Birkaç gün önce, yaklaşık otuz beş senedir tanıdığım bir dostumun vefat haberi ile sarsıldım. Selim Dindar, İstanbul Cizreliler Derneğinde arkadaşları ile otururken, bir grubun saldırısına uğrayıp Cizreliler Derneğine sığınan bir şahsı korumak isterken, saldırganlar tarafından yaylım ateşine tutulmuş, vücuduna isabet eden yedi kurşun ile vefat etmiş ve olay yerinde bulunan altı arkadaşı da yaralanmıştı. Saldırganlar da olay yerinden kaçmışlardı.
Bu elim hadise, eminim ki, Selim Dindar’ı yakından tanıyan herkesi son derece müteessir etmiştir. Selim Dindar’ı 1975 yılından beri tanırım. Abisi, değerli dostum Dr. Emin Dindar ile birlikte Risale-i Nur derslerine devam etmeye başlayınca, Selim Dindar da zaman zaman abisi ile birlikte bu derslere iştirak ederdi. Sonra ben Sağlık Koleji’ni kazanıp Cizre’den ayrılınca ancak tatil dönemlerinde seyrek olarak görüşmeye başlamıştık.
Cizre’de maruf ve aziz bir ailenin evladı idiler. Babaları Seyyid Selman Dindar, ismiyle müsemma olarak son derece dindar ve mazbut bir hayat tarzına sahip olduğu için hürmet gören, çok değerli bir şahsiyet idi. Ali Beyt-i Nebevi’ye mensup olarak iştihar eden bu aile, Cizre’de her türlü İslami hizmete yardım etmekle ve sahip çıkmakla bilinirdi. Resullullah (ASV)’ın mirasına hakkıyla sahip çıkmalarının bir nişanesi olarak da, Risale-i Nur hizmetlerine bütün varlıkları ile sarılmışlardı. Saatçilik mesleğinin Cizre’de en muteber bir mensubu olarak uzun yıllar bu işle iştigal eden Seyyid Selman Amca, yıllar önce kaderin bir sevki olarak İstanbul’da ikamet etmeye başlamış ve burada birkaç yıl önce vefat etmişti. Mekânı cennet olsun.
Dindar ailesi, gerçekten çok çilekeş bir aile olarak son derece şerefli bir hayat geçirdi. Ailenin değerli evlatlarından, Selim Dindar’ın küçüğü Mehmet, yıllar önce Cizre-Nusaybin kara yolunda, yanında bulunan bir miktar para için şoförü ile birlikte katledilmiş ve mazlumen şehitler kervanına katılmıştı. Ailenin çok değerli bir evladı olan ve Cizre’deki Nur hizmetlerine her zaman çok değerli katkılarda bulunan Cizre Ulu Camii İmam-Hatibi Seyyid İhsan Dindar ise, evlerinde çıkan bir yangın sonrasında vefat etmiş ve inşallah bir şehid olarak bu fani hayata veda ederek, ebedi hayata çok sevdiği Resullullah’ın (ASV) ve Üstad’ının yanına gitmişti. Selim Dindar’ın da böyle elim bir hadise sonucu vefat etmesi sonucu bütün bu tablolar gözlerimin önünden geçti. Bu dünyanın ehl-i beyte hiç gülmemesinin ve onların ahirette inşallah makamlarının çok yüksek olacağının mücessem bir misali, sanki bu Dindar ailesi üzerinde bu şekilde tecelli ediyordu. Hadiselerin bu şekilde tecelli etmesi, bu ailenin gerçek al-i beyte mensubiyetinin çok kuvvetli bir delilini teşkil ettiğine hiçbir şüphem yok.
Çok sevgili dostum Dr. Emin Dindar, Cizre’yi kana, gözyaşına ve fail-i meçhullere (veya malumlara) boğan Binbaşı Cemal Temizöz ve Belediye Başkanı Kamil Atağ ikilisine karşı kahramanca dikilmiş ve hiç kimsenin onlara karşı aday olmaya cesaret edemediği bir ortamda, Cizre’de Belediye Başkanlığına aday olmuştu. Gerçekten dişe diş bir Belediye Başkanlığı seçim dönemi yaşanmıştı. Dr. Emin tehditlere beş para ehemmiyet vermemiş ve kampanyasını büyük bir cesaret ve iman ile sonuna kadar sürdürmüştü. DTP’nin bile aday çıkarmaya cesaret etmediği bir ortamda yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerini Dr. Emin kazanmış, ancak Temizöz ve Atağ ikilisinin oyunları sonucu, Cizre Belediye Başkanlığı resmen gasp edilmek istenmişti. Sonradan Emin Dindar’ın oylarının yakıldığı ve bu şekilde Korucubaşı Kamil Atağ’ın Belediye Başkanı seçtirilmek istendiği birçok olay ve itiraf ile ortaya çıkmıştı. Dr Emin, buna rağmen yine pes etmemiş ve sonuna kadar işin takipçisi olmuş, kendisine yakışan bir cesaret ve metanet örneği göstermişti. Bunun sonucu olarak Kamil Atağ’in ‘’cahil’’ olduğu, okuryazar belgesinin sahte olduğu ortaya çıkmış ve bu Korucubaşına bir dönem daha hediye edilmek istenen Belediye Başkanlığı, bu kanuni mecburiyet sonucu verilememişti. Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atağ ile Jandarma Bölük Komutanı Binbaşı Cemal Temizöz, şimdi Diyarbakır’da tutuklu olarak bulunmakta, kendi dönemlerinde yüzlerle ifade edilen fail-i meçhullerin, asit kuyularının hesabını vermektedirler.
