Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Bakara Sûresi 144-145. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
144-(Ey habîbim!) Yüzünün göğe çevrilip durduğunu muhakkak görüyoruz. Artık seni, hoşnûd olacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz; bundan sonra yüzünü Mescid-i Harâm tarafına (Kâ‘be’ye) çevir! (Ey mü’minler!) O hâlde (siz de) nerede olsanız, artık (namazda) yüzünüzü onun tarafına çevirin! (*) Hem doğrusu o kendilerine kitab verilenler, şübhesiz bunun Rablerinden (gelen) hak olduğunu gerçekten biliyorlar. Allah ise, (onların) yapmakta olduklarından gafil değildir.
145-And olsun ki, eğer (sen) kendilerine kitab verilmiş olanlara her ne delil getirsen, (yine de) senin kıblene tâbi‘ olmazlar. Sen de onların kıblesine tâbi‘ (olacak) değilsin. Onların bazısı da (diğer) bazıların kıblesine tâbi‘ değildir(ler). Celâlim hakkı için, eğer sana (vahiyle) gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, şübhesiz sen o takdirde, mutlaka zâlimlerden olursun!
(*)“Vaktin evvelinde, Kâ‘be’yi hayâlen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren dâireler gibi Beyt’in (Kâ‘be’nin) etrâfında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihâta ettikleri (kuşattıkları) gibi, en uzak safların da âlem-i İslâm’ı ihâta etmiş olduğunu hayâl ile görsün. Ve o musallî de (namazı kılan da) o saflara girmekle, o cemâat-ı uzmâya (büyük cemâate) dâhil olsun ki, o cemâatın icmâ‘ ve tevâtürü (aynı fikirde ittifâk etmeleri), onun namazda söylediği her da‘vâya ve her sözüne bir hüccet ve bir bürhân (delîl) olsun.
Meselâ, namaz kılan: اَلْحَمْدُلِلّٰهِ dediği zaman, sanki o zamanda o cemâat-ı uzmâyı teşkîl eden bütün mü’minler: ‘Evet, doğru söyledin!’ diye onun o sözünü tasdîk ediyorlar (doğruluyorlar). Ve bu tasdikler, hücûm eden evhâm (vehimlere) ve vesveselere karşı ma‘nevî bir kalkan vazîfesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hâsseleri (hisleri) ve latîfeleri ve duyguları o namazdan zevklerini ve hisselerini alırlar. Yalnız, musallînin Kâ‘be’ye olan şu hayâlî nazarı kasdî olmamalıdır. Tebaî (kasdî olmayan) bir şuûrdan ibâret bulunmalıdır.” (Mesnevî-i Nûriye, Katre, 63)