Suriye ile ilişkilerimiz çok uzun yıllardır bir türlü dengelenemeden, ya en yakın dost ya da en yakın düşman formatında sürüyor. Çok değil 10-15 yıl önce su ve terör sorunları yüzünden neredeyse savaş aşamasına geldiğimiz sınır komşumuzla vizeleri kaldıralı da 2 sene oluyor. Birlikte bakanlar kurulu yaptığımız, milyarlarca dolarlık ticaret hacmine sahip olduğumuz, akrabalarımızın ülkesi Suriye ile yeniden kapışmak üzereyiz. Karşılıklı mesajlar sertleşiyor ve durum hiç iç açıcı değil. Son durumu özet olarak değerlendirelim.
1- Esad rejiminin kendi halkına karşı katliama girişmiş olması sadece Türkiye'nin değil, tüm dünya kamuoyunun tepkisini çekiyor. Ürdün ve Lübnan'da halk sokaklarda. Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn ise büyükelçilerini geriye çektiler. AB'nin tepkisi ise kişilere yaptırım uygulama yönünde. Rasmussen'in NATO ülkeleri arasında bir konsensüs olmadığından askeri seçeneğin zor olduğunu söylemesine karşın bazı ülkelerin bu konuda aktifleşmesi mümkün. Özellikle İngiltere ve ABD bu konuda başı çekebilir. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı Hague'in Suriye'ye yönelik BM şemsiyesi altında askeri bir müdahalenin uzak bir ihtimal olmadığını söylemesi bazı hazırlıkların yapıldığını gösteriyor. Seçeneği zorlaştıran faktörler İran'ın da dahil olmasıyla çatışmanın büyümesi ihtimali, Libya'daki başarısız müdahalenin yarattığı yeni bir bataklık endişesi ve Rusya ile Çin'in konuya nasıl yaklaşacağının bilinememesi. Askeri bir önlemin alınması halinde de, diplomatik yollarla çözüme gidilmesi halinde de anahtar ülke Türkiye. Bu bakımdan Suriye için Türkiye'nin dahil olmadığı bir kararın alınması söz konusu değil. Türkiye'nin yürüttüğü politika ise sadece kendi adına geliştirdiği bir stratejinin ürünü değil. Türkiye aynı zamanda bir temsilci ve elçi konumunda.
2- Esad yönetiminin ceberutluğunu önlemek sadece 'yapma etme' diyerek ya da sopa göstererek mümkün değil. Öncelikle içine düşülen girdaptan çıkış yolları sunan modeller kurmak gerekiyor. Belli ki, Beşar halkın ayaklanmasına karşı hem yılların katılaşmış devlet bürokrasisini ikna edecek, hem İran'dan destek hüviyetinde gelen baskıyı da dengeleyecek hem de canını ve iktidarını kurtaracak başka ne tür önlemler alınabileceğini bilmiyor. Muhtemelen sorsanız 'Yaptığım birçok reforma rağmen asiler direniyor. Devleti çökertmek istiyorlar' diyecek. Bugüne kadar öğrendiği (babasından), bildiği ve daha önce başarılı da olmuş tek yöntem var, 'güç kullanmak'. Bütün Ortadoğu kaynarken, Batı başkentlerinde dünya ekonomisinin yarattığı tahribat sürerken kendisine uluslararası bir müdahale yapılabileceğine inanmıyor. Beşar'la diyalog ararken mutlaka hem kendisi hem de ülkesi için bir çözüm yolu önerilmediği müddetçe verili siyasal yapıya teslim olmaktan başka çaresi olmadığını bilmek gerekiyor. Bu nedenle Dışişleri Bakanımızın bir yandan uluslararası kamuoyunun sözcüsü, diğer yandan Suriye'nin ve Beşşar'ın dostu ve diğer yandan da mazlum insanların koruyucusu rolünün yanı sıra, sorun çözücü ve model önerici bir kimlikle orada olması gerekiyor. Nitekim Beşşar Esad'la Davutoğlu arasındaki görüşmenin bu kadar uzun sürmesi bir model üzerinde tartışıldığı intibasını veriyor.
3- Arap baharının başından beri devrik liderlere yönelik tavırlar, halen yönetimde olanların koltuğa yapışması için yeterli neden. Kaddafi direndikçe kazanıyor. Mübarek ise ölüm döşeğinde olmasına rağmen idamla yargılanıyor. Öncesindeki örnek ise Saddam Hüseyin. Bu bakımdan hiç kimsenin ikna edilerek o koltuğu bırakması artık kolay değil. Zira çoğu için bu artık siyaset değil, bir yaşam mücadelesi.
Akşam