Genç kardeşim! Senin davan insanı insan yapan hakiki imanı kazanmak ve inkişaf ettirerek muhafaza etmektir. Başında kainat büyüklüğünce bir dava var. O dava büyük adam olmak, makam sahibi olmak, zengin ve rahatta olmak davası değil. O dava imanı kaybetmek ya da kazanmak davasıdır.
Senin partin patırtın, alâyiş ve nümayişin yoktur. Sen bilinmezlerin, ermişlerin, kendisini büyük bir davaya vermişlerin, şuurlu, imanlı bir neferisin. Elinde nur var,
topuzla işin olamaz, sen müsbet hareketin temsilcisisin.
‘‘Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt (hiç terddüt etmeden) sarf edecek. İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin (insanların en meşhurlarının) ve hadsiz (sayısız) nev-i beşerin (insan nevinin) yıldızları ve mürşidlerinin (yol göstericilerinin) müttefikan (ittifakla), Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine (söz ve vaatlerine) istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki:
Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla (köşklerle) müzeyyen (süslenmiş) ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla (maddeciliğe bağımlılık hastalığı), çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan (vefattan) yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş, ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?’’ (1 )
Dava itaat, ibadet ve takva ile berraklaşıp, Kâbe’ye yönelmiş olarak secdede birleşerek cemaat-i kübra halinde Allah’a kul ve asker olmak davasıdır. Gel Allah’ın dergahına sığın, dünyanın en büyük günahkarı olsan bile gene gel. O senin rabbin rahmandır, rahîmdir. O sıratı müstakime dönenlerin yardımcısıdır. Gel vakit geçirmeden, imtihan meclisi kapanmadan gel.
Seni davan serap peşinde koşmak değil. Bin kimyager bin yılda, bin seraptan bir damla su çıkaramaz. Serap sevdasına düşüp kendini tehlikeye atamazsın.
Dava sokaklara, hapishanelere, tımarhanelere, cehenneme değil vatana, millete ve ecdadımıza ve cennete layık bir gençlik yetiştirmek davasıdır. Dava her şeyiyle senin davandır. Senin omuzlarında yükselmiştir. Sen bu vazifeyi mutlaka yerine getirmekle mükellefsin.
Dünyayı değiştirmeyi düşünenler önce kendilerini değiştirmeliler. En büyük vazifenin en küçük dairede (kendi nefis dairemizde) olduğu, daha geniş dairede ki vazifelerinde daire büyüdükçe vazifenin küçüleceğini bilenlerdensin. Senin yegane vazifen kendi imanını kurtardıktan sonra ‘‘Emri bil ma’ruf nehyi anil münker (iyiliği anlatıp davet edip kötülük’ten sakındırmak) vazifesini bihakkın yerine getirmek ve sonucunu Allah’a bırakmaktır.
Genç kardeşim! Burcu, burcu iman kokan tarihimize ve geçmişimize şöyle hayalen olsun kulak verecek olsak, asr-ı saadetin nurlu kapısından içeri girip iman hakikatleri- nin hükmettiği bu saadet asrını seyre dalsak, iman ve ihlas kokan havasını doya doya teneffüs etsek, Efendiler efendisi (s.a.s)in etrafında pervane olan yaşları 12 ila 25 arası Hz.Ali, Hz.Zeyd Hz.Zübeyr, Hz.Talha, Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas, Cafer bin Ebi Talip, Mus’ab bin Umeyr (Radiyallahu anhüm) gibi nice genç kahraman sahabilerin fedakarlıklarını müşahede edeceğiz. Kur’an ve iman hakikatlerine hizmet eden bu birinci safın kutlu yıldızları arkalarından gidenleri mahcup etmediler.
Bin yıldır islama bayraktarlık yapan bu necip milletin (içerisinde Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabı, Arnavut’u barındıran) ikinci dirilişini yaşayan Selçuklu ve Osmanlı medeniyetini, şanlı ve şerefli maziyi satır satır sende okudum.
