Dünya dinlenmeye fırsat vermeden dövüyor; kendisi hiç yorulmadan... Kardeşçe bakan gözden, huzura kavuşturacak Çözüm’den rahatsız olanlar, rahatsızlık veriyor… Allah’ın (c.c) “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. Maide suresi 51.nci ayet” buyuruyor. Bu İlahi Emire rağmen, küffar ile gönül ve hedef birlikteliği, bu mübarek vatana zarar vermeye devam ediyor, bununla ruhlarımız evirile çevrile dövüyorlar…
İhanetler dövüyor, menfaatler dövüyor, kanaatsizlik dövüyor. Hadiseler beyaz ırk, bizler siyahî. Öfke efendi olmuş, köşkü ise insan; kovalıyor anlayışı, tevazuu, merhameti ve tüm güzel düşünceleri... Değmiyor gerçekten dünya alakayı kalbe. Hayat vurdukça, Allah'ı bulmak gereğini öğreniyoruz... Buluşma olunca yükümüz hafifliyor. İnsan sıkıntılarda uyanıklaşıp, unuttuğunu hatırlıyor; oysa sanırız hep aklımızda diye… Allah’ı aklından hiç eksik etmeyenler, direnç sahibi oluyor... Belki de aldığımız nefesi, her anı şükürde olanlara borçluyuz…
Sevgili Psikoloğum, anlıyoruz ki sadece iman sağlığı için değil, akıl ve ruh sağlığımız içinde, bolca okumaya ihtiyacımız var… Bu düşünceler ile Basmane’de Salı günleri yapılan vakıf dersine gittim. Dersten sonra çay içerken, bir kardeşin sizi gördüğü rüyayı, Eyüp ağabey bizlere anlattı… Kısaca rüyada siz Risale-i Nurların yeterli okunmadığına sarsılarak ağlıyormuşsunuz… İşitince, en ağır şartlarda yazılıp, bu rahat dönemde yeterli okunmadığına, ya da hayatımıza tam olarak yansımadığına, vicdanım mahcubiyete büründü. İnsanlığa adanmış koca bir ömrün meyvesi olan bu eserler, hava gibi, su gibi, hayatımıza elzem olmalıydı… Her acıyı saran, her uzaklığı yakınlaştıran, temeli ihlâs, şartı uhuvvet olan bu iman hakikatleri, bu çalkantılı dönemde, Allah Kelamı’nı anlamaya ve Efendimizin örnek alınacak kulluğuna, kazasız ulaştıracak, sahip çıkılması gereken manevi pusula.
Dershaneden eve dönerken rüyanın etkisinde idim. Aklıma İstanbul’da yaşayan çok değerli dostum, 35 yıllık arkadaşım: Enver Yorulmaz ağabeyimi aramak geldi. Nazımın geçeceğini bildiğim için, hem rüyayı anlatıp, önce kendim kaç sayfa okuduğumu söyleyip, kendisinden de kaç sayfa okuduğunu soracaktım. Aradım, telefon açılınca o anda ders yapmakta olan ağabeyim ara vermeden tamda okuduğu yerden devam etti: “Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr“ dediklerini işiteceksin. Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm“ diyecekler” selam verme fırsatı bulamadan, muhterem ağabeyimin okuduğu: Yirmi Dördüncü Söz, Birinci Dalı hayretle ve sessizce dinliyordum. “Hattâ birgün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm“ diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı.”
Enver ağabey, haşiyeyi bitirdikten sonra, selam vermişti. Selamını aldıktan sonra, rüyayı anlattım ve “Ağabey soracaktım ki, bu gün kaç sayfa okudun, ama sen dersimi verdin maşallah” dedim. Bu ders bambaşka bir ders olmuştu. Kedinin “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” zikri, çok şey anlatmıştı… Daha önce okuduğum bu yeri, birkaç kez okuyup düşünceye daldım…
Sevgili psikoloğum, Allah’ın Rahîm sıfatı; şefkat ve merhameti sizi vesile yapıp Kur’an hakikatlerini bu dehşetli asırda, büyük dertlerin tasallutunda iken, imdat olarak göndermiş. Kedinin mırmırlarından “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” sesini işitmekle kalmadınız, yüksek ve mevcudatı içine alan fevkalade bir tefekkürle, şefkatli yüreğinin hassas kulakları ile bütün seslerin ve eşyanın hal diliyle: “Allah” dediğini işittiniz; o vecde ile, özellikle insandan yükselen dalaletten kurtulma, kamil iman sahibi olma feryatlarını da işitip, yangınlar üzerine alevler üzerine, ayağınız da takıla bilme ihtimalini de umursamayarak koştunuz... Koşarken mevcudatın ve seslerin “Allah” diye haykırmalarını tasdiken, parmaklarınızdan dilinizden iman hakikatleri döküldü… Kedilerin sesinden “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” sesini işiten gönül kulağınız, bu devrin feryatlarını, Allah’ın yardımı ile işittiğinizi, her yazdığınız hakikatler, insanlığın çığlıklarına verilmiş çok güzel bir cevap olduğu ortadadır.
Sevgili Psikoloğum, kedi, bütün varlık âlemini temaşa etmenizden dolayı, onlar namına gelip sizin kulağınıza ama asıl mesaj bize olmak üzere, sabırsız ve aciz olduğumuz için, hatırlatmada bulunmuş: “Ne üzülüyorsunuz küffarın çokluğundan ve güçlü olmasından? Allahın şefkat ve merhameti var; O’nun merhamet etmesi yetmez mi?” der gibi…
Siz, insanlığın imana, huzura kavuşması için, tüm işkenceleri göze alıp, her lezzeti feda ederken, kedinin gelip kulağınıza “Yâ Rahîm” demesi “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?” sorunuza cevap, ayrıca Risale-i Nurlarla küfrün beli kırılıp, Müslümanlar üzerinde şefkat ve merhametin, galip geleceğine müjde olmuştur… Küfür karşısında verdiğiniz mücadeleden göreceğiniz işkenceler ve baskı için, bir nevi bütün mahlûkat ve insanlar namına kedi gelip, Allah’ın şefkat ve merhametini müjdelemiş. İnkârın beli kırılacağına, Risale-i Nurların muktedir olacağına müjde olma adına “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” demiş kulağınıza. Mevla’nın şefkat ve merhametini gerektirecek talebelik arzusu ile…
Sevgili Psikoloğum, reçeten okundukça, insan içindeki gurbetlerden sıyrılıyor; yeis, öfke, düşmanlık gibi… Mevla gurbetlerimizi bitirsin…