Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Furkan Sûresi 27-34. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
27-O gün zâlim kimse, ellerini ısırıp şöyle der: “Keşke ben, peygamberle berâber bir yol tutsaydım!”
28-“Vay hâlime! Ne olurdu ben falancayı dost edinmeseydim!”
29-“Yemîn olsun ki, (o) bana geldikten sonra beni Zikir’den (Kur’ân’dan), saptırdı.” Şeytan ise, insanı (işte o gün, böyle) yardımsız bırakır.
30-Peygamber: “Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’ân’ı (ortada) terk edilmiş (bir şey) saydılar” dedi.
31-(Ey Resûlüm!) İşte böylece her peygamber için günahkârlardan bir düşman kıldık. Hidâyet edici olarak da, yardımcı olarak da Rabbin yeter!
32-İnkâr edenler ise: “Kur’ân, ona bir def‘ada topluca indirilmeli değil miydi?” dedi(ler). Onunla senin kalbini kuvvetlendirmek için böyle (azar azar indirmişiz)dir ve onu (sana) ağır ağır okuduk.(*)
33-Hem sana (da‘vânı ibtâl için) getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (biz) sana hakkı (onun doğru cevâbını) ve açıklama cihetiyle daha güzelini getirmiş olmayalım.(**)
34-O yüzleri üstü Cehenneme (sürülüp) toplanacak olanlar yok mu, işte onlar, yerce en kötü ve yolca en sapık olan(lar)dır.
(*) “Onları şübheye düşürten, güyâ Kur’ân’ın def‘aten (bir seferde) nâzil olmamasıdır. Demek Kur’ân def‘aten nâzil olmuş olsa idi, Allah’ın kelâmı olduğunda şübheleri olmayacaktı. Lâkin Kur’ân’ın parça parça nâzil olması, onların şübhelerini bâis olmuştur, ve: ‘Bu beşer kelâmıdır (insan sözüdür), parça parça yapılışı kolaydır, biz de yapabiliriz.’ diye şübheye düşmüşlerdir. Kur’ân-ı Kerîm dahi onların kolay zannettikleri yolu, ****** [bir sûre] ta‘bîri ile ihtâr etmiş ve: ‘Haydi sizin kolay zannettiğiniz parça parça şekilde olsun mislini getiriniz’ diye, onları kolay addettikleri yolda boğmuştur.
Ve kezâ Zemahşerî’nin beyânına göre, Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelere taksîm edilmiş bir şekilde nâzil olmasında çok fâideler vardır. Evet çok garib letâifi (güzellikleri) hâvi olduğu (taşıdığı) için, şu üslûb-ı garib (görülmemiş bir üslûb) ihtiyâr edilmiştir (seçilmiştir).” (İşârâtü’l-İ‘câz, 186)
(**) “(Kur’ân) ehl-i dalâletin (haktan sapanların) bütün aksâmını (kısımlarını) susturur ve şübehâtın (şübhelerin) bütün menşe’lerini (kaynaklarını) kapatır. Ehl-i dalâlet için, içine girip saklanacak şeytânî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dalâlet bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor.” (Zülfikār, 25. Söz, 19)