Sensiz geçen bir gün daha… Bugün Pazar ve komşular uyanmadı hala. Bahçeli bir evin bahçesine sensizlik bir karabasan gibi çöktü. Dört can, dört damla kana dönüştü; dört bahar güneşi hiç görmedi. Seni hiç görmeyen sensizliğinden utanır mı ki ey övülmüş ruh! Seni gören taşlar ağlarken iplere asılı ruhlarımız ağlar mı ki. Ay hiç olmadığı kadar kararmışken bir daha yeniden yine bahar devrimiyle gelir mi müjden evimize. Bir kurtarıcı ararken insanlık, soğuyan bedenlere bir çocuk tebessümü uğrar mı asırlar ötesinden. Viran olmuş dünyamızda acıyı katık etmişiz aşımıza, şeytan bal sürmüş dudağımıza. Âdem yasak elmayı hala yemekteyken unutmuşuz pişmanlığımızı. Pişmanlığın tadına varmaya bile muhtaç gönüllerimize dokunur mu mübarek ellerin. Çocuklar ölürken çığlık çığlık, titremeyen yüreğimize aşkı öğretir misin yine. Bir annenin açlıktan ölen çocuğuna ağlamasının pragmatik bir yorumunu yapan beyinlerimize Ömerce bir duruşu hatırlatır mısın? Komşum aç ve çıplakken, soframa sütünü bırakmayan kuşa sitem eden fikrimin derin çukurundan kurtarır mısın beni. Bir yağmur damlası kadar berrak bakışlarını yeniden gezdirir misin üzerimde. İnandığım için üstündüm ya, inandığım için utandığım zamanlarda yıkılan bedenimi ve de ruhumu, taşlanmayı göze alarak çıktığın meydanlardan devşirdiğin merhametle sarar mısın? Büyüklerin hatırı kalmadı, her anne deyişimde burnum sürtündü üç kere, hiçbir göz ağlamadı, faili meçhul bir hüzün çöktü içime hüznümü neşeye çevirir misin? Cinnetim cennetimdi, cennetim nerde?
Sensiz geçen bir gün daha… Bugün Pazar ve komşular uyanmadı hala. Bir baldıran zehri düştü bir bağ evine. İpte asılı dört ten… Tenden firar etmiş dört can… Ey her mekânda ve zamanda övülmüş olan, olması gereken şeylerin adını iyilik koydukları bu dünyada kardeşçe bir bakışı öğretir misin bana. Ömür defterimin her bir sayfasını sensiz isimlerle doldurdum. Her temize çekişte bak yine seni nasıl unuttum. Nisyanım ezeldendir, insanlığımı ebedileştirir misin? Günler güllerini doğururken şafakta, kan kırmızıyı gül kırmızıya çeviri misin? Yanlışa çıkan yollar çok, bana doğruyu buldurur musun? Bir yanımız hep katil, bir yanımız hep Kabil; çocuklar ve kuşlar öldü, masumlar ve mazlumlar öldü, Kabil’den Habil’i doğurur musun? Her gidenin ardından bakakalan hep ben… Telaşlı yolculukların unutulmuş eşyası yine ben…
Sen ki doğarken unutmadın, yaşarken unutmadın, göçüp giderken unutmadın. Dağlar bir serpilişle serpildiğinde, yer bir sarsılışla sarsıldığında, gök çatlayıp yarıldığında, yürekler kaygıdan oynadığında beni de hatırlar mısın? Bıraktığın emaneti cenazelerimizde hatırladık, tozlu raflara hapsettik hakikati. Yağmur olup gelsen müzahrefatımızı temizler misin? Kırmızı tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin de kırmızı tenliye üstünlüğü yoktur derdin. Sırf öyle olduğu için öldürülen çocuklarımızı mübarek ellerinle toprağa verir misin? Kameri ortadan ikiye bölen parmağını bir kere daha kaldırsan, taş kesilmiş yüreğime bir dokunsan, dokunsan da çağlasam, içimden akan nehre yol olur musun? Başımın üstünde gezen kuşlar baykuş mu ebabil midir? Şu ağlayan kütük benden daha mı merhametlidir? Doğduğunda yüzüstü yıkılan putlar vardı. Bin yıllık ateşi söndürdü nefesin. Şimdi yüzüstü yıkılan benim, kendi cehennemimde kora döndüm, söndürmeye bir nefes daha verir misin? Mücrim bir avareyim, derdimle biçareyim, isyanla kederdeyim, kurtların istilasında bir gövdeyim, kıyamet ortasında kaldım ey övülmüş, gölgende bana da yer veriri misin?
Sensiz geçen bir gün daha… Bugün Pazar ve komşular uyanmadı hala. Dört insan, dört can kıydı canına… Senin olmadığın pazartesinde onlar da yok artık… Sensiz hiçbir şey, olması gerektiği gibi değil. Bize öğretilenler, peşinden koştuğumuz gerçekler, ortaya yüreğimizi koyduğumuz aşklar, yaşadığımız tüm hayatlar, öldüğümüz ölümler, evlatlarımızın gözlerindeki umut, kurduğumuz hayaller hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Hâlbuki her Pazartesi sen doğarsın. Her güneşte sen varsın. Her mavi her yeşil sadece senin tonunda… Çocuklarımla aramda sen varsın. İki sevgilinin, dünyayla güneşin, toprakla köklerin, erkekle kadının, geceyle gündüzün, yazla kışın, Âdemle Havva’nın, dünün bugünün yarının, Leyla ile Mecnun’un, tohumla toprağın, zamanla mekânın, iki parmağın, su ile ateşin, dünyayla kabrin, kabirle ukbanın arasında hep sen varsın. Seninle arama yine senin hatırını koyar mısın? Zamanım tükendi ayaklarımın altında adım adım. Her adımda yalnızlıkla sarardım. Açılırken kapılar ‘merhaba’ diyecek birini aradım. Bari sen unutma beni. Bari sen unutma beni. Ben unuttum her şeyi. Bir canım var al senin olsun desem kabul eder misin?