İnsan hangi kavimden, hangi ırktan olursa olsun, en şerefli ve üstün insan, en çok Allahın rızasına mahzar olan ve Resulüne en çok itaat eden kişidir.
Hayalimde sendin tevhid bayrağını açarak, müşriklere karşı; sağ elime güneşi sol elime ayı koysalar ben yine bu davadan vazgeçmem diyen, iki cihan güneşi Hz. Muhammed (s.a.s) in sancağı altında seferlere katılan, meleklerin bile gıpta ettiği, muallim sahabi Musab Bin Umeyr’le Uhud’da omuz omuza çarpışan. Habeşli Bilal’in yanık ezan seslerini dinleyip, mescid-i nebeviye koşan sendin.
Söz verdik Allah’a ve Resulü’ne, Bu yoldan asla dönmeyeceğiz. Bu yol Kuran yolu, bu yol aşk, çile, ve ızdırap yoludur. Bu yol tarihe şan veren kahramanların yoludur, bu yol rızay-ı ilahi yoludur. Yaptırdığı köprüyü küffârın önünden dönmemek için fıratı geçtikten sonra yakan Hz.Ubeyd gibi dönmeyeceğiz. İspanya önlerinde geri dönme- mek için gemileri yaktıran Tarık Bin Ziyad gibi dönmeyeceğiz. Sadece ve sadece îlây-ı kelimetullah için hak ve hakikatleri cihana duyurmak için asırlarca at koşturanlar gibi dönmeyeceğiz.
21. yüzyılın ufuklarında billurlaşan Kur’an nurlarının damarlarımıza enjekte ettiği iman ve kuran hizmeti davasından dönmeyeceğiz. Bu nurlu caddenin başına ‘’Ana’dan yardan, serden, makamdan geçenlerin, mukaddes davaya her şeyini feda edenlerin yoludur başkaları geçemez’’ levhasını da biz asacağız.
Bizler muhabbet fedaileriyiz. Sulhün ve hoş görünün mümessilleriyiz. “Bir insanın imanının kurtulmasına vesile olmak, Güneş’in üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.” muştusunu gönlümüzde duyarak tebliğ ve irşad vazifesiyle dünyanın her yerine gitmek kararlılığındayız.
"Seksen küsur senelik ömrümde dünya zevki namına bir zevk tatmadım. Hayatım harp meydanlarında, memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim eza kalmadı. Ama buna rağmen milletimin imanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım." diyen üstadımıza söz verdik sebat ve sadakatle bu yola hizmet edeceğiz.
En sıkıntılı dönemde saff-ı evvelde yerini alan, sadakatle ve ihlasla nurların intişarına hizmet eden sadık ve vefalı talebeleri manevi evlatları ve varisleri her biri bizler için birer öncü ve rehberlerdir.
Günümüzde; iman, sevgi ve hoşgörü bayrağını dünyanın dört bir yanına taşıyan, hiçbir din, dil, ırk ayrımı yapmadan, yaratılanı Yaradan’dan dolayı hoş gören, yaşatmak için yaşamayı tavsiye eden, ‘‘Gül bitirmek için toprak olmak gerek’’ diyen
‘‘Aç açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun, ulaşamadığın mahzun bir gönül kalmasın’’ ızdırabını dile getiren asrın mimar-ı azamı’nın arkasında saf tutan, nur kafilesinin yanında, üçüncü dirilişin kutlularının kervanı arkasında yürüyeceğiz.
Unutma kardeşim. Amaç ve gaye varlıktır. Amaçsızlık ise yokluktur. Soluk ihmal edilse bile amaç ve dava ihmal edilemez. ‘‘Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit ise bir cemiyeti (ülkeyi) kurtarır.’’ Korkma kararın kesin, niyetin sağlam, amelin salih ise, her bir soluğun iki cihanı kurtarabilir.
1-B.Said Nursi, Asa-yı Musa / 4.Mesele
Yakup Aksoy