Bir dersimizde, Üstadımız ve Nurlarla alâkalı mübarek hatıralardan derlenen mektupları okuyup fevkalâde müstefid olduk. Sanki apayrı bir iklime girdik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.
Şimdi bu hatıraların içinden seçtiklerimizin bazılarını sizlerle paylaşmanın gayet yerinde ve güzel olacağına tam kanaat getirdiğimizden istifadenize sunuyoruz. İnşâallah rahmete, berekete ve feyze medar olur. Gerçi bazılarını daha önce defaatle de duymuş ve okumuş olabilirsiniz. Ancak ‘Tekrarda fayda vardır’ mülâhazasıyla ve hüsn-ü niyet ile karşılayacağınızı ümid ediyoruz.
Bazen bu hatıralardan bir cümle, hizmet ve ibadet anlayışımızı yeniden gözden geçirmeye sebep olabiliyor. Kaldı ki, bir değil birden fazla nice incelikli hatıralar var. Rabbim hiç olmazsa binden birini hayatımıza taşımaya ve yaşamaya vesile kılar inşaallah…
***
Zübeyir Gündüzalp ve diğer ağabeylerden hatıralar
1- Üstad Hazretleri sabah dersinde bir gün çok uzatmıştı. (8-10 saat olmuştu) Biz çok yorulmuştuk. Fakat yorulduğumuzu ihsas etmemeye çalışıyorduk. Nihayet Üstad Hazretleri bize, “Hepiniz gidebilirsiniz. Ben devam edeceğim. Ben dersi kendi nefsime okuyorum..” dedi.
2- Zübeyir Ağabey, İslâhiye’ye ilk gittiği zaman hizmet edebilmek için orta mektep talebelerine veli oluyor. Müdürle tanışıyor. Civar kazalara gidiyor ve bazı talebelere bedava ders veriyor. Böylece bir cemaat teşekkül ediyor.
3- Üstad Hazretleri İstanbul’a geldiğinde Patrik Athenagoras’a giderek, odasına girdiği zaman Patrik ayağa kalkarak hürmetle yer göstermiş. Üstad Hazretleri, ona demiş: “Allah’ın bir olduğuna inanıyor musun? Resul-i Ekrem’in (asm) son Peygamber olduğunu tasdik ediyor musun?” O, cevaben “Evet.” demiş. “Öyle ise bunları etbaına tâmim ve tebliğ et!” deyince, Patrik, ezile büzüle: “O zaman beni bu makamda tutmazlar, yapamam.” deyince Üstad Hazretleri derhal kalkıp, dışarı çıkmış.
4- Üstad Hazretleri, Şemseddin Yeşil’e bir kaç def’a Zübeyir Ağabeyle selâm göndermiş. Onun da Üstada hürmeti vardı. Afyon hapsinde iken Üstad Hazretleri ona demiş: “Lâ ilâhe illallah diyenlerle beraberiz. Füruat mes’elelerini nazara vermemeliyiz.”
5- Üstad Hazretleri Afyon’da iken ziyaretine içki satıcısı, iriyarı bir adam geliyor. Onunla beraber kendini göstermek isteyen bir hafiye de geliyor. Zübeyir Ağabey, Üstad Hazretlerine bir sorayım diyor. Üstad Hazretleri, “Çağır onları.” diyor. Yanına gelince Üstad Hazretleri hiç sormadan içki satan adama: “Tam tam kardeşim, senin gibi kahraman cesur bir kardeş bana lâzımdı” deyince hafiye, “Efendim, bu içki satan bir adamdır. Biz buna (Sarı Bomba) deriz.” Üstad Hazretleri, “Yok, yok..” diyerek onu susturuyor ve diğerine ders vermeye devam ediyor. “Seni duâma dahil edeceğim. Yalnız sen fırsat buldukça farz namazlarını kılarsın. Hem camiye gitmeye lüzum yok. Dükkânının bir köşesinde kılarsın.” diyor. Sonra hafiyeye dönerek “Bende öyle bir kuvvet var ki (eliyle işaret ederek) istesem bu şehrin altını üstüne getirebilirim.” der. Sonra hafiyeyi bilmezlikten gelip, gûya onunla gizli ve enteresan bir mes’eleyi istişare ediyor. Neticede “Korku elimi tutmamış.” diyor. Hafiyede bet beniz atıyor. İki ziyaretçi de dışarı çıkıyorlar.
6- Zübeyir Ağabey, üç sene sonra tekrar Afyon’a gittiğinde o içki satıcısı adamı, dükkânını manifatura mağazası yapmış ve beş vakit namazını kılıyor bulmuş.
