Bütün hayatımıza gerekli şeyler yukardan semadan bize gelir. Gelen şey kudsiyetine göre geldiği yeri de mukaddesleştirir. Allah’ın bir hazinesi gökyüzü bir hazinesi yer yüzü, biz bu iki hazinenin arasında dolaşan bir başka hazine. Bizi hazine yapmak için yukardan gelenler ve aşağıdan çıkanlar, yukardan inen rahmet ile aşağıdan çıkan mahsulatı rahmet bizi Rahman’a kul etmek için. Bizi bir şeye benzetmek için yapılan semavi ve arzi eylemler o kadar çok ki. Bu kadar büyük bir tekamül trafiğinin santral kabloları tarzında görüntüsü olsaydı sayısız kablonun bize bir kısmının semaya ve bir kısmının yer yüzüne dağıldığını görürdük. İşte bu santral kabloları bizim üzerimizde ama görmüyoruz. O kadar kibar bir şekilde bizimle münasebettar ve bize yerleştirilmiş ama sanki hiçbir şey yokmuş gibi.
Maddi hayatımız için ışık gökyüzünden gelir, renk gökyüzünden gelir, biçim tasarım gökyüzünden gelir. Hayatımızın bütün etvarında bir ressamın eli dolaşır, tasarlar boyar renklendirir. İşte Yedi Kudret bu. Sabah uyandığımızda her taraf parıl parıl parlak hem temiz hem de renkli. Geceleri bir ressam ordusu dolaşır bizim dünyamızda. Evimizi süsler ve bize bırakıp giderler, biz ise hiç o güzelliklere bakmaz, kendi dar dünyamızda uğraşır dururuz. Alemin sahibi kainatın güzelliklerini değil kendi kokuşmuş güzelliklerimizi beğenir mutlu olur gibi oluruz. Ne olması gerektiğini bilenler olmuşlar. İşte Bediüzzaman böyle bir büyük insan. Bütün hayatı öğrenmekle öğretmekle çile ile geçmiş. O bir büyük öğretmen, bir muallim. Büyük eserler vermek için kaderin gizli atı onu koşturmuş, Nurs, Van, Bitlis, Mardin, İstanbul bu yıllarda dolmuş, hem çile ile hem ilim ile. Hiç boş vakit geçirmemiş, o mekandan oraya öbür mekandan buraya, her mekanı kendi ruh mekanını süslemek doldurmak için kullanmış, mekanlar onunla nurlanmış onunla mana dolmuş.
Daha sonraki yıllar meyve vermeye müsait hale gelmiş ağacın meyve yılları olmuş, Barla büyük meyvelerin yeri, arkasından Denizli, Afyon, Eskişehir çileli meyve hasadı yılları. Her durakta kaderin silkelediği ağaçtan büyük meyveler eserler dünyasına dökülmüş. Fırtına, rüzgar, kasırga bitmiş orta yerde şehirler ve eserler kalmış. Bediüzzaman dünya ve Türkiye haritasında bir olaylar ve eserler kumkuması meydana getirmiş, bugün insanlık onun eserler ve meyvelerinden istifadenin güzel günlerini yaşıyor.
Gökyüzünden su gelir enzele denir gelene, gökyüzünden peygamberler gelir, irsal-i resul, gökyüzünden kitaplar gelir, inzal-i kütüb. Şairin dediği gibi, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurur birçok insan. Allah mukaddes kitabında kaç yerde ye der, kaç yerde bak der, sonra da bakmazlar mı diye ironik eleştiri yapar. Allah Bediüzzaman’ı şehirden şehire göndermiş. Gönderme nedenleri acılı, husuzsuz edici. Oralarda gördükleri kırıcı, ezici, dayanılmaz. O acılar gittiler, yerini o acılara katlanan büyük insan kitaplar ile doldurdu.
Kastamonu bizim tarihimizin mutlu şehirlerinden biri. Oraya birçok kitap Bediüzzaman’ın melekatı kalbiye ve akliyesinden inmiş. Ayet’ül Kübra gerçekten büyük bir ayet, o kitabına emsalsiz kitap der, Karadağ’a gidip gelirken orada yazar bu kitabı. Polis onu takip eder yazdıklarını alır ihma eder. Daha sonra yazdıklarını ağaç kovuklarına koyar sonra talebesi gider onları getirir. Bu gün dünyada best seller diye meşhur olan kitaplar vardır, sayısız baskılar yaparlar, aynı zamanda ruhlara baskı yaparlar, ruhları şekillendireceklerine ruhları burkar kötü hazların girdabına atarlar. Ayet’ül Kübra’nın kahramanı kainattan Yaratıcısını sormak için yola çıkmıştır. Hazır klişelerle değil, verilmiş ifadelerle değil, tabiatla kurduğuz iletişim köprüleri ile Allah’ı tanır. Bediüzzaman seyyahı ile birlikte otuz üç duraklı seyahatnamenin duraklarında bulunur, her duraktan yeni marifet ve ilim ve iman alır, aşkla şevkle diğer durağa koşar. O yolcu yorulmaz ve tok olmaz yolcudur.