Mazlumen vefat eden Seyyid Selim Dindar, 12 Eylül İhtilali’nden sonra Diyarbakır Askeri 5 No’lu Askeri Cezaevi’ne konan kişilerden birisi idi. Burada yaşanan insanlık dışı hadiselerin ve işkencelerin, kamuoyuna mal olmasında çok büyük hizmetlerde bulundu. Enteresan gözlemlerini ve Askeri Hapishanede yaşanan vahşi ve gaddarca muameleleri, cesaret ile mahkemelerde gözler önüne serdi. Ardından yaşayacağı işkencelere, hiç ehemmiyet vermeyerek, bu işkence olaylarına karışan görevlilerin ortaya çıkması için ifade vermekten kaçınmadı.
Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde işkenceyle öldürülenlerden birisi de Yazar Altan Tan’ın babası Diyarbakırlı işadamlarından birisi olan Bedii Tan idi. Bu olayın ortaya çıkmasında Selim Dindar’ın çok büyük bir hizmeti oldu. Altan Tan, ‘’Kürt Sorunu’’ adlı kitabında olayı şöyle anlatmaktadır: ‘’Koğuş arkadaşı Cizreli Selim Dindar ise onu şöyle anlatıyordu: Bedii Tan’ı da gardiyanlar işkence ile öldürdü. O, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığı zaman bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu. Bu tavrı, onları çok kızdırdı. Çok dayak yedi ve yatağa düştü.’’
Bedii Tan bu olaydan kısa bir süre sonra, bu işkencelerin neticesi olarak mazlumen vefat etti. Ailesi işin peşini bırakmadı. Askeri savcı Mardinli Oktay Yüksel, koğuşa girerek 105 tutukluya zorla Bedii Tan’ın hastalıktan öldüğüne dair ifadeler imzalattı. Selim Dindar ve Mehmet Emin Kardeş, çıkarıldıkları ilk mahkemede ölümü de göze alarak Bedii Tan’ın işkenceyle öldürüldüğünü söylediler ve ilgililere suç duyurusunda bulundular. Selim Dindar, bu ifadesinden sonra koğuşa döndüğünde bayılıncaya kadar dayak yedi. Yapılan muhakeme sonucu ‘’Gestapo Adnan’’ lakabıyla hapishanede korku ve dehşet salan Gümüşhaneli gardiyan çavuş Adnan Gündüz, 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Selim Dindar, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananlarla ilgili olarak 23 Ocak 2003 tarihli Radikal Gazetesi’nde Neşe Düzel’e çok ilginç hatıralar anlattı. Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’nde yaşanan işkenceler, PKK’ye büyük bir destek olarak geri döndü. Selim Dindar da aynı konuda şunları söylemekteydi:
“Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok… Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt Meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi’ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların % 80’den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. ‘PKK hareketi 1984’de patladı’ derler ya, bu tarih, Diyarbakır Cezaevi’ndeki ana tahliyelerin olduğu tarihtir.’’
Diyarbakır Cezaevi’ndeki zulüm ve işkencelerin, insanları ne hale getirdiğinin çok çarpıcı bir misalini anlatıyordu Neşe Düzel’e Selim Dindar. İnsanları insanlığından utandıran bu işkencelerin, orada konuşulanların ve mağdurların ruh haletinin kendisini ne kadar etkilediğini çok dramatik ifadelerle tarihe not düşüyordu: ‘’Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKİ’de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. ‘Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz’ diyordu. Biz, ‘amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız’ desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dâhil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela Cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. ‘Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre’de biliyorsunuz kabir ziyareti Cuma’larıdır’ diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve ‘Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor’ dendi. Ben şehadet getirdim. Dedim ki ‘biz yaşıyoruz.’ Dedim ya, etkisi epey sürdü ben de o anlatılanların.’’
‘’Kürt Meselesi ve Said Nursi’’ adlı çalışmam sırasında Selim Dindar’ı aramış ve basına yansıyan bu hatıralarını kendi ağzıyla bir kez daha dinlemek ve çalışmama almak istediğimi söylemiştim. Büyük bir memnuniyetle kabul etti. Yurt dışına bir iş münasebetiyle gideceğini ve dönüşte beni arayarak uygun bir zamanı belirleyeceklerini söylemişti. Dönüşte beni aradı. Kurban Bayramı’ndan birkaç gün önceydi. Ben o esnada bir toplantıdaydım. Ne zaman istersem konuşabileceğimizi söyledi. Ben geniş bir zaman ayarlayarak kendisini arayacağımı ifade ettim. Bayram sonrası bir günde kendisini arayacak ve bu acı hatıraları bir kez de ben not alacaktım. Fakat kısmet olmadı. Bayram sonrası bu acı haber ile sarsıldım. Yaşadığı acı olaylarla ve elim hatıralarla ebedi hayata intikal etti. Elbette, Mahkeme-i Kübra’da bu yaşanan bütün hadiselerin hesabı tam adaletli bir mahkemede görülecektir. Katillerin de yakalanmış olması da ayrıca bir teselli kaynağı olmuştur.
Böyle bir hadise ile vefat etmiş olması da, merhum Selim Dindar’ın izzetli yapısının ve mazlumları himaye etme duygusunun çok bariz bir misali oldu. Birkaç zalimin silahlı saldırısından kaçan ve Cizreliler Derneği’ne sığınan bir kahveciyi korumak isterken öldürülmüş olması, inşallah ind-i İlahide kendisine manevi bir şehitlik makamı kazandırmıştır. Bu elim hadise ile izzet sahibi ve vakur insanların kıymet ve değeri bir kez daha ortaya çıkmıştır. Nurların samimi bir dostu olan Selim Dindar’a Rabbimden rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum. Başta Sevgili Kardeşim Dr. Emin Dindar olmak üzere bütün Dindar ailesine ve sevenlerine taziyelerimi sunuyorum.