulundurmadır. Dolayısıyla, çevresindeki insanların iyi özelliklere sahip olmalarını arzu edip, onları felakete sürükleyecek yanlış işlerden ve kötü davranışlardan koruma isteği de şefkat duygu ve düşüncesinden kaynaklanır. Şefkatten ve otoriteden yoksun olmak yüzünden ahlâk dışı birçok davranışlar meydana gelir.
Şefkat, karşıyı kendi aleminde dönüştürüp iki farklılığı teke indirmektir..
Şefkatin kaynağı, Vacibül Vucüdun Zat, Sıfat ve Esmaya bakmasıdır.
Said Nursi besmele hakkında kaleme aldığı risalesinin Birinci Sır başlığı altında, varlıklar üzerine vurulan üç tane Rububiyet mühründen bahseder. Bunlardan birisi kainat üzerine, ikincisi dünya üzerine, üçüncüsü ise insan siması üzerine vurulmuştur. Üçüncüsünü açıklama yaparken şöyle der: “insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i refet ve dekaik-i şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki, Bismillâhirrahmânirrahîm'deki er-Rahîm ona bakıyor.” [1] 0 halde merhamet,acıma latif duyguları; şefkatin incelikleri ve merhametin keyfiyetleri,halleri, talebleri Zat-ı İlahiyeden tezahür etmektedir. Ayrıca şefkati; Vacib-ül Vücud’a bakan yönünü belirtmek için “Elbette, o Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-yı zâtîsine ve gınâ-yı mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münasip bir şekilde,hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır.”[2] Şefkat; Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun şuunat, sıfat ve esmasına bakması nedeniyle insan ve Allah arasında kopmaz nurani bir bağ oluşmaktadır.
Şefkatli annenin kalbi Ayna-yı Samed’dir.
Allah’ın Samed aynasıyla acz, fakr ve muhtaç olduğunun şuurundadır. O’dan yardım, koruma, himaye ister. Vicdandaki istimdat noktası ve istinat noktasından rabbine müracaat eder. Mana-yı harfiyle Allah’ü Teala’nın kainattaki esma tecellilerini okur ve okutur.
Risale-i Nur un mesleği acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür.
Risale-i Nur'un mesleği bu dört esas üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman'ın Kur'ân dan çıkartmış olduğu bu yol Allah'a vâsıl olacak en keskin, en selâmetli ve en kısa bir yol olarak nitelendirilmiştir. İnsanlar acz ve fakr ile Allah’ın güç ve gınasına; şefkat ve tefekkürle Hz. İbrahim’in mesleğine, Allah’ın Rahim ve Hakim tecellilerine mazhar olmaktır. Risale-i Nur'un mesleğinin dörtte biri şefkattır. Kur'ân nâmına ve âhiret hesabına mânen yıkılan ve dökülen insanlara şefkat elini uzatmak, onların kurtuluşu için çırpınmak, didinmek ve yoğun gayret göstermek de Nurun mesleğinin esaslarındandır.Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve geniş bir yoldur.
Şefkat halistir, karşılık istemez ve menfaat beklemez.
Ama sevgi ve sevginin şiddetli hali olan aşk, karşılık bekler ve menfaat ister. Bir tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusuna olan şefkatinden dolayı yavrusunu kurtarmak için ite atılır, bazen de kafasını kaptırır; kendi hayatını hiç karşılık beklemeden feda eder. Şeceat’ın örneğini ve kahramanlığını gösterir. Fakat aşıkların çoğu karşılık bekler, maşukunun da kendisini sevmesini ister. Sevgilerin büyük kısmı menfaat üzerine döner.Bu yüzden şefkat, muhabbetten daha yüksek, daha keskin, daha selametlidir; doğrudan Cenab-ı Allah'ın Rahîm ismine isal eder. İşte bu sebeplerden dolayı Risale-i Nur yolunda Marifetullah’ta terakki için, aşk yerine şefkat esas alınmıştır."Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. " Çünkü, mukabilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır. Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum validelerde derc edilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam mânâsıyla validelerin şefkatleri mazhardır. Valideler, o sırr-ı şefkatle, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve talep etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir. Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için-Hüsrev’in müşahedesiyle-kafasını ite kaptırır.”[3]
Şefkat geniştir.