Dünya edebiyatında yol ve yolculuk eserleri romanları vardır ama Bediüzzaman yolculuğunu kainatı anlamlandırmak kainatı meydana getiren cüzleri anlamlandırmak, olayları anlamlandırmak için kullanır. Bulutu, berki, ra’dı, gök gürültüsünü daha neler neler manalandırır. Bu kitabın tanıtım toplantıları yapılmalı ama hangi insanlarla? Altını tartmak için terazi hem de hassas teraziler lazımdır. O kitapları dünya düşünce tarihindeki din tarihinde tevhid tarihine yerleştirmek büyük dehaları gerektirir. Ayet’ül Kübra şuhudi bir tefsirdir, görülen seyredilenden imana gider, seyirden maarife imana gider. El Hüccet üz Zehra’da Lailahe illallah’ı anlatmaya başlarken Lailaheillallah’ın Ayet’ül Kübra olduğunu söyler, bütün tarikatların kendisinden çıktığı bu mübarek kelime, zikir iklimlerinin bu baş serzakiri Bediüzzaman’da görsel ve düşünsel bir seremoniye dönüşür. Bütün peygamberlerin mukaddes telakki edip birbirine devrettiği bu kelimeye Bediüzzaman tevhid tarihinin en geniş anlamlarını verir. Kerem nasıl bütün coğrafyada Aslı’yı ararsa kainattan halıkını soran seyyah da bütün zahir ve batıni alemlerden, Allah’ı sorar ve onlarla dialoglara girer. Bazan kendi ile monologlara girer ve Allah’ı sevgililer sevgilisini bulur.
Şair bir sesi arar, aramak bütün insanların ve bütün canlıların var olma gayreti.
Geceleyin bir ses böler uykum
İçim ürpermeyle dolar Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin
Gün olur sürüyüp beni derbeder
Bir ses rüzgarlara karışır gider
Gün olur peşimden yürür beraber
Ansızın haykırır bana Nerdesin
Bütün sevgileri atıp içimden
Varlığımı yalnız ona verdim ben
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana gel desin
Tecer ararken kapalı bir dünyada kapılar aramaya çabalar. Bediüzzaman da bir sese koşar o tevhidin varlık diliyle bağırdığı sestir, varlığı inkar eden sofinin rağmına Bediüzzaman varlığı büyük varlığa merdiven yapar. Nerdesin diyen her sese koş Allah’ım sen arayanların Rabbisin, yardım isteyenlere koş Allah‘ım sen mütehayyirlerin hayret ettiği ve hayretin ıssızlığında sen varsın. Aramak nasıl bir şeydir, o nasıl bir metadır? Yüklendiği canlıya merak ile birşeylerin arkasından gitmeyi öğretir, nerden gelir aramak nasıl insana yüklenir aramak, beş duyunun hedefinde aramak, bize herşeyi Allah’ı peygamberi varlığı bulduran his aramak. Bir şehirde bütün hareketin hedefinde aramak. Bu koca hisse sadece bir kara kaş kara gözü yeterli gösteren insan zihni yazık değil mi? Hira’ya giden Nebiler nebisi (asm) aramak için gidiyordu. Sina’ya koşan Cenab-ı Musa aramak için gidiyordu. Hangi fen adamına baksan hayatını kuran aramak Allah’ım bu nasıl bir histir, ne manadır hangi bakkalda satılır. Aramak hissini koruyan insanlar büyük insanlar, arama hissini uyutanlar küçük insanlar. Bir şehri bir eşarp için bir koku için bir elbise için kırıp döken kör aramak, bir ömrü bir güzel göze heba eden aramak, herkes aradığından geçirecek imtihanı, aradığı ile değer kazanacak.
Ararım seni her yerde
Issız gecelerde sevgilim nerde.
Sevgili insana hayatı zehir eden kelime, arayana göre değer kazanan kelime sevgili.
Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni
Gökyüzünde İsa ile Tur dağında Musa ile
Elimdeki asa ile çağırayım Mevlam seni.
