1972 yılında Muş’ta doğan Furkan Aydıner 1999 yılında ABD'ye giderek burada iktisat ve eğitim konusundaki doktorasını tamamladı. Aydıner halen, Suudi Arabistan Kral Suud Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Aydıner’in uluslararası ve ulusal dergilerde çok sayıda makalesi yayınlandı. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumlarında Said Nursî ve Batı düşünürlerini, mutluluk ve medeniyet anlayışları açısından mukayese eden tebliğler sundu. Amerikan kültürü ve eğlence medeniyeti, ateizm ve İslam gibi konularda makaleleri yayımlandı. Dost FM ve Dost TV’de birçok farklı programın yapımcılığını ve sunuculuğunu yaptı.
Aydıner “Meşrutiyet’ten Günümüze Darbeli Demokrasi, (Nesil Y.) isimli kitabı yayımladı. “Türk Düşünürlerinin Gözüyle Said Nursî, (Nesil.)” ve “Globalization, Ethics, and Islam: The Case of Bediuzzaman Said Nursî, (Ashgate)” gibi çalışmalara bölüm yazarı olarak katkı sağladı. “Anadolu Kavşağı, (Zafer Y.)” ve “Parçalanmış İmgeler, (Etkileşim Y.)” gibi çeviri eserlere imza attı. Güncel meseleleri tahlil eden makaleleri Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yayınlandı.
Daha önce “11 Eylül’e Rağmen Amerika’da Yükselen İslam (Nesil)” isimli kitabı yayımlayan Aydıner, bir süredir ABD'de Rabbini arayanların ilginç öykülerini yazıyor. Bu çerçevedeki yazılarını 3 kitapta toplamıştı: “Rabbini Arayan Thomas” “Ateist Thomas'a Kur'an'dan Cevaplar” ve “Atasını Kaybeden Ataist”. Aydıner şimdi de serinin devamı niteliğinde “Seküler Bilimin Tanrıları (Etkileşim Yay.)” isimli kitabı ile okurunun karşısına çıktı.
Aydıner serinin diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da seküler bilim ve dinsiz felsefenin entelektüel bir şakirdi olan Thomas’la yaptığı müzakerelere yer veriyor.
Aydıner kitabını Thomas’ın bu mesajı üzerine kurmuş. Aydıner’e göre bu mesaj içerik itibariyle yeni değildir. Aydınlanmadan bu yana devam eden “Bilimin dinin yerine ikame edilmeye çalışılma anlayışının” devamı niteliğindedir. Seküler bilimin ve dinsiz felsefenin telkinleriyle gelişen bu anlayış bu gün dünyanın dört bir yanına ulaşmış, yüz milyonlarca insanın imanını kaybetmesine neden olmuştur. Bu gün Hıristiyan kulübü olarak bilinen AB ülkelerinin çoğunda ateistlerin oranı yüzde 50’yi aşmış bulunmaktadır.
Tam da burada Aydıner o can alıcı soruyu soruyor: “O halde ne yapmalı? Bilimi tamamen ret mi etmeliyiz? Bilimle uğraşmaktan vaz mı geçmeliyiz?
“Elbette hayır” diyor Aydıner. Aslında bilimde bizatihi bir problem olmadığını, gerçek bilimin, insanın Rabbini daha iyi tanımasına vesile olduğunu, asıl problemin objektif olarak takdim edilen Batının seküler bilimi olduğunu belirtiyor. Dinlerin kutsalını ret eden bu bilimin kendi kutsalını satır arasında telkin ettiğini, insanları tesadüf, esbab ve tabiat tanrılarına yönlendirdiğini ifade ediyor. Allah’a iman ettiği halde, seküler bilimin öğretileriyle yetişmiş birçok insanın Allah’ın bazı icraatlarını bilmeden sözkonusu tanrılara atfettiğini belirtiyor.
Aydıner kitabında bilimsel öğreti içine serpiştirilmiş seküler bilim tanrılarını farkettirmeye çalışıyor. Seküler bilimin kutsal ineklerini deşifre ediyor. Batıdan alınan “çeviri bilim” içinde saklı seküler inancın kodlarını çözüyor. “İman gözlüğü”yle gerçek bilimin keşiflerini kullanarak kâinatı kitap gibi okumanın nasıl mümkün olduğunu örneklerle ortaya koyuyor. Üç tanrılı bilimin kâinatta gördüğümüz herşeyi tabiat, tesadüf ve sebeplere havale ettiğini gözler önüne seriyor. Yorumlarıyla Allah’ı inkar eden bilim adamlarının çalışmalarıyla “akıl gözü”ne Allah’ı nasıl gösterdiklerini anlatıyor.
Buradan bakılınca kitabın 4 farklı insan grubu dikkate alınarak yazıldığı anlaşılıyor. Birincil muhatabın Thomas gibi seküler bilim ve dinsiz felsefenin ördüğü kalın perde nedeniyle Rabbini göremeyenler, ikincil muhatabın seküler bilim ve dinsiz felsefeden aldığı derslerle Rabbi hakkında soru ve şüpheleri olan müminler, üçüncül muhatabın Thomas gibi Rabbini arayanlara yardımcı olmak isteyenler, dördüncül muhatabın ise, gayr-ı müslim bir ülkede yaşayıp da oradaki insanlara Rabbini tanıtmak isteyenler olduğu görülüyor.
Zeyl: Şerif Mardin ve Kemal Karpat gibi entellektüellerin de belirttiği gibi, Risale-i Nur’un yer yer pozitivizmi ve ispatiyeciliği önemseyen uslubü nedeniyle Ateizm Türkiye’de çok fazla tutunamadı. Yine de ülkemizde bazılarımızın bilerek veya bilmeyerek Ateizmin kavramlarıyla düşünebildiğini veya Allah’ın kainattaki eserlerini sebeplere, tabiata ve tesadüfe hamleden bir dili kullandıklarını görmek mümkün. Buradan bakılınca kitabın birinci muhatabının modern hayatın seküler dünya algısı ile iman hakikatleri arasında gidip gelen bir iç dünyaya sahip olan bizlermişiz gibi görünüyor. Serinin ilk üç kitabının Türkiye’de çok fazla ilgi görmesi de bunu gösteriyor. Buradan hareketle Aydıner’in bu kitabının da aynı ilgiyi göreceğini kestirmek hiç de zor olmasa gerek.