Sadeleştirme, olumlu bir tabirdir. Karışık olan sadeleştirilir. Karmaşık olan durulursa, güzeldir. Bulanık ve bulaşık olanın saflaştırılmasında hayır vardır.
"Risale'nin sadeleştirilmesine karşıyım" demek, "Risale'nin anlaşılmasına karşıyım" demektir.
Yaşadığımız, tam anlamıyla bir kavram karmaşası. Gülen'in emriyle ve sarı renkle basılan 'risaleler' sadeleştirme mi değil mi? 'Sadeleştirilmiş' diyorsanız, Risale'nin karmaşık ve anlaşılmaz olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Öyle mi sahi? Gülen gibi mi düşünmeliyiz?
'Sadeleştirme' diye diye meşhur ettiğimiz işlem, Said Nursi'nin mesajını daha anlaşılır kılma çabası olsaydı, haklı olabilirdik. Aksine, mesajı, daha Birinci Söz'ün ikinci cümlesinde tahrif ediyor: 'Biz de başta onunla [Bismillah'la] başlarız." Üstad'ın cümlesi ise şu: "Biz dahi başta ona[Bismillah'a] başlarız." Bu 'sadeleştirme'yi yapan kardeşimizin aklının arkasında şu düşünce var: Said Nursi, 'ona' ve 'onunla' arasındaki farkı bilemeyecek kadar Türkçe fakiri yahut özensiz bir yazar. Geçen yüzyılda kalmış bir pir-i mugan. Dolayısıyla aşılabilir, geride bırakılmalı. Yeni bir müceddid kadrosu açmak için bu şart…
Oysa metni adam akıllı okuyan biri, tam da Said Nursi'nin bu tercihindeki uyanıklığı fark eder: Öteden beri söylendiğinin/sanıldığının aksine, Bismillah sadece bir işe başlarken söylenip geçilecek bir lafız değildir. Söylenip geçilmez Bismillah. Bir araç değildir. Bismillah bir varlık alanıdır. Bir yaşama biçimidir. Bismillah'a başlarız sadece… Bütün başlamalarımız Bismillah'ın ifade ettiği varlık alanına girmek içindir. İlk hareketlerin cümlesi, Bismillah'ın kapı olduğu hayat tarzına dahil olmak içindir. [Asıl konumuz bu değil; bu bahsi açmak için yeni bir makale borçlanayım. Bu 'sade' ve sade olduğu için de 'derin' olan dersi mutlaka çalışalım.]
Sahiden, Risale-i Nur'un dili yazıldığı devrin dilinin izlerini mi taşıyor? Hayır! Said Nursi; 1920'lerin ağır Osmanlıcası ile mi yazar? Hayır! Said Nursi, Muhakemat gibi birinci dönem eserlerinde belirginleşen ağdalı ilim dilini mi tercih eder Risale'de? Hayır! Sözler, Mektubat, Lemâlar, Şualar, ehli tahkik bir gözlemcinin gözüyle bakıldığında görülecektir ki, yazıldığı devrin Türkçesinden daha sadedir, daha durudur, daha berraktır.
Said Nursi'nin günümüz Türkçesinden ağır gelen kelimeleri ise sadece ve sadece Kur'ân kelimeleri ve esma-i hüsna'ların aslıdır. Bu kavramlar ise her eve herkese her zaman her yerde lazımdır. Geçmişin konusu değil, ebedi geleceğimizin temel taşlarıdır. Uğrunda bir ömür harcanmaya değecek diri ve duru kelimelerdir. İnsanın Rabbini anlamasına yardımcı olacak en sade, en duru, en anlaşılır tutanaklardır. Risalelerin elçi olduğu hakikati, yani Kur'ân'ı anlaşılır kılmak isteyen elbette ki o anahtar kavramları incitmez, bu sade kelimeleri tahrif etmez.
Yapılanın adı, 'sadeleştirme' değil, 'sahteleştirme'dir. Daha insaflı bir tabir istiyorsanız, eser sahibinin ifade kabiliyetini tahkir etmek, telif becerisini küçümsemektir. Kelimenin tam anlamıyla 'tahrif'tir…
Mâlum cemaatin derdi asla 'sadeleştirmek' olmadı ki! Bu küstah tasarrufa 'sadeleştirme' diyerek, azmettiricisini ve tetikçilerini temize çıkarmayalım. Yavan ve muğlak ifadelerle dolu şu 'sarı kitaplar'ı 'sadeleştirilmiş' diye anarak, Risale-i Nur'un aslının anlaşılmaz olduğu tezini benimsemeyelim. Risale-i Nur'a iftira atmayalım!