Halil Köprücüoğlunun ilhamıyla
Bir arkadaşımız bir okuma programında Üstadın rejime karşı fiili bir hareketinin olmaması ile Filistinlilerin tavrını kıyaslıyor. Filistinlileri fiili mücadele yürütmekte haksız buluyor. Birkaç arkadaş bu yoruma karşı çıkıyor, şartların farklılığından bahsediyoruz. Arkadaşımız kendi yorumunu savunmaya devam ediyor. Nihayetinde de Biz bu konuyu çok çalıştık, bu konu böyle diyerek müzakereyi sona erdiriyor.
Bir başka arkadaşımız Gebzede bir seminer veriyor. Kainattaki hayır ve şer üzerine getirdiği bir yoruma itiraz ediyoruz. Müzakere uzuyor. Sonunda arkadaşımız, Biz bu konuyu çok okuduk ve pek çok arkadaşla müzakere ettik, bu konu böyle diyerek itirazcıları susturuyor.
Bu iki tavır beni yıllar öncesi İstanbuldaki iki tartışmaya götürüyor:
İlkinde büyük bir arkadaşımızı, daha küçük bir arkadaşımız bir konuda uyarıyor. Risalelerden ve Üstadın hayatından örnekler vererek bu yanlışlıktan dönülmesini istiyor. Mevcut tavrının mutlak hakikat olduğuna inanan büyük arkadaşımız Yeter diyor. Benim senin aklına ihtiyacım yok. Bu söz üzerine diğer arkadaşımız susuyor. Doğrusu benim tüm kardeşlerimin aklına ihtiyacım var. Kaç kardeşim bana akıl verirse o kadar hatalardan uzak olurum, ama senin başka akıllara ihtiyacın yoksa, yapacak bir şey yok. diyor ve oradan ayrılıyor.
İkincisinde üç arkadaşımızın, Mustafa Kemalin ailesi hakkındaki söylemlerini, tutumlarını tasvip etmiyoruz yine Gebzede. Kimsenin anne ve babasından dolayı sorumlu tutulamayacağını, Risalelerde böyle bir tavrın olmadığını söylüyoruz. O dönemlerde çok alkışlanan bu üç arkadaşımız bizi kafa hastalığı ile, idraksizlikle ve mücadelelerine takoz koymakla suçluyor, bizi dinlemek zahmetine bile katlanmıyorlar.
Yine yıllar önce Karadenizde bir derse gidiyoruz. Bir arkadaşımız çok güzel bir ders yapıyor. Daha sonra biraz küçük bir arkadaşımız ikinci dersi yapıyor. O ilk dersi yapan arkadaşımız, küçük arkadaşımızın yaptığı dersi, sanki konuşan Risale değilmiş gibi hiç dinlemiyor. Sürekli başka şeylerle meşgul oluyor. Sıkıldığını açıkça belli ediyor.
Geçen sene, yine bir arkadaşımızla büyük şehirlerimizden birinde, küçük bir grup olarak sohbet ediyoruz. Hizmetlerini ve gayretlerini takdir ettiğimiz arkadaşımız, kendi dünyasındaki bir takım konulardan bahsetmek istiyor. Oysa bizim kendisinin ön planlarda olduğu bir konuda ciddi problemlerimiz var. Pek çok arkadaşımız konudan zarar görmüş, hatta işlerini, yaşadıkları şehirlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Arkadaşımızdan baştan beri ilgili olduğu bu konuda arkadaşlarımız için yardımlarını istiyoruz. Ancak arkadaşımız önemli bir huzursuzluk kaynağı olan bu konu ile hiç ilgilenmiyor.
Biz ısrarla bu konunun konuşulmasını ve ortak noktalar bulunmasını istiyoruz. Konuşulmayan ve üzerine gidilmeyen konuların huzursuzluğu daha da arttıracağını savunuyoruz. Büyüğümüz bizi dinlemek istemiyor. O ısrarla kendi hizmetlerini anlatmaya çalışıyor. Biz problemin gittikçe büyüyüp daha sonra toparlanamaz hale geleceğini söyleyince de, Aslında böyle bir problemin olmadığını ve bizim sanal meseleler çıkardığımızı söylüyor.
