Bu günlerde toplum hafızası ciddi travmalar yaşıyor. Bunun genel sebepleri arasında üç noktayı dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Bunlardan biri, kişilerin hayatında olumsuz iz bırakan geçmişe ait hatalarıdır. Bunu telafi edecek, unutturacak ve yeni başlangıçlar yaptıracak bir hareket ve heyecanın içine girmeyince, iç daralmalar başlıyor. Bunalımın eşiğine gelip, kendini güvende görmeyen, güven hissetmeyen, olumsuz bakan, tedbirli olayım derken hayatını kapatan bir ruh hali ortaya çıkıyor.
İkinci bir sebep, özelde ve genelde yaşanan olaylar. Şahsi hayatında çevresi ile yaşadığı iletişim problemleri, aile içi gerginlikler, iş bulamama veya işini kaybetme kaygısı, geçim problemi gibi bir çok konu şahsi hayatını geriyor, strese sokuyor. Korku duvarlarına hapsediyor.
Bunları yeterince paylaşacağı, yardım isteyeceği ve rehberliğinden tatmin olacağı bir ilgi ve bilgi desteği alamaması veya bulamaması halinde, bunalımı arttırıcı etkiler artıyor.
Diğer yandan, genel olaylar kategorisine baktığımızda, yanı başımızda, İslam ülkelerinin işgali, milyonlarca insanın katli, bizim onları en yakın mercekte hissetmemiz, ciddi acıları ve tepkileri beraberinde getiriyor. Zulmün bürudeti kafiranesini yaşatıyor.
Dünyayı sarsan bir küresel oyun mu, bir felaket senaryosu mu, yoksa ciddi bir mali çöküş mü olduğu tam anlaşılamayan küresel ekonomik kriz ise, en yakın mesafede cebimize uzanıyor ve gelirimizi tırpanlıyor.
Vurdumduymaz/doymaz hakim güçleri ve küresel ekonomi aktörleri sarsan, krize sokan ve mazlumların ahını aldıran bu gelişmeler, mağdur insanların umut dünyasından pencereler kapatıyor ve iç tükenişe götürüyor. Yalnızlaşma süreci de bunu tetikliyor.
Bir de, birinci derecede ülkemizde yaşadığımız ağır vakalar var. Terör belası, insanları ifsat eden komiteler, sonu gelmeyen tartışmalar ve zıtlaşmalar, siyasi ve sosyal çatışmalar, sabır ve ümit tohumlarını azaltıyor. Geleceğe ait bu kıymetli sermayemizi şimdiden kurutuyor, yeşermesini engelliyor.
Üstüne üstlük, son iki yılın bir olayı daha var ki, tam bir dehşet ve vahşet tablosu. Hepimizin hissettiği, zaman zaman yaşadığı, devlet kavramı ile iç içe girmiş derin mahfillerin derin tezgahları ve ektikleri fitne tohumları. Risale-i Nurdaki ifadeyle İfsat komiteleri denilen bu şer cephenin nihayet adı konuldu ve deşifre olmaya başladı. Ergenekon terör örgütü, bu anlamda yıllarımızı alacak bir mücadelenin, şerri çözmenin ve metanetle hamiyetli mücadele vermenin bir süreci olacağa benziyor.
Her gün Neler oluyor? dedirten haber akışları ve oluşan gerginlik, sinirleri tahrip ediyor. Ajitasyona ve provokasyona müsait zeminlerde yeni yaralar açıyor ve insanın şevk kaynaklarını olumlu ya da olumsuz etkileyebiliyor. Bu da seçtiğiniz taraf ve net olmakla alakalı bir ruh yansımasıdır.
Evet, yaşanılan travmaların üçüncü ana sebebi de sevgisizliktir. Toplumun sevgi dili kurudukça, köreldikçe, imkansızlık ve çaresizlik arttıkça tahammülsüzlük de artıyor. Sosyal adaletsizlik, kendini değerli görememe ve değer verilmemesi, yaşadığı başarısızlıklar, kendini suçlu ve mahcupkar görme psikolojisini beraberinde getiriyor. İnsanı bunalımın eşiğine sürükleyebiliyor.