Bir kimse şefkat ettiği evladından dolayı bütün yavrulara şefkat gösterir. Hazreti Hacer Validemiz; Safa ve Merve tepeleri arasında çocuğu ismail’e su bulmak, zararlardan korumak için koşuşturmasını, Zat-ı Zül Cemal’in şefkatini celb ederek; Rahim tecellisinin mükafatını, zemzemle teskini ve bütün insanların Hacc’da sembolünü kazanmıştır. İnsanları, rabbinin Rahim tecellisine buluşturan bir sembol ve genişleyerek kuşatandır.
Şefkatin kadındaki farklılığı maddi ve manevi yaradılışının özünde vardır.
Bediüzzaman Said Nursi :“ gördüm ki” der. “Rahim ismi Şefkat burcunda tulu etti. O kadar güzel ve şirin bir surette o acı âlemi sevinçli aleme çevirip ışıklandırdı ki,...” Rahim, kelime kökü itibarıyla ‘rahm’ den gelir ve kadın nev’ine derç edilmiş rahim ile kelime yapısı aynıdır.Yani mana birdir. Rabbül Alemin kadının yaradılışında kadınlık uzvu olan rahmi onda yaratırken Rahim ismini kadının aleminde ışıklandırmıştır. Bu şefkati anne olan bayanlar çok daha iyi anlar, hisseder ve görür.
Şefkat- kahraman ilişkisinde kadın fıtratı önemlidir.
Kahraman tabiri Risale-i Nur’da saff-ı evveller için kullanılır. Valide, ihtiyare, genç hanım ve nisa taifesine şefkat kahramanı ifadesi kullanılır. Şehit kahramanı Hafız Ali, Hasan fevzi. yeğenim Abdurrahman, Zübeyir, Risale-i Nur ve nur kahramanı, Hüsrev. Şeceat kahramanı. Hz. Ali. Risale-i Nur’un mânevî avukatı ve bir kahramanı Ahmed Feyzi. İslâmın büyük bir kahramanı Celâleddin Harzemşah’a , Adnan Menderes. Gençliğin bir kahramanı Seyyid Salih, Merhum Burhan. Nurun ümmî ve gizli kahramanı,..Denizli nin bir manevi kahramanı merhum Hasan Feyzi nin (r.h.) Isparta kahramanı merhum Hafız Ali nin (r.h.)… Isparta Denizli, Sofranbolu, Denizli, Kastamonu kahramanları...îman kahramanı büyük mücahid Bediüzzaman Hazretleri.
“Risale-i Nur'un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur'la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillâhilhamd bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânâsını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir.” [4]
Şefkat affedebilmektir.
Bediüzzaman Sait Nursi; Zulmün yırtıcı pençelerini karanlık bir çehre gibi hapishane duvarlarında aksettiren başsavcıya, sırf küçük masum çocuğu zarar görmesin diye beddua etmemesidir. Dava arkadaşı amcası Hz. Hamza’nın ciğerini söken Vahşi, müslüman olunca onu affeden Rahmet peygamberi Hz. Muhammed (sav) Rahim yolunu, şefkatin affetmekten geçtiğinin rehberi olmuşlardır.
Şefkat, gül yetiştirir gibi sabırlı olmaktır.
Gül tohumunu toprağa atıp nasıl neşv-ü nema bulması gibi tikenlere katlanarak gülü, maşuku olan bülbülle buluşturma çabası sabırdan geçer. Hayatın her anında acz ve fakr ile ilmek ilmek dokunan sabrın mükafatını Zat-ı Zül Cemal’in şefkatinin ve rahmetinin celbine vesile olacaktır. “Cennet annelerin ayakları altındadır.” müjdesini alacaklardır.
Şefkat kötülüğe karşı iyilikte bulunabilmektir.
İyiliği iyilikle muamele etmeyi herkes yapabilir fakat kötülüğe karşı iyilik yapabilmek şefkatli ve kahramanlığa has, özel ve insanî kâmil dedirten bir ahlaktır. “Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..”[5]Bediüzzaman’ın engelleri hiçe sayarak alevlere doğru koşması imanın gücü ve bünyede kökleşen şefkatin yansımasıdır.
Kadın şefkati eğitime önem verir.
Rububiyet tecellisiyle evlatlarını terbiye eder, dünyaya ve ahirete hazırlar.İman hakikatlerini aklına, kalbine, ruhuna çekirdek gibi eker.İman ve güzel ahlak neticesinde fıtri şefkatle beşeriyet canlanır, toplumlaşır ve medenileşir.
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”[6]
Şefkat yardımlaşmayı ve muhtaçlara ulaşmayı gerektirir.
