Dilimizde yerleşik veya yaygın bir şekilde minimum veya maksimum ifadeleri kullanılmaktadır. Bunlar azami ve asgari ifadelerine tekabül eder. Bir de bunlardan türeme minimalist ve maksimalist ifadesi vardır. Sırasıyla azla yetinen, azami olanın peşinde koşan demektir. Aynı paralelde dingincilere mukabil bir de gürültücüler ve acilciler grubu ve anlayışı vardır.
Abdulkerim Suruş'ın 'Kabz-ı Bast-ı Teorik-i Şerîat' isimli eserinde ve tezinde şeriatın sınırlarını genişletenler ile daraltanlar arasındaki çekişmeyi ele alır. Günümüzde bu mesele dolaylı olarak hala tartışılmaktadır. Zira kimileri bu tartışmadan kendilerine pay çıkarmak ve bu vesile ile milletin sırtına binmek istemektedirler. Hadislerde esasında bu tayfa ve gruplara sıfat olarak temas edilmektedir. İsimleri şu veya bu olabilir. Tebeddülü esma ile hakaik tebeddül etmez.
Hadislerde ‘mütenettiun’ diye bir ifade kullanılır ve belirli bir zümreyi ve yaklaşımını, tutumunu hedefler. Hazreti Peygamber (asm) ‘Mütenettiun/aşırılar helak oldular’ buyurur. Bunlar din ve şeriat noktasında aşırı ve katı zümrelerdir. Lakayt, gevşek görünenler yani tefrit zümresi karşısında aşırılık yanlısı ifrat zümresini temsil ederler. Bunlar İslam’ın temsil ettiği itidal ruhundan sapanlar, taşanlardır. Haddi itidalden ayrılanlardır. Dinin bu yöndeki yaklaşımı Bakara Suresinin 185’inci ayetinin de ortaya koyduğu gibidir: ‘Allah sizin için zorluk değil, kolaylık dilemektedir.’ Demek ki Allah kolaylık murat etmektedir.
Bazıları ise Allah’ın muradının hilafına zorluk dilemekte ve şeriatın sınırlarını keyiflerine göre yaymakta, genişletmektedirler. Bu zorluğun niteliklerinden birisi şeriatın sınırlarını ve dolayısıyla mükellefiyetin sınırlarını, alanını genişleterek kulları sıkıntıya sokmaktır.
Zorluklardan birincisi şeriat alanını genişletmektir. İkincisi de dinin ortaya koyduğu tedrici yaklaşımı dikkate almadan acil davranmaktır. Her devirde boy uzatan bu acilci zevat karşısında Hazreti Peygamber bir dizi uyarıda bulunmuştur. Peygamberimiz bu yolda buyruklarından birisinde şöyle demiştir: Bu din pektir, güçlüdür ve ona yumuşaklıkla dal. El münbettu yani acil hareket ederek kafileden uzaklaşan kişi, ne yol alır ne de binekte sırt bırakır (https://ferkous.com/home/?q=rihab-2-22)
Günümüzde her türün aşırısı bulunmaktadır. Bunlardan birisi şeriat dairesini genişleten ve kolaylık yerine zorluğu esas alan zümrelerdir. Bunların başında da günümüzde IŞİD türü hareketler gelmektedir. Abdulmün’im Mustafa Halime tarafından kaleme alınan ‘el Ahkam es sultaniyye v’s Siyasetü’ş Şer’iyye’ adlı eserde bunlara temas edilmektedir. “Bunlar fiiliyatta şeriatı ya yüzde yüz tatbik etmek ya da yüzde yüz atıl bırakmak isterler. Yöntemleri buna varır. Onlarda ortası yoktur. Sen İslam hukukunu veya şeriatı yüzde 90 nispetinde tatbik etmek istediğinde sana karşı çıkar ve yüzde 10’u üzerine seninle hesaplaşır, kavga eder hatta savaşırlar. Bu nedenle o tatbik edilmeyen yüzde 10 nedeniyle yüzde 90’ı askıya alırlar ve tehlikeye atarlar. Onlar bir ayda yapılamayacak işi bir güne sığdırmayı dilerler. Bir yılda tamamlanacak bir işi bir haftaya sığdırmak isterler. Onlar uzun soluklu değil kısa solukludurlar. Uzun vadeli değil kısa vadeli düşünürler. Onların yöntemleri eleştiri ve suçlamaya matuf ve yatkındır. Mesuliyet şuuruna müdrik değildirler... (1)”
Buradan anlatılanlardan bu tarz grupların sol gruplara veya Doğu Perinçek ve zümresine benzediklerini çıkartabiliriz. Doğu Perinçek grubunun İslami versiyonu gibi durmaktadırlar. Zira onlar da kendileri gibi düşünmeyen herkesi Amerikancılıkla veya ajanlıkla olmasa bile kafirlikle suçlarlar.
