Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar (16)
Hz. İbrahim tevhidin piridir ve Allah’ın dostu anlamında “Halilürrahmandır”. Elbette onu bu özellikleriyle Kur’an’da ünlendiren yaşadığı dönemde verdiği korkusuz tevhit mücadelesidir.
Milattan önce 2100 yıllarında Ur, beş bin nüfuzlu bir endüstri şehridir. Nemrut, Ur’un parlak döneminde saltanat sürmüştür. Beş bin civarında tanrının bulunduğu Ur adeta put imparatorluğu gibiydi. Öylesine ki her kentin kendine özgü putu vardı. Nannar (Ay tanrısı) ile Şemes (Güneş tanrısı) tanrılarının en meşhuruydu. Yalnızca putlar tanrılaştırılmıyor aynı zamanda kraliyet hanedanı da bundan payını yeterince alıyordu. İnsanların bile putlaştığı ve putların dışında bir tanrı mefhumunaasla kabule yanaşmayan bir düşüncenin yoğun olduğu bir merkezdi Ur.
İşte Hz. İbrahim şirkin kol gezdiği bu şehirde doğuyordu. Babası Azer de bu ülkenin puta tapan hatırı sayılır bir heykeltıraşıydı. Hz. İbrahim’in etrafında bu çarpık anlayışın dışında selim aklı paylaşan kimseler yok gibiydi. Ama o seçiliyor ve akılları donduran bu gaflet ortamında Allah tarafından korunuyordu.
Bir gün babası Azer’e “Sen putları mı ilah ediniyorsun?” diye sormuş ve Allah’ın hatırının yanında bir hiç olan babasına “ Görüyorum ki sen ve toplumun apaçık bir sapıklık içindesiniz” diyerek, bir çekince göstermeden doğru olanı haykırmıştır. Haykırmıştır; çünkü bu kadar akılları durduran bir bağnazlık karşısında takınılması gereken tavır bu dik duruştan başkası olamazdı.
Bu kararlılık, bu dik duruş ve bu algı düzeyi Allah’ın Hz. İbrahim’e bahşettiği bir ihsandı. O bu ihsanla her zaman kalbi rahat ve korkusuzdu. Hayatı boyunca putları tanrılaştıran anlayışlara karşı tevhidin bayraktarlığını yapmıştı. Tehdit ve baskılar karşısında da bir o kadar korkusuzdu.
Tevhit kavgasının bir anında gece kararınca bir yıldız gördü ve hemen haykırdı: “Benim rabbim bu ha!” Ama yıldız batıp gözden kaybolunca
Sonra ayın doğuşunu görünce “İşte Rabbim bu!” dedi. Fakat o da batınca “Doğrusu eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum!” dedi. Daha sonra güneşin doğuşunu gördü ve “Rabbim bu, çünkü bu en büyüğü” dedi. O da kaybolunca “Ey kavmim!” diye seslendi; “Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerde yokum” diye onların bu anlamsızlık ve bağnazlıklarını asla paylaşmayacağına ilişkin kararlılığında son noktayı koydu.
Özetle aktardığımız Hz. İbrahim’in hayatından bu kesit, aslında uzun ömrünün tevhit mücadelesinin insani yeteneklerin yerli yerinde kullanılmasının bir yansımasıdır.
Hz. İbrahim bu tevhit mücadelesi esnasında elbette birçok zorluklarla karşılaşmıştı. Bir kere başta babası olmak üzere toplumu karşısına dikilmişti. Hele çıkarları tehlikeye girenlerin soylular olarak tanınanlar, din adamları ve Nemrut onun amansız düşmanı kesilmişler. Hz. İbrahim’e yokluklar, mahrumiyetler mi çektirmediler ve onu ateşe mi atmadılar.
