“Dünya ise, bütün şaşaasıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir.”
Sevgili psikoloğum Bediüzzaman, hastalıklara münasip reçeten, bize sıkıntıların, musibetlerin, şuur arazisinde verim olması, iman ağacının meyve vermesi için, rüzgârlar ve yağmur yerine geçtiğini anlamayı sağladı. Her huzur bozan hadisenin, aslında nazlanan ruh halimize, zinde ve uyanık olması için, birer kamçı yerine geçtiğini ve belki de bu uyanıklıkla şeytan ve inkâr gibi kötü hastalık, akıl arazisine musallat olup, tarumar etmez. Hz. Eyüp ne zaman zikrine zarar gelince duası yürek titretti, şimdi memleketimizdeki ve âlem-i İslam başındaki musibetler kişisel değil, umuma baktığı ve âlemin zararına dokunduğu için, içimizde feveranlar koptu…
Bizimkisi sadece yüksek zekâ ve aklımızı doyuran ilmi izahınızdan dolayı, manevi şahsınız önünde ve çile insanı olduğunuz için, ruhi ağırlığımızdan kurtulup, nefes almaktır... Belki de her meselede, ikna edici hayran bırakan izah tarzınız ve aradığımızı sizde bulma coşkusunun verdiği muhabbetle, dertleşme hissi. Zira mantık ehli ve çok görmeyen, halden anlar, çünkü herkesle dertleşilmiyor. Siz öyle bir çile insanısınız ki, laboratuar gibi, sizde her ızdırap, zulüm denendi; bizimkiler sizin ki yanında hiç kalıyor. Acı çekmeyen, acıdan anlamıyor ki. Müslüman’da olsa, arzuhal edilmeyecek çok insan var. Vicdanları etkilemeyen, iştahları kaçırmayan, zulmün pençesinde çok hayatlar var... Biz de millet olarak geçmişte ızdırabın dibini bulmuştuk. Hele manevi vurulan darbeler… Oysa çile çekmiş milletler ve insanlar, halden anlamaz, merhem olamazlar ise, heba olmuş oluyor, tüm çekilenler…
Sevgili psikoloğum, gerçekten millet olarak bunalımdayız... Üç beş günlük dünyaya, ebediymiş gibi hırs gösterip, menfaatlerine ters düşenlere ise, her türlü zulmü ve oyunu oynamaktan çekinmiyorlar… Hırs dizginlenemez parlamış bir at gibi, doludizgin, millet menfaatlerini önüne katıp, ayaklarının altına alarak gidiyor. Üç beş günlük dünya, ebedi cennetlere tercih ediliyor. Kirli insanlarla, kirli beraberlik kurmak, ebet âlemlerinde ki yüz güldürecek kardeşliklere tercih ediliyor… Boy pos önemli değil ki, içerde virüs varken, vücut ne kadar heybetli olursa olsun, sağlığı alt edip, hükümran oluyor. Özellikle son yıllardaki ülke başarısı birilerini huzursuz etti. Anlaşılır değil, terakkiden rahatsız olanlar var. Hele insanın gelişimine kendi aile bireylerinden birinin rahatsızlık duyması ve engel olmaya çalışması, ne acı bir şey ve ağır bir imtihan. Bütün bu hadiseler, bireysel olmayıp, ülke menfaatine çomak sokma olunca, kafaya takılmıyor, adeta kafaya saplanıyor…
Sevgili psikoloğum, bizi rehabilite eden, yazdığın hakikatlere baktığımızda anlıyoruz ki: Pencerelerden bakmakla yetinmeyip, dünya arzuları içine girilince herzeler diz boyu olup, kardeşlik ve uhuvvet yara alıyor. En az, onbeş gün de bir, oturulması gereken, ihlâs sofrasına oturulmadığından, ameller çelimsiz ve vitaminsiz kalıyor… Secde gören baş ihlâs ve şuur olmayınca, terazisi bozuk oluyor. Motor hükmünde olan imana, ihlâs kaportası gerekiyor.
Sevgili psikoloğum, yerin altında ne çok pişmanlıklar var; toprak altında boğulup kalmış... Üç beş günlük dünyada, mevki ve makam hırsının, toprak olmama garantisi yok ki. Yeniden gelinmeyecek olan dünyanın sahibi tanınmadan, gereken yapılmadan, şeytanın maskarası olup, tek gelişli dünya suyolu edilmiş gibi istismar ve her türlü insanlık dışı zulüm ve ahlak dışı bir hayatla noktalanıyor. Efkârlı ve edepli düşünce, huzur bozan hadiselerden Allah'a sığınıp, kurtuluşa çareler düşünürken, edep dışı düşüncenin ise, tek muradı olan dünya hırsı ve emellerine ulaşmak için uydurduğu hikâyeler… Zora gidense, Müslüman’a tuzak kuranlara ülkem insanlarından, körü körüne destek verilmesidir. İçerilerdeki virüsler, etrafımızdaki ve dünyadaki Müslümanları savunmasız hale getirmeye çalışılıyor.
Sevgili psikoloğum, akla kapıyı açtın, hakikatlerle göz kamaştırdın... Her yanımız dökülüyordu. Maneviyatımıza bilinçli tuzaklar kurulmuş, ahretimizi de harabeye çevirmeye çalışmışlar ve üstelik dünyamızı da hiç imar etmemişlerdi... Şimdi biraz nefes almaya başlayınca, maddi manevi terakki ve Kur’an nuru, yaralarımızı sarmaya başlamışken bize rahatlığı çok görmeye başladılar… Biliyorlar ki biz iyileşince âlem iyileşecek, dünya mazlumları sahibine kavuşacak. Ama şüphe yok, artık vakti ve saatidir, bizim için Kur’an semasındaki hakikat yıldızlarına bakmaya ve anlamaya teleskop olduğun gibi, dünya insanlığı da bu aydınlıkla gövdeye düşmüş manevi kurtlardan kurtulacak…
Sevgili psikoloğum, sizinle dertleşince, derdimizin derinliği azalıyor. Şunu da sizden duyar gibiyiz: “Okumaya, anlamaya, yaşamaya ve Kur’an ve sünnetten gıdalanmaya devam edin. İhlâs ve uhuvveti bırakmazsanız, safları daha sıkı tutarsınız.” Evet, ihlâs sofrasına oturup, uhuvvetle kaşık sallarsak, huzur hak edilmiş olacak! Batının doymak bilmez iştahını, bizim ihlâs ve uhuvvet sofrasına sık sık iştahla oturmamız son verecek. Allah iştahımızı arttırsın. Tüm annelerin elinden öperim, selamlar…
Allah yolu açtı mı haddine mi engellerin
Allah’a varmak isteyen gönül, tecrit tanımaz, bağımsızdır zincirler tutamaz.
İzni ilahi ile filizlenmek isteyen tohumu, toprak ve taşlar tutamaz.
Akla düşerse hakikat, yıkar setleri inkârı sinede barındırmaz.
Kur’an güneşine çekilen perdelerin haddine değildir, karanlıkta bırakamaz.
Ruhta ekmek ister, aş ister, hiç ibadetsiz bırakılamaz.