7- Üstad Hazretleri, Zübeyir Ağabeye sormuş: “Benden evvel mi, sonra mı ölmek istersin?” Zübeyir Ağabey demiş: “Ben Üstadsız yaşayamam, evvel ölmek isterim.” Üstad Hazretleri demiş: “Tembel! Kabre girip yatmayı, rahatını düşünüyorsun. Kalacaksın. Azab çekeceksin.”
8- Üstad Hazretleri bir gün kırdan dönerken, ayyaş bir adama ders verip ayrılıyor. Onları takip eden hafiye o adamı sıkıştırıyor. “Sana ne söyledi?” diyor. Ayyaş diyor: “Ben artık abdest alıp namaz kılacağım ve kötülüklerden vazgeçeceğim. Ona da hizmet edeceğim. Eğer ona ilişirseniz, bilirsin ben belâlı bir adamım.”
9- Üstad Hazretleri bizi çağırır, odasına gidince “Ne için çağırdım, unuttum.” derdi. Fakat otuz sene evvel te’lif ettiği eserin aslına bakmadan tashih ederdi. Ankara’da tab’ esnasında tashihleri ağabeyler okuyorken, Üstad Hazretleri yemek gibi bir meşguliyet ile beraber dinliyor ve bir kelime eksik ise düzelttiriyor. Diyor ki: “İmana dâir olmadığı için unutuyorum.”
10- Üstad Hazretleri Cevşen okurken ‘Sübhaneke...’ diye başlayan duâlar kısmında ‘Ecirnâ, Hallisnâ, Neccinâ’ dedikten sonra ilâveten “Ve Talebet-i Resâili'n-Nur” diyordu. (Mustafa Sungur)
11- Üstad Hazretleri, Sungur Ağabeye: “Sungur, bende on tane hastalık var. Biri sende olsa yataktan kalkamazsın. Şifa âyetlerini Kur’ân’da biliyorum. Ama okumuyorum. Çünkü, böyle ecri daha büyük.” demiş.
12- Risâle-i Nur’u orta mektepte tanıdım. Diğer liseli talebelerle birlikte Kastamonu’da Üstad Hazretlerini ziyarete gittik. Üstad bize: “Siz bu fenleri, Allah’a iman ve itaat şartıyla, ferâizi yapıp kebâirden içtinâb ederek okudukça, ibadet hükmüne geçer.” dedi. (Abdullah Yeğin)
13- Üstad Hazretleri rahatsızlandığı zaman Tahmidiye’yi daha çok okurdu. Üstad Hazretleri, ekseriya Salı günleri tıraş olurdu. Üstad Hazretleri Hutbe-i Şamiye’yi göstererek: “Benim siyasetim bu!” derdi. (Abdullah Yeğin)
14- Bize diyordu: “Bir zaman gelecek, Risâle-i Nur’un her tarafta talebeleri olacak. Siz, Risâle-i Nur’dan ayrılmayın. Biz daima beraberiz.” Halbuki o zaman Isparta’da bir kısım talebeler ve İnebolu’da bir kaç zattan başka kimse yok gibi idi. Şimdi bu haberlerin aynen zuhurunu müşahade ediyorum.” (Abdullah Yeğin)
15- Risâle-i Nur’da bazan 300.000, bazan 400.000 nebatat ve hayvanat adedi geçmesi üzerine, sorduğumuz bir suale Üstad Hazretleri şöyle cevap verdi: “300.000 nev’i, her baharda yeniden ihya ediliyor ve güzde vefat ediyorlar. 100.000 ise, daha uzun müddet yaşayan hayvanat ve nebatattır.” (Tahiri Ağabey)
16- Üstadımızın harekât ve etvarı sünnet-i seniyyenin aynasıdır, tatbikidir. Emirdağı’nda Dr. Tahir Barçın’ın tavsiyesi ile ağrı kesici bir ilâç kullanıyordu. Bir de göz merhemi sürerdi. Normal bir şalvar giyiyordu. Beyaz sabun kullanırdı. Yemek arasında su içmezdi. Yemekten tam iki saat sonra içmeyi titizlikle sürdürürdü. Bir öğünde beş altı kaşık ancak yerdi. Yarım ekmek içi bir hafta yeterdi.
