Tarihimizin tozlu sayfaları, inancı uğruna türlü zorluklara katlanan, çekmediği çile kalmayan dava adamlarıyla doludur. Bediüzzaman Said Nursi, Necip Fazıl, İskilipli Atıf Hoca, Mehmet Akif Ersoy bunlardan bazılarıdır.
Osman Yüksel Serdengeçti de bunlardan birisidir. Onun da ömrü başta saydıklarım gibi hapislerde çile ve zorluklarla geçmiştir.
Toplam 33 sayı yayınlanan, birçok sayısı siyasi irade tarafından toplattırılan “Serdengeçti” dergisini çıkartmış, dergideki yazılarından dolayı okuyucuları onu Serdengeçti olarak tanımlamışlar ve bu sebepten kendisi de sonradan Serdengeçti soyadını almıştır.
Üstadımızı öven ve Tarihçe-i Hayat’ta geçen “Said Nur ve Talebeleri” başlıklı yazısında, üstadımız için “Başı Ağrı dağı kadar dik ve mağrur” ve “hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir alim onu yenememiş” şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Hayatı hakkında bilgi vermek yerine, onun hazır cevaplıklarıyla dolu anılarından bir demet sunmak istiyorum.
Böylelikle 10 Kasım 1983 tarihinde vefat eden ve aynı zamanda şair olan Serdengeçti’yi rahmetle anmış olalım.
Osman Yüksel Serdengeçti, milletvekilliği yaptığı dönemde kravat takmadığı için çok sayıda uyarı almıştır. Uyarıları dikkate almayınca genel kurula girişi yasaklanmıştır. Bu kez beline bağladığı kravat ile içeri girmiş, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise, “kanunda nereye takılacağı belli değil, istediğim gibi takarım” cevabını vermiştir.
Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve Osman Yüksel Serdengeçti aynı koğuşta yatmaktadır. Necip Fazıl dertlidir; bir oraya, bir buraya volta atar; sigara üstüne sigara yakar. Serdengeçti gayet neşelidir. Nazım ise her rast geldiğine komünizmi anlatır, durur. Bir gün yine Nazım karşısındakine komünizmi anlatırken Serdengeçti yanına yaklaşıp der ki, "Üstat, bu komünizm nedir?" Nazım kendinden gayet emin bir şekilde "Elini sol cebime at. " der. Serdengeçti hemen atar. Nazım der ki "Ne buldun?" "İki tane yirmi beş kuruş. " der Serdengeçti. Nazım "Birini al. " der. Serdengeçti alır. Nazım gururla "İşte komünizm bu. " cevabını verir. Bir gün Nazım'a elli lira gelir. Serdengeçti sormadan hemen elini Nazım'ın cebine atar ve yarısını almak ister. Nazım hemen müdahale eder: "Hop, hop. Ne oluyor?" der. Serdengeçti, "Üstat, yarısı benim değil miydi?" deyince Nazım, "O kadar da uzun boylu değil." karşılığını verince Serdengeçti taşı gediğine koyar, "İşte, komünizm dedikleri yirmi beş kuruşluk bir şeymiş. "
Osman Yüksel’in Milletvekili olduğu yıllardır. Bir gün meclis kürsüsünde kendisine laf atan vekillere dayanamaz ve “bu meclistekilerin yarısı eşektir” der ve iner kürsüden. Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Arkadaşlarının da ricası üzerine tekrar kürsüye çıkar ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler: Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir.”
Onun, Tarihçe-i Hayat’ta geçen, üstadımızı öven “Said Nur ve Talebeleri” başlıklı yazısının bir bölümüyle yazımı bitirmek istiyorum:
Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta… Şark yaylalarından, Güneş’in doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş… Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade… Şimşekler gibi bir zekâ… İşte Said Nur!.. Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar… Onun için kurulan i’dam sehpaları… Sürgünler… Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’an-ı Kerim’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecelli etmiş!