Nefis terbiyesinde çokça anlatılan kudsi bir hadistir.
Allah (cc) nefse sorar; sen kimsin, ben kimim?
Nefis; “ene ene, ente ente; sen sensin, ben benim” der. Keyfiyeti Allah (cc) tarafınca bilinen bir süre, ateşle terbiye görür. Sonra Rab yine sorar, cevap değişmez.
Bu defalarca tekrarlanır, her defasında cevap aynıdır;
Nefis; “Sen sensin, ben benim” der.
Ateşle terbiyede sıratı müstakime girmemekte direnen nefisi, Rab bu defa açlık imtihanına sokar. Soru yinelenir; sen kimsin ben kimim?
Rabbi karşısında durduğu yeri ve duruş şeklini bilemeyen nefis, asıl şekline dönmüştür.
“Ya Rab ben aciz, fakir bir kulunum, sen benim Rabbimsin.”
Nefis Rabbini tanımak istemiyor; firavunane kendine rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.(1)
Nefis terbiyesinde, nefsin başını eğen ve inat damarını kıran reçete oruçtur. İçinde bulunduğumuz Rahmetin ziyadeleştiği bu aylarda, Ramazan-ı Şerife, nefsi, ruhu, bedeni, aklı hazırlamanın mevsimine girdik. Ömür diliminde çok şükür ki bir kez daha ulaşmayı nasip buyurdu Cenab-ı Allah.
Şimdi dönüp nefsimizin durduğu yere bir bakma zamanı. Sen kimsin, nesin, bu dünyada necisin? demenin en elzem olduğu mevsime girdik.
Aslında bu soruları her daim sormalı kişi kendine, lakin şimdilerde sorulmasına, sorgulanmasına, nefsin duruşuna verilen mükafatların/mücazatların katlandığı zamandayız.
Şirketlerin mizanlarının tutulduğu, yıl sonu kâr ve zararın hesaplandığı, yeni projelerin yapıldığı, hedeflerin belirlendiği dönemler vardır. İnsan denen cüzi kainatın da hesap kitap, proje ve hedef belirlemesi gereken zaman dilimine girmiş bulunuyoruz.
Bu cüzi kainatın emanetçisi olarak, geçtiğimiz dönemde bu şirketi zarara uğratacak ne gibi icraatlara imzalar attık, devraldığımız ve belirli bir süre sonra sahibine teslim edeceğimiz beden ve ruh kainatında, nefsimiz ve Allah (cc) adına neler yaptık?
Diyebilirsiniz ki; ben hep kâr adına işler yapmaya çalıştım ama nefis denen ortağım beni zarar sokacak işler içine dahil etti.
İşte o zaman onun bu şer ve inat damarını, rububiyet isteyen başını kıran orucu çokça icra etmeliyiz.
Oruç; İnsana en mühim bir ilaç nevinden maddi ve manevi bir perhizdir ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfmeyaşa hareket ettikçe, hem şahsın maddi hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helal-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta manevi hayatını da zehirler.
Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binmez; o insana biner.(2)
Hz. Ebubekir Sıddık’a (ra) “neden bu sıcak aylarda, günlerin uzun olduğu zamanlarda oruç tutuğu” sorulduğunda, “nefsini terbiye için” olduğunu buyurmuşlardır. Cennetle müjdelenen sahabe efendimizin nefsini terbiyesinden daha az mı ihtiyacımız var bizim nefsimizin terbiyeye?
O zaman haydi, üzerimize binen ve ömrümüzün neredeyse tamamında sırtımızda taşıdığımız ve maalesef bazen da sırtımızda taşıdığımızdan yürümeyi öğrenemeden ahirete giden nefsi, sırtımızdan indirelim. Onun inmesi için gerekli olan en temel noktayı tespit ettik, Ramazan-ı Şerife idmanlı ve yüksüz bir şekilde girmek için şimdi oruç zamanı.
Dipnot;
1-Mektubat-29.mektub
2-Mektubat-29.mektub
Rububiyet;Cenabı Hakkın her zaman ve her yerde her mahluka,muhteç olduğu şeyleri vermesi,terbiye ve tedbir etmesi.
Hımye; Hastanın ,hekim tarafından verilen ilaçlara kanaat edip ve tavsiyelerine uyup o hududun dışına çıkmaması.