Allah (cc) hayatı yarattı ve merkezine rızkı koydu. Şefkat ve merhametiyle bütün varlıkları yardıma koşturarak insanların da yardıma koşmalarını istedi. “Meselâ, unsurları zîhayatın imdadına, hususan bulutları,nebatatın mededine ve nebatatı dahi hayvanatın yardımına ve hayvanat ise insanların muavenetine ve memelerin kevser gibi sütleri, yavruların beslenmelerine ve zîhayatların iktidarları haricindeki pek çok hâcetleri ve erzakları, umulmadık yerlerden onların ellerine verilmesi, hattâ zerrât-ı taamiye dahi hüceyrat-ı bedeniyenin tamirine koşmaları gibi, teshir-i Rabbânî ile ve istihdam-ı Rahmânî ile,hakikat-i teavünün pek çok misalleri doğrudan doğruya, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden bir Rabbü'l-Âlemînin umumî ve rahîmâne rububiyetini gösteriyorlar.” [7]Kainattaki bu mükemmel düzen ve intizam bu şefkatkarane yardımlaşmanın bir neticesidir.
“Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası, birer vazifesi olduğu gibi, herkesin heyet-i içtimaiyede müteselsil, revabıt ve vezaifi vardır. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz.Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki, şefkat-i cinsiyeyle intiaşa gelir ki, tearüfle teavüne sebeptir. Veya menfidir ki, hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki, tenakürle teanüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder.”[8] Zenginin fakire, kuvvetlinin zayıfa, büyüğün küçüğe yardın elini uzatması insanlığın üzerinde durması gereken konudur. “ Alem-i beşerde hayat-ı içtimaiye’nin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakki yatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryaki, ilacı, muavenettir.”
“Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada "Ümmetî, ümmetî" rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes "Nefsî, nefsî" dediği zaman, yine "Ümmetî, ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan” [9] Kendi nefsini düşünmeyen ümmetini düşünen bir peygamberin takipçisiyiz. şefkat peygamberin şefaatine nail olmak istiyorsak O’nun sünnetine tabi olmaktan geçiyor.
Şefkat; rahmetin şefkatini geçmemesi ve suiistimali.
Risale-i Nur’da şefkat yerinde kullanılmadığı takdirde ve suistimali sonucunda; insana hem dünyada hemde ahirette çok izdırap, üzüntü, elem ve keder verdiğini anlatılır. Şefkat tokatı; terbiye etmek, ikaz etmek ve intibaha getirmek için yakınında bulunan talebelere uygulandığı örnekleri risalede konu olarak geçer. Bu bahisler okunarak sırati müstakimdeki yolumuz aydınlanır ve yoldan ayrılmayız. “şefkat-i neviye cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ahkemülhâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerîm ve Rahimin hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Mânen denildi ki: "Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakim ve Rahimin hikmetini, rahmetini bir nevi tenkit hükmüne geçer. Rahmet-i İlahiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha ekmel hikmet, dâire-i imkânda olamaz. Âsiler, cezalarını; masumlar, mazlumlar, zahmetlerinden on derece ziyade mükâfâtlarını alacaklarını düşün. Senin daire-i iktidarının haricinde olan hadisata, Onun merhamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti noktasında bakmalısın." Ben de o lüzumsuz şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.”[10]
“Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur: O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden buhelâketime sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a'mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.” [11]
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1]http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eefkat.29.03.2015
[1].http://www.erisale.com/#content.tr.14.26 Sözler sy.30, erişim tarihi: 28/03/2015
[2].NURSİ, Said (2008), Mekbubat,Envar Neşriyat, İstanbul,s.286
[3].http://www.risaleinurenstitusu.org/ Lem’alar sy.137,
[4].http://www.erisale.com/#content.tr.3.323 Lem’alar sy.323,
[5].http://www.erisale.com/#content.tr.14.26 Tarihçe-i Hayat sy.89
[6].http://www.erisale.com/#content.tr.3.325 Lem’alar sy.325
[7].http://www.erisale.com/#content.tr.3.325 şualar sy.195
[8].NURSİ, Said (1998), Sünuhat, Envar Neşriyat, İstanbul,s.22.
[9].http://www.risaleinurenstitusu.org/ Lem’alar sy.225
[10].NURSİ, Said (1998), Kastamonu Lahikası,Yeni Asya Neşriyat, İstanbul,s.170
[11].http://www.erisale.com/#content.tr.3.324, erişim tarihi: 29/03/2015