Severken, akılla duygunun türbülansını arttırmak, daha kalıcı sevgilere ve aşklara götürür.
Sevginin duygu dili kendi başına yeterli mi? Düşünce dili olmadan sevgi kendini besleyebilir mi?
Yeterli olmayacağını söyleyebiliriz. Problemli sevgi alanları bunu gösteriyor.
Sevmek için duygu ile aklın buluşması yeterli mi peki?
O da yetmiyor. Takviye gerekiyor. Kalbin ve aklın birleştiği, cezbettiği, yakınlaştığı, etki moduna girdiği sevginin sağlam payandalara ihtiyacı var.
Burada birkaç soru aklımızı tırmalar.
Neyi seviyoruz? Kimi seviyoruz? Niçin seviyoruz?
Sevilen ve sevdiren saik/belirleyici nedir?
O sevgiyle neyi elde etmek istiyoruz?
Sevginin beklentileri karşılandığında, sevgi hacmi/potansiyeli kayıyor mu, dağılıyor mu? v.s. yığınla soru sevginin kaynaklarını, oluşumunu, sürecini ve vardığı noktayı sorgulayabilir.
İşte bu kadar netameli bir alanda, sevginin dayanakları sağlam olmalı.
Duygu+akıl ile birlikte ruhun bu sevgiyi onaylaması lazım.
Hani “Ruhu ruhuma uygun” denebilecek bir dem olmalı.
Ruh, coşkunun fıtratını temsil eder. Ruh olmayınca duyguların kabarması/coşkusu/hazzı eksik kalır. Sevgi çemberi, beşeri bir hal, rahatlatıcı bir dönem ve karşılık bulan/bulmayan bir ortaklık sınırına çekilir.
Ruhu sevgiye katmak, aslından gidersek sevgiye ruh vermek, sevgiyi taçlandıracak derin bir duygu ve düşünce havzasına ulaştırır.
Bu havzada sevgi, çağlayan olur. Şelale, enerji üretir. Akıl, aşık olur düşüncelerine. Duygular, haz verir kalbine. Ruh inşirah eder. Hayaller, amaçlarına biner, bulutların üstüne çıkar.
Her şey hafifler. Gözler uyku tutmaz. Artık yaşanan bir aşktır. Sevdanıza tutulur.
Bir yar sevmenin olgun meyvesi vardır. Fark edilen bir hayat serüveni başlar.
Akılla duyguya ruh karışınca, sevginin kimyası yeryüzü sofrasından her şeyi sevebilir mi?
Her sevdiğini kalbine alabilir mi?
Kalbine alması gerekir mi?
Dünyalıklar, beklentiler, beşeri talepler, insani masumiyetler ve alışılmış isteklerin hayata tutunma çabaları, sevgi havzasını yeterince oluşturabilir mi?
Yoksa yüksek gerilim/tutku oluşturan sevgi havzasının ruhani boyutuyla mı bakmak lazım?
Bir gerçeği hatırlatmakta fayda var: Sevgi, kime ve neye ulaştırıyorsa, sevginin boyutu o kadardır. Mesela,“Faniyim faniyi istemem.” denildiği zaman, sevilen bizzat mıdır? Yoksa sevilmesi gerekenin sevgi emaneti midir?
Sevgi, sevgiyi verene mi akmalı mı? Yoksa sevgiyi devşirene mi?
“Duygu+akıl+ruh ile sarılmış/bağlanmış bir sevginin insan idrakine ve iradesine yansıması nasıl olur?” diye merak ederim doğrusu.
Üçlü bağın sevgisi; Pozitif, aksiyon, yürüyen, ümit dolu, dağın ardına uzanan, ideallerine uçan, kafasına koyan bir tutum ve lokomotiflik aşısı vermez mi? Bu haller başlar mı? Yoksa yine bildik ve sıradan hayat kesitleri mi?
Bu üçlü, sevgi havzasında enerji üretmeye yeterli mi? Sevgi havzasında yanmadan yakacağı ne olabilir?
Tıpkı Hidroelektrik Santralleri (HES)gibi önce barajın/insanın gövdesi/bedeni siper oluyor suya/sevgiye. Sonra havza doluyor. Depolanıyor. Cebri borulardan su/sevgi sıkışıyor. Geniş bir su alanından yükleniyor. Cazibe ile akıyor. HES’in tribünlerinden geçip, ortaya yüksek gerilimli enerji çıkıyor. Ve bu enerji güvenli bir dağıtım ve ulaşım ile her türlü ihtiyacımızda kullanılıyor.
Yüksek gerilim hattından gelen ve süreçlerin ateşinden geçmiş sevginin güvenliğe/sükunete ihtiyacı var. Anlaşılacağı üzere, sevginin dördüncü bir takviyeye ihtiyacı var.
Türbülanslı akımla üretilen enerji, kullanım aşamalarında laminer bir düzey ister.
Sessiz ve aktif olması gerekir. Her an hazır ve “şimdi” demeli. Hizmet ve faaliyet anına aşık olması şart.
Yoksa, bakracını doldurduğu çeşmenin yağmur yağmayınca kuruyan suyu ile bahçeler sulanamaz. Kesintili veya akıntılı su ile dereye akılmaz. Asla havza olamaz.
Gerilimi olmayan duygunun (1), aksiyonu olmayan düşüncenin (2), inşası olmayan ruhun (3), yüksek gerilim aşkı nasıl oluşur? Burada dördüncü kuvvet, yüksek gerilimli sevgiyi üretime/hizmete dönüştürür.
Pozitif gerilimin uyarıcı/müteyakkız tutan bir zevk-i ruhanisi vardır. Sevgiyi kendinde hapsetmeye/bencilleştirmeye vakit kalmaz, doğrusu sırada gelmez.
Çünkü, bu sevgi okyanusu kendimize ait değil. Bir başkasının bizdeki kiralık kasası/masası da değil.
Bu sevgi, kalbin sahibine ait.
Sıkıntının ve açmazın girdabında boğulmadan sevgiyi sevdirene ait tutmak üçlü sistemin tam kapasite çalışması ile mümkün.
Bir şey daha, bu gerilim/idrak üreten sevginin karşılığı var mı? Hem vardır, hem de yoktur.
Vardır, perişan eder. Hüzünle biter ve çaresizleştirir.
Yoktur, var eder. Sevgiyi aşar, sevgiden “vazgeçer”, şefkate erişir/geçer. Karşılıksız sever. Sevgiyi menfaatleştiren beklentilerden kurtulur.
Ve aşk-ı hakiki, aşk-ı mecaziye veda eder.
Ve “duygu+akıl+ruh=şefkat” denkleminde heyecanlar/istekler reaksiyona girer.
Sevginin aşkla yoğrulmuş kimyasında ilerler. Şefkat basamağına/makamına çıkar.
Ve der ki: “Biz muhabbet Fedaileriyiz.”
Bilir ki, şefkat olmadan, muhabbet fedaisi olunmaz.
Sevgiyi büyüten şefkat atölyesinde yoğrulan/çalışan aşk insanının başka şeylere zamanı kalmaz. “Husumete vaktimiz yoktur” der.
Ve sevgi şefkate ulaşır/erişir.
Ve sevgi şefkatle buluşur.