“Risale-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-i envârdır.”[1] Risale-i Nurun faziletine dair kelam etmek gündüz ortasında güneşi tarif etmek kadar abes bir şeydir. Bu sözümü her nur talebesi ve ehl-i insaf kabul eder. Çünkü Risale-i Nur Müellifi ve Talebeleri kelle koltukta hizmet etmiştir. Kelle koltukta, zindan köşelerinde çok uygunsuz şartlarda yazılan bu muazzam tefsir-i Kur’an şimdi kanepe koltukta, muntazam mekanlarda okuyamaz bir hale geldiğimizi de gene tasdik edeceklerdir.
Kenz-i mahfi ise; gizli hazinedir. Amma bu hazineyi keşfetmek ise okumaktan fazla bir çaba ister. Çünkü “nakd-i ömrü verenlere verilecektir” mana ve kemâlat. Yani okumaktan fazla bir gayret gerektirir. Her insanın mizacı muhtelif olduğu gibi istifade edeceği metodlar da farklılık arz eder. Kimisine atıflı okumak, kimisine düz okumak, kimisine not almak, kimisine yazmak, kimisine aynı manaya gelecek yerleri bir arada okumak ve hakeza.. istifademizin azameti kendimizi tanımamız nisbetindedir.
Bu kenz-i mahfi için daima şu misal aklıma gelir ki; “Gavvas dalgıçlar, o definenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza... Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakâikın müvâzenesi bozulur. Tenâsüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır.”[2] Bu misal aynı zamanda şuna benzer ki; insanlar, anladıkları manayı illa budur demek veya sadece bizim meşreb/cemaat var diyenlerin hali gibidir.
Ehl-i Sünnetin Türkiye'deki mümessillerinden biri olan Nur talebeleri tüm meşrepleriyle bir bütünlük arz eder. Hiçbir meşreb tek başına bütün nurculuğu temsil edecek kadar şumüllü değildir. Çünkü İslamiyet küçük bir felsefi akım veya hizbin çapına çıkacak kadar üçük değildir. Doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruluğu yaşamak her Müslümanın misyon ve vizyonu olması gerekir. Bu misyon ve vizyonu şiar edinden nur cemaati içinde ki meşrebler ise nurculuğun bir cüz’üdür herbir meşrebi. Bu sebepledir ki "sadece benim anladığım doğrudur veya bizim cemaat/meşreb hizmet ediyor gerisi boş vs." demek hata üzere hatadır yani katmerli hatadır. Bir meşreb/cemaat ne kadar kalabalık olursa olsun bir ferd ne kadar okursa okusun anlasın bu hüküm değişmez.
Okurken muhakkik olmak gereklidir. Yani hakikatlerle yürümeli hayâl veya taassub gözlükleriyle değil. “Zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menbaını bulmaktır.”[3] Zahir aldatıcıdır. Çünkü bir buz dağının tepesi küçükken altında bir gemiyi gark edecek kadar bir azameti vardır. Mana alemi de böyledir. Küçük bir giriş kapısı vardır ama herkesin kapısı farklıdır. O aleme girenlere hâl ehli denmektedir. “Nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zamanderinden derine tafsilât ile tedkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.” [4] Hususi alem derindir, ünsiyetlidir. O alemin balını tadan kavanozun dışını yalamayı bırakır.
Risale-i Nurun ihata ettiği sahada ise hüküm Risale-i Nurundur. Nitekim “Risale-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ Kur’an kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir.” [5] 20 cilte karib olan Risale-i Nur Külliyatında muhtelif mevzular ve hakaik serpiştirilmiştir. Teenni ile okuyanlar bunun en canlı şahitleridir. Bu serpiştirilen manaların cem’i ise insana bambaşka alemlere ufuklar açtırmaktadır.
Burada şerh ve izah hususunun nasıl yapılacağı izah edilmiştir. Lakin böyle sarih ifadeler varken ve her insan için hususi istifade metodu olduğu halde böyle sarih ifadeleri reddetmek, inkar etmek ise acib bir haldir. Kelamullah’ın Tefsiri olan Risale-i Nurda da şu hüküm câridir. “Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor.” [6] Hal bu iken çekirdek, nüve, icmal nev’indeki hakaiki neşvünema buldurmak ise istidad ve kabiliyetlere bakıyor. Bu nasıl diye akla kapı açılıyor mutlaka. Buna bir misal aynı malzemeyi iki farklı insana verip biribiriyle alakası olmayan neticeler alındığı gibi..
“Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor.” [7] “Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur.” [8] Risale-i Nur’un şerh ve izahı ehemmiyetli bir vazife olarak nur talebelerine tevdi edilmiştir. Mürur-u zamanla daireye dahil olan yeni ve nura sadık nur talebeleri teknolojinin getirdiği sühuletle çok daha kolay bir tarzda nurlara eski nur talebelerinin çektiği sıkıntıları çekmeden onlar kadar belki de onlardan daha fazla Külliyata vâkıf olacakları akıldan uzak bir şey değildir. Telefonlar ve muhtelif nur sitelerinde var olan külliyat metinleri ve ders videoları insanın nurlarla ünsiyet kesbetmesi ve nurlara kalb ve ruhunun ısınıp dostluk oluşturmasına muavenet etmekte, asistan vazifesini görmektedir.
Fazilet-i külliyede belki yetişemez; ama şahsiyede geçebilir ilk ağabeyleri. Bir vakıf abinin üstadımızın bir varisine bir meseleyi edebileceği gibi.
Külliyattan derlemeler yapmakta bu hizmette inkişafa medardır. Bir mevzuya dair külliyattan derlemeler yapmak ise “Herkes bu zamanda Risale-i Nur'a muhtaçtır. Fakat umumunu elde edemez. Elde etse de tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes'eleleri ondan okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalaasını tekrar eder.” [9] Medresede kalanlar zaman itibariyle böyle çalışmalar yaparak umumun istifadesine arz etmektedirler zaten.
Belki de Risale-i Nur Külliyatının topluma mal edilememesinin temel sebebi "Risale-i Nur bir mevzu hakkında ne diyor?" denildiği zaman ortada derli toplu bir çalışma veya makale bulunmamasıdır. Tabir-i aherle Risale-i Nur akademik camiaya nur talebelerince tanıtılamaması ve benimsetilmemesidir.
Hüccet-ül islam İmam-ı Gazali (k.s.) vefatına 1000 seneye takrib olmasına rağmen fikirleri halen konuşulur tartışılırken, çifte eneli ve ehl-i bid’anın sesleri işitilen bu zamanda, Bediüzzaman Said Nursiden bir asır geçmemesine rağmen ortada akademik olarak Risale-i Nur teşebbüsleri, çalıştayları ve çalışmaları pek fazla görülmemektedir. Çalışma yapanlar da adeta tekfir-i Nuriye edilip aforoz edilmektedir.
Afarozcu kesimde iki sebeple yapmaktadır.
1.Hasede sadakat namı vermek. Yani neden o yapıyor da ben değil!
2.Nurun safiyetine halel zarar gelebilir düşüncesidir ki cok zaman bu hizmet namına hezimete sebep olmaktadır.
Risale-i nur külliyatının vüzuhu ile inkişafı namına yapılan çalışmaları kim olursa olsun müstakimane teşvik edip onun o hususta çapını genişletmeliyiz, takdir etmeliyiz.
Mukadder sual: Eğer ihtiyaç olsaydı ilk ağabeyler yapardı?
Elcevab: Şayet bu söz hakikatli olsaydı Kastamonu 56'daki mektub olmayacağı gibi.. tarih-i islama nazar edince Hz. Ebubekr (r.a.) Kur’an-ı Kerimin Mushaf haline getirilmesine bidayeten “Rasullahın yapmadığını ben nasıl yapayım” demesi ve Hz. Osman’ın (r.a.) Hz. Hafza mushafını çoğaltması meselesi gibidir.
Te’lifçe Risale-i Nur tamam olsaydı Hizmet Rehberi, Beyanat ve Tenvirler, Siyaset ve neşriyat broşürü, Sönmez, Mirkat-üs Sünnet, İman ve küfür müvazeleri, Bediüzaman Cevap Veriyor gibi eserler nurun nazırları olan ağabeylerimizce yapılır mıydı?
Elbette ki bu abilerimiz (Rahmetullahi aleyhi ebeden vasiaten) ihtiyaca binaen bu çalışmaları yapmıştır. Ve yapılacaktır.
Hülasa: “Fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.” [10]
[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 97 )
[2] Sözler ( 439 )
[3] Muhakemat ( 26 )
[4] Mesnevi-i Nuriye ( 147 )
[5] Kastamonu Lahikası ( 56 )
[6] Sözler ( 252 )
[7] Kastamonu Lahikası ( 56 )
[8] 29.Mektup / Mektubat ( 426 )
[9] Tarihçe-i Hayat ( 286 )
[10] Barla Lahikası ( 375 )