Her şeyden evvel bir sanat insanı O. Dilinden yıldız yıldız nağmeler, kaleminden şimşek şimşek mısralar, cümleler dökülen coşkun bir sanat insanı Senai Demirci… Ruhu ince bir ipek kumaş gibi örseleyiveren değil, kaderi ince ipek bir kumaş gibi işleyen bir sanat insanı… Dil ile dıl’ı ustalıkla birleştiren ve ahenkleştiren bir sanat insanı… Gönülleri, bilinmezin ve erişilmezin özlemiyle alev alev tutuşan böylesi sanat insanları için dünyamız, gerçekten de, tahammül edilmez bir sürgün ve gurbet diyarıdır.
Hz. İbrahim (a.s) misali kucağına fırlatıldıkları ateş denizini, hem kendileri hem de gelecek kuşaklar için bir gül bahçesine çevirebilen talihli sanatçılar oldukça nadir… Senai Demirci o nadir olanlardan biri. Kendi camiamız açısından düşünülünce belki de birincisi. Risale-i Nurların şakıyan bülbülü. Bütün halis sanat adamları gibi “her sahteye düşman her değere dost” bir sanat ve edebiyat adamı.
Henüz eli kalem tutan birçoğumuz içten, sıcak, sımsıcak cümleler kurmayı ve yazmayı ondan öğrendik. Esmanın o derin ve nükteli sırlarını kanaviçe misali örülmüş esrarlı üslubundan okuduk ve insanın içini ısıtan güzel sesinden dinledik. Kuran’ın ince manalarını zihnimize ve gönlümüze taşıyan o sıcacık ve samimi cümleleri. Risale-i Nurların gönüller üzerindeki iksir misali o parlak tesiriyle geniş okuyucu kitlesini tanıştırdı, çoğu genç olmak üzere binlerce insan onun cümleleri sayesinde Risale-i Nurların anlam deryasına doğru adım attı, onların o engin, rengin ve zengin dünyasıyla buluştu. Bu anlamda Senai abinin ifa ettiği hizmeti vasfetmek bizi çok aşar ama takdir ve teslim etmek adalete minnacık inancı olan her duyarlı kalbin boynunun borcu. Risale-i Nurları “temellük” [mülk edinme] etmedi ve bunu hiçbir zaman düşünmedi, “temessül” [yansıtma] etti sadece. İkisi arasındaki fark, fark-ı azimdir. Mana-yı harfi ile mana-yı ismi arasındaki gibi bir fark-ı azim.
Evet, Risale-i Nur etrafında kaleme alınan bazı kitap sahipleri temellük etmeye kalkıştı onları. Tıpkı Kuran-ı Kerim’i temellük etmeye çalışan çağdaş bazı meal sahipleri gibi. Bunun akıbeti çok acı oldu ve bunu yapanlar feci tokatlar yedi. Ama Senai abinin kitapları sadece temessül etti Risale-i Nurları, temellük değil, Nurlara mazhar oldu, masdar değil, ma’kes oldu, menba değil, kısacası ayine oldu. Onu okuyanlar onda kalmadı, oradan Risale-i Nurlara ve oradan da Kuran’a gitti. Risale-i Nurlar, Kuran’ın aynası, Senai abi Risale-i Nurların aynası oldu. Kitapları hakikate ve marifete susuz kitlelerle Risaleler arasında bir köprü gibiydi.
Gerçekte hiçbir eser, diğer bir eseri gölgelemez/gölgeleyemez, her birinin kendi makamında riyaseti var çünkü. Gölgeyi [zıll] o eserlerin ya nakıs muhatapları ya da fanatik bağlıları yapar. Kur’an-ı Kerim’in etrafında kaleme alınan yüzlerce tefsir, onun ezeli hakikatlerini açtı, yerine geçmedi. Geçemez de. Onlar ihtiyarladı ve fakat Kuran-ı Hakim gençleşti. Eserler birbirinin yerine geçmez, birbirini açar, birbirinin yerine geçirmeyi insanlar yapar. “Risale-i Nurlardan ilham alınarak yazılmış eserler Risalelere perde oluyor” söyleminin bir adım ötesi “Risale-i Nurlar da Kuran’a perde oluyor” şeklindeki akla seza söyleminden başka bir şey değil.
“Hepimiz bir araya gelsek bir Abdülhak Hamit Tarhan yetiştiremeyiz” diyordu Süleyman Nazif. Haksız mıydı? Yıllarca emek versek Senai Demirci gibi Risale-i Nurları bülbül gibi şakıyan ve onlara dil-beste olan bir sanat adamını yetiştirebilir miyiz? Hele ki kaliteli kumaşların çok nadir yetiştiği böylesi verimsiz bir ortam ve zaman da. Sadece Senai abi mi? Sadık Yalsızuçanlar, Metin Karabaşoğlu, Mücahit Bilici, Himmet Uç… bizim cenahın yüz akı olan diğer bazı simaları. Bu insanlar kolay yetişmiyor. İnanın, bu hususta ne kadar sevinsek ve iftihar etsek azdır. “Genelde bütün cemaatler özel de ise Nurcular sanatçı ve entelektüel yetiştiremiyor” şeklindeki eleştirilerin bolca ve kolayca yapıldığı talihsiz bir devirde bu sevinç ve iftihar bilhassa önemlidir ve değerlidir. Kolay harcamak, kıymak, bir sigara izmariti gibi hemen ezmek ayırt edici vasfımız olmamalı bizim! Bilakis onlara sahip çıkmak, onların sanatsal ve entelektüel meziyetleriyle şakirane iftihar etmek olmalı.
Bir şey daha kaldı, gerçi biraz saded harici olacak ama belirtmeden geçemeyeceğim. İltifata susuz taşralı bir yazı heveslisi olarak çaldığım bütün kapıların ardına kadar kapandığı, herkesin manalı bir sükuta büründüğü ve hiç kimsenin “oralı” bile olmadığı ümitsiz bir zamanda Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa kitabımız için -büyük bir nezaket göstererek- kaleme almış olduğu kapak yazısından dolayı Senai abiye en içten ve kalbi hislerimle teşekkür etmeyi bir borç bilirim.