İki üç saatlik konuşmadan sonra arkadaşımız kendi fikirlerini anlatamayıp, bizim basit sanal meselelerimizi dinlemek zorunda kaldığı için pişmanlığını ifade edip oradan ayrılıyor.
1.Yeni bir hizmet yapmak isteyen, yeni bir fikir ortaya koyan, yeni hizmet projeleri ortaya koyan arkadaşlarımız başkalarını dinlemeyi, başkalarına değer vermeyi bilmezlerse tüm gayretleri boşa gider.
2.Daha önce yapılan pek çok hizmet, sırf tepedekilerin alttakileri dinlemeyi bilemedikleri için boşa bitmiştir.
3.Meseleleri görmemezlikten gelir ve halının altına atmaya devam ederseniz, bir müddet sonra orası kokuşur ve siz o kokuların altında kaybolup gidersiniz.
4.Bizi her tenkit eden arkadaşımıza kötü niyetli nazarıyla bakmamalı, yanlış dahi olsa fikirleri dinlemeliyiz. Tenkitlere kapalı olanlar kendilerini geliştiremezler. Yerlerinde saymaya mahkum olurlar.
5.Menfi tenkit yoktur. Risalelere göre tüm tenkitler müsbettir. Üzerimizde o hastalık varsa kurtulmamıza vesile olur. Yoksa bizi uyanık olmaya davet eder.
6.Bu hizmette birlik ve beraberliğimizi her şeyden üstün tutmalı, birbirimizi küçük büyük saymalı, sevmeli ve değer vermeliyiz.
7.Biz kardeşlerimizin meseleleri ile ilgilenmez, görmemezlikten gelirsek nasıl kardeş, nasıl cemaat oluruz?
8.Hiçbir yorum o konudaki mutlak son nokta demek değildir. Ne kadar konu hakkında çalışmış, düşünmüşsek bile yeni katkılara açık olmalıyız.
9.Bizden çok aşağılarda olan bir arkadaşımızdan bile öğreneceğimiz çok şeyler olabilir.
10.Hiçbir zaman tam ve mükemmel insanlar değiliz. Her zaman birbirimizin aklına, tavsiyelerine, uyarılarına ihtiyacımız vardır.
11.Kusursuz insanlar değiliz. Kusurlarımızı görüp bizleri uyaran arkadaşlarımıza bize değer verdikleri için teşekkür etmeliyiz.
12.Birbirimizi dinlemeyi, dinlemeyi, dinlemeyi öğrenmeliyiz. Az konuşup çok dinlemeliyiz. Konuşmanın değil, dinlemenin bizi zenginleştireceğini bilmeliyiz.
13.Hiçbir kardeşimizi kendimizden aşağıda görmemeliyiz. Allahın rızasının nerede olduğunu bilemeyiz. Çok bilgisiz, renksiz gibi görünen bir arkadaşımız ihlas ve takva konusunda bizden çok daha ileride olabilir.
14.Birbirimizi dinlemeden, değer vermeden, sevmeden takdir edici yoldaşlar olamayız.
15.Önde giden ağabeylerimizin en önemli vazifelerinden biri gençleri anlamaya çalışmak, onların önlerini açmak, onları sorumluluk almaya teşvik etmektir. Ben her türlü görevimi gençlere devredebilmeliyim ki, yeni hizmet sahaları için mûtad olanda kaybolup gitmeden, yeni hizmet sahaları ortaya koyabileyim. Hayatın her türlü monotonlukları içinde kaybolup gidenler, yeniliklere karşı kapalı kalırlar.
16.Toplulukları, cemiyetleri, cemaatleri ileri götürenler uç fikirlerdir. Birbirlerini tekrar etmeler değil. Her türlü uç fikri hemen reddetmeden üzerinde düşünmeliyiz. Değişime ve yeniliklere karşı açık olmalıyız.
17.Hepimiz yaşlarımız ilerledikçe çağın şartlarının gerisine düşebiliriz. Çağı yakalamak, çağın insanlarına hitap edebilmek için gençlerle diyalog kapısını sürekli açık tutmalıyız.
SONSÖZ: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, (hayırlı hizmetler yapmak isteyen) eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. (Lemalar)