Şeriatın tatbikini kimileri hadlerin tatbikine indirger. Bu indirgenmiş bir şeriat anlayışıdır. Oysa ki, sila-i rahimden, namaz, oruç, zekat, iyi ahlak, haramlardan sakınmak, kaçınmak, cami yapmak, dayanışmaya kadar bütün uygulamalar hepsi şeriattır, şeriatın rükünleridir. İslami uygulamaların tamamına şeriat diyoruz. Hadler ise kimi alimlere göre 5, kimi alimlere göre 7, kimi alimlere göre de en azami 10 kadardır. Halbuki şeriat ahkamı tadat ve sayıya gelmez. İslam veya şeriata dair binlerce ahkam vardır. Had cezaları ise sadece 5 ile 10 mesele arasında gidip gelmektedir. Hadler İslam’da sayısal anlamda çok az bir yer tutar. İslam toplumunun sağlıklı seyrini korumak ve muhafaza etmek için elbette ki gerekli ve önemlidirler, önemsiz addetmek mümkün değildir. Fas alimlerinden Ahmet Raysuni bu hususta şunu söylüyor: "Sayısal anlamda hadlerin yerini küçümsemek istemiyorum ama şeriat da bunlardan ibaret değildir. İslam hukukunun tatbiki gündeme gelince zihinler hemen bu meseleye kayıyor, intikal ediyor, itirazımız bu noktayadır. Durum bu merkezdedir ve bu mesele şeriat ahkamının ancak yüzde birine tekabül eder. Şartları taayyün etmediği hallerde tatbik edilen hadler şer’i olma vasfını yitirir ve yasadışı yani gayri meşru hükmünü alır... (2)”
Sözgelimi Hazreti Ömer döneminde Kudüs’ün fethinden sonra 17/19 hicri tarihinde Hicaz’da baş gösteren açlık ve kıtlık senesine ‘am er rimade’ denmektedir ve bu yılda hırsızlık hadleri ve cezaları askıya alınmıştır. İlleti ve hikmeti şudur: Bu durumda hırsızlık keyfi değil ızdırari şartlarda işlenmektedir. Burada Ahmet Raysuni’nin de Bediüzzaman gibi had veya siyasi ahkamı ve meseleleri minimalist yani asgari düzeyde gördüğü anlaşılmaktadır. İslam şeriatı hadlerden ibaret değildir ve hadler şeriatın ancak yüzde 1’ine tekabül eder.
Bediüzzaman’ın görüşü de yaklaşık aynıdır. Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Faslı ulemadan Ahmet Raysuni’nin hadler ifadesi yerine Bediüzzaman sadece siyasete müteallik (ahkam) ifadesini geçiriyor. Şöyle ki, "Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; ona da ulu-emirleriniz düşünsünler" (3)
Hindistan asıllı alim ve hükemadan Vahidüddin Han eski şeriatlara nazaran Muhammedi şeriatın minimalist olduğunu eski milletlere ve ümmetlere yüklenen ağır yüklerin veya tekliflerin Müslümanlardan kaldırıldığına temas eder. Nitekim, Bakara Suresinin 285 ve 286’ıncı ayetleri tarihi süreci ve vetiresiyle buna temas eder; Müslümanlara yönelik mükellefiyette azaltmaya ve külfet indirimine gidildiğini ortaya koyar:
Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır: "Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."
Ümmeti Muhammede tanınan imtiyazlardan bazıları Kadir gecesinde olduğu gibi zamanın dürülmesi, bereketlenmesi ve muaddel ibadetlerde veya görevlerde tahfife, kolaylaştırmaya gidilmesidir. Dolayısıyla IŞİD gibi nevzuhur hareketler amiyane tabirle ‘Kur’an’dan fazla Kur’ancı’ durumundadırlar. Onların kör idealizmi karşısında Kur’an ve İslam realist kalmaktadır. Ümmeti Muhammede zaman tayyedilmiş, şeriat ise muhtasar kılınmıştır. Nafile eden başka. Şeriatın kamilen tatbiki ise şartlara vabestedir. Hazreti Ömer’in rimade ve açlık yılında hırsızlık cezasını askıya alması gibi. Bu açıdan usulcüler bir kaide-i külliye olarak şunu vazetmişlerdir:
"Tamamı elde edilemeyenin tamamı terkedilmez: Mala yüdreku kulluhu la yütreku kulluhu."
Eski şeriatlara nazaran Kur’an ahkamda maksimum değil minimum bir yaklaşımı benimsemekte, temsil etmektedir.
1- Abdulmün’im Mustafa Halime, el Ahkam es sultaniyye v’s Siyasetü’ş Şer’iyye, s: 18-19, Guraba Yayınları
2-El Hareketü’l İslamiyyeel mağribiyye: Suud em Uful, Ahmet Raysuni, Daru’l Kelime, s: 79/80
3- https://sorularlarisale.com/seriat-da-yuzde-doksan-dokuz-ahlak-ibadet-ahiret-ve-fazilete-aittir-yuzde-bir-nispetinde-siyasete