Şehir demiştik. Kastamonu’nun ikinci büyük eseri Münacaat’tır. O da Ayet’ül Kübra’dan geri kalmaz. Sekiz değişik olaylar topluluğunu yukarıdan aşağı semadan yeryüzüne ve yer yüzünde dolaşarak onların hepsini bu sefer gözlemi marifete ve daha sonra duaya çevirir. Bilgiyi marifete çevirmek bir büyük sanat ama bilgiyi marifet yaparak bir de onu duaya çevirmek bu Bediüzzaman’ın hassası. Kudsi dehası ilimi duaya kalbetmek. Bizim edebiyatımızda, dinimizde çok münacaatlar vardır ama Bediüzzaman gibi fenni bilgileri duaya çevirmek ona has bir yoldur. Aşılmamış bir kulvardır.
Şinasi Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım der. Münacaatında güzel şeyler söyler.
Hak taala azamet aleminin padişahı
Lamekandır olamaz devletinin tahtgehi
Hastır Zat-ı ilahisine mülkü ezeli
Bi hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli
Eseri hikmetidir yerle göğün bünyadı
Dolu boş cümle yed-i kudretinin icadı
İzzet i şanını takdis kılar cümle melek
Eğilir secde eder piş-i celalinde felek.
Bediüzzaman eserinde hiç kimsenin yapmadığını yapar. Nasıl Ayet’ül Kübra tevhid tarihinde tevhidi anlatan eşsiz eserse ta asırlar öncesinden Hz. Ali Efendimizin dikkatini çekmiştir. Asırlar öncesinden Bediüzaman’ın vitrininde o eseri görmüş hem eseri hem sahibini kutlamış. Biz de kutlayalım şu ülkede Ayet’ül Kübra günleri yapalım.
Manacaat da dua tarihinin eşsiz eserlerinden biridir, çünkü kurgusu ve kurgu içinde yer alan materyal gözlemler, kalbi ve ruhi elementler çok farklıdır. Çok estetik iki eserdir Ayet’ül Kübra ve Münacaat. Bediüzzaman’ın eserleri zaman içinde dil ve yapı, estetik unsurlar olarak zamanla çok gelişmiştir. Muhakemat’taki Bediüzzaman ile Münacaat’daki Bediüzzaman farklı Bediüzzaman’lardır. Çile Bediüzzaman‘ın kalemini çok daha itinalı ve estetik bir hale getirmiştir.
Kastamonu’nun bir dershanesinin adı Şualar dersanesi. Doğru bir isim çünkü Kastamonu Bediüzzzaman’ın Şualar isimli eserinin en önemli bahislerinin kaleme alındığı beldeyitayyibe. Gönül isterdi ki Kastamonu‘da ev ev bu kitapları dağıtalım. Bediüzzaman her kitabının basılmış halini görünce kitabın fiyatı kadar başkasına vermek şartı ile kitabın alınabileceğini söyler, yani okumak ve dağıtmak. Çünkü nur talebesinin en büyük hassası Bediüzzaman’ın eserini kendi eseri telifi olarak bilmektir. Kim kendini nur talebesi görürse Ayet’ül Kübrayı kendi yazmış gibi telakki etmesi gerekir. Acaba o kitabı şimdiye kadar kaç kişiye verdi, hani kendi kitabı idi ya?
Kastamonu mekanlarını yazarken çektiklerini düşündüm, ama bir de neyi merak ettim? Bu büyük eserleri yazarken düşündüklerini, eserin kuvveden fiile yazıya geçerken halini yani doğum şarkısını. Bu konuda neler söylemiş? Sadece Ayet’ül Kübra için ihtiyarımla olmadığını hissettim diyor.
Şehirler ve kitaplar, Kastamonu, Münacaat, Ayet’ül Kübra. Barla Sözler, Lemalar, Mektubat. Denizli Meyve Risalesi… Mekke ve Medine birçok peygamberin indiği yer, Kuran’ın indiği yer. Marifet kitap ve öğretmende, kitap ve peygamberde. Kitapların hava alanı kafalardır, hafızalar, akıl ve gözlerdir. Kur’an ve Mekke diye bir yazı yazmak, Mekke ve Resulullah (asm) diye bir yazı yazmak, şehirler ve Resullullah diye bir yazı yazmak… Edebiyat uğramamış Müslümanların dine bakışına, batı kırık dökük dünyadan ne edebiyat metinleri çıkarmış, biz ise her yeri altın olan bir altın kainatın ve altın madeni dinin edebiyatını yapamamışız. Aşağı bak ırk yukarı bak ırk, metni anlamak yasak anlamadan nasıl manalar doğar? Doğmak ikili bir eylemdir, toprağa giren tohum doğuma neden olur. Zihne giren anlam başka anlamları doğurur. En büyük tarla akıl ve dimağ. Dimağın üzerinden hızla geçen cümle bir şey doğurmaz.