Yağmura rahmet derken yaptığımız anlamlandırma, ilahi tecelliyi hatırlatan sonuçlara bakışımızı gösterir. Tevhid bilincimizin kilometre taşları gibi her olay bir rahmetin ümididir, yansımasıdır. Bazen görünür şekliyle bazen de sırlı arka planı ile.
Kedinin mırmırlarını "Ya Rahim ya Rahim" olarak idrakimize sunan Bediüzzaman gibi.
Kainat okumalarında varlıklara ve yaşanan olaylara bu yaklaşımla bakmak, bizi daha kuşatıcı olacak ve tavan teşkil edecek düşüncelere dahil eder.
Bu yüzyılın belki de en büyük zorluğu, rahmani bir kuşatılmışlığın tefekkür ve şefkatine ulaşamamasıdır.
İçine düştüğümüz/düşürüldüğümüz nice konu ve gündem var ki, aslında bir gölge oyunu gibi bizi içine alıyor. Ama bir yandan da bizi hakikati olmayan düşüncelere sürüklüyor.
Biz suretlerle uğraşırken, resimlerle avunurken, yorumlarla zihni dumura uğratırken, dahası ateşe odun olan tahriklerle gerilirken, hayat ve hakikat başka zaman ve zeminlerde daha farklı sürdürülebilirliğini bize gösteriyor. Eğer göz kamaştıran sıcak ve kurgulanmış gündemlerden çıkabilirsek.
O halde biz/ler, neden gerilim, tahammülsüzlük, saldıganlık, ötekileştirme, ret ve itham sarmalına düşüp zehaba kapılıyoruz?
Vehim, korku, endişe, suizan, tenkit ve gıybet sektörü, neden bu kadar iş başında?
Birileri için bu bir strateji ve toplumu ajite etme fırsatı olabilir. Nifak tohumu üreticileri yoğun çalışabilir. Husumet ateşini alevlendirmek isteyenler olabilir. Ama bunları beğenmeyip, sonrada aynı halayın başına geçer gibi aynı üslup ve davranışlara girmek neyin nesi oluyor?
Burada acz ve fakrımızı hatırlatacak sorulara ihtiyacımız var:
Hayat ve hakikat aralığında, her şeye müdahele hakkına sahip miyiz?
Bu kainatı biz mi yönetiyoruz?
Mutezile bir anlayışla, akıl/strateji oyunları ile sebepleri, sonuçları tayin edecek ve operatör bir duyguyla bir başkasına/topluma operasyon yapacak kadar insanın omurgasıyla ve sosyal genleriyle uğraşıp, insanları değişime zorlama ve istediğini elde etme hırsını ve öfkesini hangi hakikatle izah edebiliriz?
Bu sarmala, hepimiz çapımız kadar maalesef sürüklenmişiz.. Bunlar, birer nefis muhasebesi soruları aslında.
Tevhit mühürlerinin bizi kul olarak şereflendirdiği, acz ve fakr ile taçlandırdığı, şefkat ve tefekkürle donattığı bir dünyanın adalet ve hikmet yolcusu olmadan, vicdanen ve fikren rahat etmemiz mümkün mü?
Güçlü olma çabası, hikmetle barışık değilse; bu, tevhidi bir bakışa göre seküler dünyanın bir angajmanıdır sadece.
Kudretli olmak hevesi ise, hayata hükmedecek esma tecellilerini ve hakikat ifadesini aşındırıp çalmaktan başka ne ifade eder ki?
Kelimelerin ruhani varlığını, idrak zeminini ve zihni kalitesini düşürerek, her şeyi her şeyin katili yapan ve keşmekeşliğin çene ishaline dönen fesat oyununda, hayat ve hakikat aralığında neyi çözebiliriz ki?
Her şeyi yeniden düşünmenin zamanı. Sahip olduklarımızın emanet, bizlerin fani, gücümüzün geçici, yetkilerimizin kısa süreli bir temsil, düşüncelerimizin belki nisbi birer hakikat yansıması olduğunu bilir ve kabullenirsek, anlam haritamız değişir. Niyetlerimizin sorumluluk, davranışlarımızın hesap verilebilirlik ile tanımlandığı beşeri bir düzlemde durmadan, sözün ve itiş-kakışın hangi gerekçesi vicdanları rahatlatabilir ki?
Rahat değilsek, müsebbipler taksim edilmeden önce herkes, payına düşeni almak ve sorumluluk altında vebalinin katmerli sızısı ile vicdan kanaması geçirmeden kendini sorgulamak ve gözden geçirmek zorundadır.
İnsanlık, bu enfusi, içe dönük, nefis muhasebesi gerektiren muhakeme ve mürakabe yapılmadan, beşeri zaafların otoriter celladı ve hırsın intikamcı aşısı ile yer kürede ne kadar rahat edebilir ki?
Bizi nefsimizden arındıran ve farklı rol ve şartlarda paydaşımız olan insanlarla birlikte barındıran şemşiye fikirlerle ancak ortak huzuru yakalayabiliriz.
Şemsiyesini kapatan, açtığında ise sadece kendine tutan, şemsiyesinde başkasını barındırmayan ve kendine faydalı davranış kalıpları oluşturmak dışında hareket kabiliyetini kaybeden insan, hangi hamiyetten bahsedebilir ki?
Şemsiyesini bir başkasına da açabileceğimiz ve karşıdakinin de içine girmekte tereddüt etmeyeceği şemsiye gönüller ve fikirler lazım. Kalbin iz’anı, aklın tasdiki ile açılan gökkubbe şemsiye fikirler lazım. Bu ise, ilahi olanın idraki ve din-i hakkın bu asra düşen kubbesi ile kuşatıcı şemsiye olabilir.
Fikir şemsiyesi, ortak gök kubbede bize ortak bir gelecek ve beraberliğin asgari ahlakını ve muhabbetini verebilmeli.
Çağımızda, şemsiye fikir olarak marka değeri taşıyan ve tefekkür ağırlığı olan bir yörüngede daha güvenli yola çikabiliriz.
Ve şimdi, Risale’deki fikirlere gökkubbeyi şemsiye yapacak olan acz, fakr, şefkat ve tefekkür içinde sıfırlanıp yeniden düşünmeye ne dersiniz?