17- Umumiyetle cemaatle namaz kılardık. Ramazan geceleri uyumazdı. Günlük uykusu a’zamî beş saat idi. Kimsenin gıyabında konuşmaz ve men ederdi. Bir an boş vakit geçirmez, fazla konuşmaz, devamlı, yorulmadan saatlerce hatt-ı Kur’ân yazılı risâleleri tashih eder, okurdu. Ders, ikaz veya taltif mahiyetinde lâtifeler yapardı. Namaz kılarken çoraplarını çıkarır, abdestten sonra havluya silerdi. (Hüsnü Bayramoğlu)
18- Üstadımız bazen “Ben bu risâleyi yüz defadan fazla okuduğum halde, yeniden okuyormuşum gibi istifade ediyorum.” buyururlardı. 1956 senesinde resmen matbaada tab’a başladı. Üstadımız çok mesrur oldular. “Şimdi bu bir risâle beş bin adet basılıp bütün Anadolu’ya dağılacak, hizmete vesile olacak” dediler. Her bir risâle matbaadan çıkıp kendisine ulaştıkça, “Bugün bizim bayramımızdır” diyordu. Yanına gelenlere risâle verdiği zaman, ‘Kardeşim bu kitabın hakikî fiatı lâakal yirmi kişiye okutmaktır.’ diyordu.” (Hüsnü Bayramoğlu)
19- Üstadımız bir gün Van’da teyzemgilin dükkânında oturmuştu. Külâhını masanın üzerine koyarak elini üstüne vurdu ve külâha hitaben “Sen bana kaç bin liraya mal oldun?” dedi. Ben de, “Üstadım, senin her şeyin böyle pahalı mı olur? Bu külâh on beş kuruşluk bir şeydir” dedim. Bunun üzerine Üstadımız dedi ki: “Ruslar benim kıyafetimi hiç sevmezlerdi. Bu külâhımı da çıkarmamı isterlerdi. ‘Sen bunları çıkar at! Sana elbise verelim, onları giy. Sana maaş bağlayalım’ derlerdi. Ben onlara, ‘Sizin maaşınızla kıyafetimi değiştirmem’ dedim. Şimdi, hesap edelim, üç sene kadar esarette kaldım. Bağlıyacakları banknot üzerinden hesap et, kaç lira tutar? Ona göre kıyafetimin kıymetini anla!” dedi. (Molla Hamid Ekinci)
Bayram Yüksel Ağabey’den Hâtıralar
20- Üstad Hazretleri, “Ben kızdığım zaman kalben değil sûreten hiddetleniyorum.” derdi.
21- Üstad Hazretleri “Nasıl ki, Cuma akşamları camilerde tecdid-i iman yapılıyor. Biz de, Risâle-i Nur okuyarak tecdid-i iman yapıyoruz” diyordu.
22- Hava astsubayları Üstad Hazretlerini ziyarete gelirken jip devriliyor! Üstad, onlara “Ziyaretinizin makbuliyetine işarettir” buyurdular.
23- Üstad Hazretleri, birbirine edilen gıyâbî duâlara ehemmiyet veriyordu. Sabah namazından bir saat evvel başladığı duâda beş metre uzunluğunda (ve bir metre genişliğinde) kâğıda yazılı şecerede bulunan isimlere bağışlıyordu. Üstad Hazretleri, mübârek zatların hepsine duâ ediyordu. Buyururlardı ki, “Nasıl zarfın üzerine isim yazılınca adrese kolay gider; aynen öyle de, birbirinize ismen duâ ederseniz, o zarftaki gibi olur ve yerine gider” derdi.
24- Üstad Hazretleri, “Van’daki ada içinde yetiştireceğim on adam, dünyayı idare eder!” diye buyurmuştur. Sebebi sorulunca: “Çünki, âfâkî meşguliyet yok!” demiş.
25- Üstad Hazretleri, bazan bizleri çağırır ve “Siz mi çalışkansınız, ben mi çalışkanım?” diye sayfaları gösteriyor ve kendisinin iki yüz sahife okuduğunu tek tek sayıyordu.
26- Üstad Hazretleri, “Risâle-i Nur’u evrâd makamında da okuyabilirsiniz!” diyordu.
27- Üstad Hazretleri yanına gelenlere: “Risâle-i Nur okuyor musunuz? Dershaneniz var mı?” diye sorardı.
28- Üstad Hazretleri, bir dersane açılışı oldu mu, mutlaka kendi giderdi. Gidemezse bizleri gönderirdi. O dershaneyi açanlara, “O benim evim!” derdi. Civardan dershane açıp Üstad Hazretlerinin ziyaretine gelenleri, evvelâ mutlaka kabul ederdi. Bunlar açılan dershanelerin anahtarlarını getirip Üstad Hazretlerine verirlerdi. Böyle, birçok dershane anahtarı yanımızda birikmişti.
29- Üstad Hazretleri, bir sayfaya yazdırdığı Sekine’yi çay içerken, yüzüne bakarak okurdu.
30- Abdülmecid Nursî Ağabey, Üstad Hazretlerini ziyarete gelince, Isparta’daki Ağabeylerin hepsi yemekte toplanıyor. (Üstad Hazretleri, dışardan lokantadan yemek getirtiyor.) Üstad Hazretleri, yemekten sonra şöyle duâ ediyor: “Yâ Rab! Bu cemaatla beraber, Cennet’te de yemek nasip eyle!” diyor.
Biz de bu duâya hep beraber, “Âmin Âmin” diyoruz.