Hz. İbrahim
Tapılması gereken sevgiye layık olmalıdır her şeyden önce. Batıp giden şeyler sevgiye layık değiller; gökte tanrı kabul edilen yıldızlar böyle olunca yerde taklitleri yapılıp tapılan putlar insanın sonsuza uzanan duygularına nasıl cevap vereceklerini azıcık düşünen kafalar bunun tamamen saçma olduğunu kestirmede zorluk çekmemeleri gerekir. İnsan eliyle yapılan ve gerektiğinde günlük işlerinde kullanılan bir put, bunun ötesinde cansız ve ruhsuz olan bir put, insanın sonsuz isteklerine nasıl karşılık verebilir? İşin garip tarafı bir şirk unsuru olan put bile insanın tapınma ihtiyacının bir yanılgı eseri olarak tezahürü olabiliyor. Geçici bir avuntuyla, bu tür mantıksızlığın ötesine geçemeyerek ve deve kuşu misali başı kuma sokarak yetinilmiş olabiliyor. Bu elbette yeterli değil; insanın sonsuz duygularının sonsuza uzanan isteklerinin seslerini duymazlıktan gelmek olsa olsa derin bir gafletin sonucu olabilir.
Demek ilah olarak kabul edilecek şey mutlaka insanın donanımıyla örtüşmesi gerekir. Var olan bir değer hiçin peşine takılamaz. Sevilecek bir özellikte olmayana ebedi muhabbet sarf edilemez. Hz. İbrahim “Ben batanları sevmem” derken, insanın hiçbir şeyinin karşılığına merhem olmayan kavminin putlarına sözü getirmek istiyordu aslında. Verdiği yıldız, ay ve güneş örnekleriyle bu mantıksızlığa dikkat çekiyordu. Sevilmeye layık batan değil, her an diri ve kayyumiyetiyle bizi gözetleyen, bizim her tür ihtiyaçlarımızı gideren ve şahdamarımızdan bize daha yakın olan yaratıcı güçtür.
Hz. İbrahim sevgiyi ön planda tutması anlamlıdır. Yaratıcı olan Allah sevilir; O’ndan korkmanın temelinde de sevgi vardır. Çünkü O’nun cemal sıfatı celal sıfatına galiptir; rahman ve rahimiyeti her zerreye sinmiş durumdadır. İşte bundan ötürü insanda ümit her zaman ümitsizliğe baskın olmalıdır. İnsan sevginin somut halidir ya,bir şeyi severse yapma ve sevmezse yapmama özgürlüğüne sahiptir. Korkuyla varılması gereken bir erdem yoktur. İnsanı korkutabilirsiniz ama ona bir şeyi zorla sevdiremezsiniz. Sevgi kalbin derinliklerinde olan bir olgu. Kalbe ancak ona karşılık gelebilen girebilir.
Hz. İbrahim gerçek sevginin ne olması gerektiğini belletiyordu kavmine. Tevhit de ruhlara ancak sevgiyle nüfuz edebilirdi. Ama kavmi dalıp gittikleri gafletlerinden ne denli ayılıp bu büyük tevhit insanına kulak verdikleri bilinmez.
İnsandaki muhabbet teke verilip hakiki sevgiolunca ancak kozmosla bütünleşip sevgi çiçeklerine dönüşebilir. Sevginin yüzü hep ebediyete dönüktür. Dünya sevgileri insanı bir anda hareketlendirse de avuntudan öteye geçmezler, sonraki acılarıysa onulmazdır. Çünkü geçiciden ne sevgi, ne ruh, ne kalp, ne akıl ve ne de duygular asla zevk alamaz; geçicilik damgasıyla damgalananların binlercesine asla razı olamaz. O halde bizdeki bu değerleri fıtri yönelimlerine kullanmak zorundayız. Eğer acılar ve mahrumiyetler hayatımızı hiç de hak edilmeyen bir cehenneme çeviriyorsa, bunun asıl sebebini, çok uzaklarda değil, değerlerin sarf edildiği geçiciliklerde aramak zorundayız.
Yaratıcı güç sevginin tek adresidir. O’nun dışında harcanan sevgiler er geç istisnasız acıyla son bulur. Üstelik bütün varlık âlemi de ayrı ayrı nameleriyle Bir’i, Allah’tan başka ilah olmadığını ve başka değil sevginin o Bir’e ait olduğunu haykırıyor. “Ben batanları sevmem” in açtığı yaraya da merhem olacak bu fıtri sevgidir.
Nitekim Bediüzzaman da bu acı feryatların sonlanması ve her yerde sevgi çiçeklerinin açılıp saçılması için fıtratın gereğine şu veciz cümleyle değinir: “Madem uful edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti, kalp dahi mecazî mahbuplardan vazgeçti, vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi; sen dahi bîçare nefsim, İbrahimvari