Şer mi gitsin, hayır mı gelsin? Zarar mı kalksın, kâr mı artsın? Seyyiat mı küçülsün, hasenat mı büyüsün? Zillet mi yok olsun, izzet mi çok olsun? Sorular, sorular... Cevapları birbirine benzeyen sorular...
Sayısız a’sara müşahid, nihayetsiz suuda müstaid, hadsiz sukuta müsaid bir fıtrat ile yaratılan şu aziz ve aciz insan; hayrı yapma, şerden kaçma iki fiil arasında tercih yapma zorunda kalsa, şerden kaçması hayrı yapmasından üstün görülür. Bu mana “def’i şer, celb-i nef’a racihtir” düsturu ile ifade edilir.
İslam dini; haramlardan içtinabı, farzlara ittibayı isteyen bir ferman-ı semavîdir. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için; yapılmasın istenen nehiyler, yapılsın istenen emirlere nispeten fazladır.
Bedi’ül beyan bu manayı “Her zaman def-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahat ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def-i mefasid ve terk-i kebair, üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş.”[1] cümlesiyle tespit eder.
Külliyatta “Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalata kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, (neticesi) saadet-i dareyndir”[2] ifadesi; ifsadı izale etmenin, intibahı ikame etmeye nispetle öncelenmesi lüzumiyetini hatırlatır.
Bu itibarla takva; nefsin kesafetinden, kalbin letafet ve ulviyetine vasıl eden en büyük bir saiktir. Ulaşılanların kıymeti terk edilenlerin kametinden umumen fâiktir (üstündür).
Şerri tahliye etmeden hayrı takviyeye çalışma; vusulü meşkûk, usulî bir hatadır. Günümüzde ise hasenata/sevaba koşan müminlerin, seyyiattan/günahtan kaçan müminlerden daha ziyade oldukları görülür. Hâlbuki günahtan tiksinme, gafletten silkinmenin hem önü hem de yönüdür. Kâinattan küsen, dünya ziynetinden iğrenen, vücudundan bıkan ruhlara melce ve mence yalnız O’dur.[3]
Evet... Gün, hayra koşmadan ziyade şerden kaçma günüdür! Seyyiattan arlanma olmadan, hasenat ile arınma olamaz! Şerden iğrenme olmadan hayra imrenme hakkıyla muhaldir...
Şerden kaçma ile hayra koşma uhrevi neticeleri itibarıyla aynı görünse de dünyevi neticeleri itibarıyla aynı değildir. Cehennemden uzaklaşmayı önceleyen bir mümin ile cehennemden kurtulmayı (takvayı) öteleyen, cennete ulaşmayı önemseyen diğer bir mümin arasında azim fark vardır.
Cehennemden kurtulmayı önceleyen birinin hissiyatı, idamdan kurtulmaya uğraşan bir mahkûmun halet-i ruhiyesine benzer. Böyle birine havf ile alude bir reca hükmedeceğinden gurura medar bir halet görülmez.
Cenneti kazanmayı önceleyen birinin hissiyatı ise, daha rahat bir hayat için maddi servetini arttırmaya çalışan bir insanın gaflet-i kalbiyesine benzer. Böyle birinden emn ile alude bir eda, gurura medar bir hissiyat nüksedebilir. Ezcümle:
-Kitabın ilk hitabı nezirdir; beşir değil... (Kalk ve korkut, kalk ve müjdele değil.)
-Kelime-i tevhidin önü şirki reddir, ilahı ispat değil...
-Cevşen ile cehennemden halas talep edilir; cennete vusul değil...
-Hacda şeytanı taşlama, tavafa başlamadan evveldir; ahirde değil...
-30. Lem’ada Kuddüs ismi Ferd isminden önce izah edilir; sonra değil...
-Kalbin şirkten temizlenmesi, iman ile süslendirilmesinden öndedir; sonda değil...
-Şeytandan istiaze (sığınma), Rahman’dan istianeden (isteme) öncedir, sonra değil...
-Beşerin en büyük meselesi cehennemden kurtulmaktır; [4] cenneti kazanmak değil...
-Ekser Mekkî ayetler seyyiata (zina, katl) reddiyedir; hasenata (oruç, hac) davetiye değil...
Elhasıl; şer gitmeden kalpten, ilham gelmez gaipten... Şek’ gitmeden akıldan, şevk gelmez sahipten...
[1] Kastamonu L., 148
[2] Sözler, 133
[3] Mesnevi-i N., 130
[4] Şualar; 232