Sekine, sükûnet, vakar, ağırbaşlılık, kalp huzuru ve tevekkül hali... Amacını ve hedefini belirleyerek yaratılış amacına uygun sükûnet içinde ve gönül huzuru çalışmak sekinet halidir. Bu halin bu zamandaki sahibi ise Bediüzzaman Said Nursi hazretleridir. Dört devir yaşamış... Padişahlık, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi devirlerini görmüştür. Birinci ve ikinci dünya savaşını görmüş, Osmanlı’nın yıkılışını ve Cumhuriyetin kuruluşunu görmüştür. 1917 yılında Kosturma’da Çarlık Rusya’sını yıkılışını ve Komünizm ihtilalini bizzat yerinde gördü. 1922 yılında Ankara’ya geldi ve Cumhuriyetin kuruluşunu yerinde müşahede etti.
Katliamları, istilaları, yıkılışları, çöküşleri, işkenceleri, sürgünleri, hapisleri, idam için yargılanmaları, idam sehpalarını gördü… Nice ihanetleri ve istismarları yaşadı… Bütün bunlara rağmen sekinetini ve sükûnetini hiç bozmadı; hedefinden ve amacından hiç şaşmadı. En olumsuz şartlarda bile “Sekineyi” ve Cevşen-i Kebiri okuyarak “Allah’a tevekkül etti” ve kaderin hüküm ve hâkimiyetine teslim oldu, bulunduğu şartlarda kendi üzerine düşeni yapmaktan geri durmadı. Hâdisât-ı âlemle hiç ilgilenmedi; ilgilenmedi derken olayların arkasına takılıp kalmadı. Bütün bunları “Allah’ın hikmeti” olarak gördü, hikmetine karışmadı.
Bütün dünyayı etkileyen bu olaylar Bediüzzaman’ı asla etkilemiyordu. Çünkü onun kalbini başka maksatlar doldurmuştu. Başına kâinat kadar büyük bir dava açılmıştı” ve Bediüzzaman bu davanın peşindeydi.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Müşrikler kalplerinde câhiliyye gayreti ile küfür taassubu ve öfkesi ile Müslümanlarla savaşmaya geldikleri zaman Allah Resulünün ve mü’minlerin üzerine sekinet indirdi, hilim ve vakar verdi ve onlara güven ve tevekkül telkin eden takva kelimesi olan “Kelime-i tevhit” ve “kelime-i şahadeti” ilzam buyurdu. Ki onlar da buna ehil idiler” (Fetih, 48:26) buyurarak sekinetin ve vakarın imandan kaynaklandığını, imanın kuvveti nispetinde de sekinetin gücünü gösterdiğini ifade etmektedir.
Tasavvuf ıstılahı olarak da “Sekine” imandan kaynaklanan itmi’nân-ı kalp ve huzur-u kalptir. Böyle bir kalp yüce Allah’ın ilhamına mazhar olacak hale gelir. Kalbin sekinet halini alması Allah’ın “Kelam” isminden gelen tekellüm-ü ilâhinin, yani vahyin alt mertebesi olan “İlhamın” o kalbe gelmesine vesile olur. Nitekim Şemsettin-i Sivasi hazretleri şöyle der:
“Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan,
Kenz açılmaz, şol gönüle tâ ki pür-nûr olmadan,
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecelli ede Hakk,
Padişah konmaz saraya hâne mamur olmadan” beytlerinde ifadesini bulan hakikat bir noktada mü’minin sekinet hâlini de ifade etmektedir.
Kur’ân-ı Kerim mü’minin bu sekinet halini peygamberimizi ve sahabeleri örnek göstererek birkaç ayette bize haber vermektedir. Huneyn gününde mü’minler çokluklarına güvenmişlerdi de bir anda müşriklerin baskınına uğrayarak neye uğradıklarını şaşırmışlar, bozguna uğrayarak dağılmışlar ve yeryüzü kendilerine dar gelmişti. Sonra Allah resulü ile mü’minler üzerine sekinetini indirdi ve görmediğiniz ordularla takviye etti de kâfirlere azab etti” (Tövbe, 9:25-26) Bu ayet-i kerimede mü’minlerin tümüne birden inzal ettiği sekineyi anlatırken hicret esnasında peygamberimize (sav) ve Hz. Ebubekir’e (ra) inzal buyurduğu sekineyi de şöyle anlatır: “Sizler Allah’ın resulüne yardımcı olmazsanız da hiç önemi yoktur. Allah resulünün sizin yardımınıza ihtiyacı yoktur. Allah ona yardım etmiştir. Müşrikler peygamberi öldürmek için tuzak kurdukları zaman iki kişiden biri olarak Allah onu Mekke’den çıkarmıştı. Mağarada bulundukları ve müşriklerin de mağara önüne geldikleri zaman peygamber Ebu Bekir’e ‘Korkma! Allah bizimle beraberdir’ demişti. Allah onlara sekinetini ve emniyetini indirdi ve görmediğiniz ordularla onları destekledi.” (Tevbe, 9:40)
Kalbe sekinet halinin hâkim olması imanın kuvvetine göredir. Bunun böyle olduğu, imanın kuvvetine göre kalbin tatmini, emniyet ve sükûnun hâsıl olacağını yine Kur’ân-ı Kerimin şu ayetinden anlıyoruz. “İmanlarını kat kat artırsınlar diye mü’minlerin kalplerine sekinet inzal eden Allah’tır. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilen ve her şeyi hikmetle yapandır.” (Fetih, 48:4)
Sekinet halinin kalbe hakim olması için “Zikir, fikir ve şükür” ibadetine devam etmek gerekir. Bu da Risale-i Nurları devamlı olarak anlayarak okumaya ve Hz. Ali’den (ra) bize kadar gelen ve Bediüzzaman’ın hiç terk etmediği altı İsm-i Azam ile başlayan “Sekine” duasını devamlı okumaya bağlıdır. Zira Risale-i Nurları okumak hem zikir, hem fikir, hem şükür ibadetidir. Hem imanın kuvvetlenmesine sebeptir. Hem bir ibadet-i tefekküriyedir. Hadis-i şerifte “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır” ve “Tefekkür gibi ibadet yoktur” buyrulmuştur.