Garip günler yaşıyoruz.
Bir taraftan Batman'da Temmuz sıcağıyla kavrulanlar...
Bir taraftan da Giresun'da selle boğuşanlar...
Bir tarafta işsizlik var, bir tarafa iş beğenmeyenler...
Bir tarafta kriz var, bir tarafta alışveriş merkezlerini lebalep dolduranlar...
Bir taraftan katsayı düzenlemesiyle meslek liselilerin mağduriyeti gideriliyor.
Bir taraftan da başörtüsü yasağı devam ediyor.
Bir taraftan Ergenekon davasında yeni iddianemeler hazırlanıyor.
Öbür tarafta, askeri hastaneye sevk edilenler bir şekilde tahliye ediliyor
HSYK'da, Ergenekon savcılarının yeri korunuyor. Güzel gelişme...
Ama aynı kuruldan Ergenekon savcılarını şikayet etme yolu açılıyor. Bu kullanılmaya müsait bir durum...
***
Günü zamanı değerlendirirken siyah ile beyazın dışında değişik renklerin olduğunu ve bu levnlerin arasında farklı tonların olduğunu unutuyoruz.
Hayatımızda da her yazın içinde anlık sellerin kendini gösterebildiğini farkedebiliriz.
***
Nur müellifinin, o dehşet ve zulüm günlerinde bir taraftan mahkemelerde yaptığı müdafaaları, talebelerine verdiği "tedbir" ve "sırren tenevveren" derslerini okuruz.
Bir taraftan da, görünürdeki sıkıntıların sevimli yüzünü anlatan izahlarını ve ümit veren istikbale ait müjdelerini görürüz.
Bediüzzaman, zamanı doğru okuyan gerçekçi bir kişiliktir. Manzarayı doğru okumaktadır. İşin varacağı seyri de doğru kestirmektedir.
Öte yandan, çekilen sıkıntıların kader ve rahmet boyutlarının da farkındadır. Mesela, sürgünler, nurların vatan sathında neşrine vesile oldu. Mahkemeler ve iddianameler, davasını anlattığı zeminler oldu.
Bediüzzaman, müsbet nazarlıdır. Osmanlı'nın ayakta kalması için savaşa giden, esarete düşen ve her türlü ayrılma fikirlerine karşı çıkan Üstad, Osmanlı'nın mağlubiyetinin sebeplerini izah ederken mağlup gönüllere ümit vermektedir.
"Seyyiatımız ve ihmalimiz buna fetva verdi..."
"...Eğer cihan harbinden galip olsaydı bilerek ve isteyerek bu tahribata gidecekti. Şimdi mazlumen yıkıldı."
***
Günümüze gelecek olursak...
Hayırlı haberler ile felaket haberleri bir arada harman oluyor. Kimisine bakıp aşırı sevinmek, kimine bakıp aşırı üzülmek doğru değil.
Şunu biliyoruz ki, yalanın keyfliğin saltanatı yok. Zulüm daimi değil.
Sabah er geç olacak.
Ancak, "bu millet ne zaman uyanacak" diye feryat edenlerin de yatak-yorgandan ayrılıp vazife başında inzar etmesi gerekir.
Yüklenemeyeceğimiz hadisatın seyrine bakıp ümitsiz olmak yerine yapmamız gerekenlere dönmeliyiz.
***
Hazreti Peygamberimizin(asm) dedesi Abdülmuttalip'in develeri Ebrehe'nin yanındadır. Kabeyi fil ordusuyla yıkmaya gelen Ebrehe'yle karşılaşır ve alacağını ister. Ebrehe de, "Ben Kabe'nizi yıkmaya gidiyorum sen develeri soruyorsun" der. Onun verdiği cevap unutulmayacaktır:
"-Sen develerimi ver. Kabe'nin sahibi var..."
***
Hepimizin gündelik hayatta sahip çıkmamız gereken develeri var. Bunlar ferden mesul olduğumuz alanlardır. Bir de Kabe değerinde ama küçük omuzumuzla ferden taşıyamayacağımız mesuliyetler vardır.
Evet, biz de önce develerimize sahip çıkalım.
Kim, nasıl debelenirse debelensin...
Kim, zalim pençelerine güvenirse güvensin...
Kabe'nin sahibi var.