Böyle hallerde, etrafa negatif bakma, olayları olumsuz yorumlama, şüphe ve komplo teorileri üretme, kafa yıkayıcılarla dertleşme ve iş yapmama, tembelleşme, isteksizlik gibi bir çok yan hastalık ve çöküntü baş gösteriyor.
Evet yukarıya çıkardığımız bu tablo, biraz felaket tellallığı olsa da, içinde bulunduğumuz yerkürede yaşadığımız en genel haller.
Bütün bunların yanında, en önemlisi olup, en sona bıraktığımız bir yangın daha var ki, onu söndüremediğimiz için, yukarıda saydığımız üç ana bunalımı çözemiyoruz.
Karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.feryadını Bediüzzamana yaşatan vahim durum, imansızlıktır.
İman yangınına, onun sardığı yeryüzü felaketine, şahsi daralmalarımıza, küresel kıskaçlara ve sevgisizliğe nasıl dayanacağız?
Bunlara karşı elimizde ne var?
Bu yangını/yangınları söndürecek suyumuz var mı?
Bunu taşıyacak kovalarımız var mı?
Bunu götürecek hamiyetli insanlar yeterli mi?
Kendini ateşe atıp, ateşi söndürecek fedakar itfaiyeciler var mı?
Varsa ne yapıyorlar? Sonuç ne?
Yoksa, ne yapmamız gerekiyor?
İmandan yapılmış amyant zırhını giymeyen itfaiyeci, bu yangına nasıl müdahale edebilir? Fikir tankı boş bir araç, iman suyu olmadan hangi tohumları yeşertebilir, ya da hangi ateşi söndürmeye gidebilir?
Evet, bizi harekete geçirecek, helaket ve felaket asrının fitnelerinden koruyacak bir ilaç ve bir rahmet tecellisi elimizde, içimizde ve depomuzda mevcut.
Peki neden bunu kullanamıyoruz?
Neden açmıyoruz?
Neden harekete geçiremiyoruz?
Neden kullandığımızda, çoğu zaman yanlış yerde sarf ediyoruz?
Bu sermayemizin ne olduğunu söylemeye gerek var mı?
Hepimizin bildiği, ancak yaşamakta zorlandığı şefkatten bahsediyoruz.
Sevgisizliğin de, acımanın da, diğergamlığın da, hoşgörünün de ilacı olan şefkat.
Öncelikle insanlardan başlayıp, diğer canlılara, hayata ve kainata şefkatle bakmak.
Şefkati veren adına bakmak. Şefkatle kendimizi yakmak.
Günah odunlarını bu vesileyle tüketmek. İman ateşini ise tefekkürle şuurlu bir enerjiye çevirmek. Harareti, harekete dönüştürmek.
Buna talip olmaya, bunu düşünmeye, bunu yaşamaya, şimdiden tezi yok bunu hayatımıza taşımaya ne dersiniz?
Şefkat kahramanı kadınlara bir destek de beylerden gelmeli.
Şefkat kampanyamızı ısıtmaya, bunu hayat pratiklerimize mal etmeye ve dünyaya şefkatle bakıp mazlumlara merhameti, zalimlere ise nefreti gönderecek şekilde, iç dünyamızı yenilesek, şefkat sistemimizi buna göre yapılandırsak, ne dersiniz?
Mesleğimizin esası uhuvvet olduğuna göre, Risâle-i Nurun mesleği, maddî ve manevî feragat mesleği ise, Şefkatle cihazlanmış, hürriyet-i şeriyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemek prensibi ile,
Şefkat kampanyasını içimizdeki şefkat yumağından başlatmaya ne dersiniz?
Âlem-i İslâmın maddî terakkiyatının ve istikbaldeki hâkimiyetinin, kalbinde bulunan beş kuvvet ten biri şefkat olduğuna göre,
Şefkatle bakılacak, okunacak, anlaşılacak ve yapılacak çok işimiz var.