Aklımıza cemre düşürttün…
İman Hakikatleri, insanın üzüntülerine edep katarak, kişisel sıkıntılara değil, Âlemi İslam’ın başına gelen musibetlere müteessir ediyor... Edepli öfke, Müslüman’ların sürüklenmek istendiği tehlikelere alevleniyor…
Sevgili Psikoloğum, göğsüm buhar kazanı; sıkışmış efkârımın var… Yine merhametli reçete ile boşaltılmasına ızdırar derecesinde muhtacım. Hüzünlerim yoğunlaşmış, düşüncelerim şemsiye istiyor; boğacak derece efkâr yağarken… Öyle hadiseler yaşanıyor ki, duyarsız kalmak için, değerleri bir kenara koymak ve insanlık kıyafetini çıkarmak gerekiyor… Ruhun üniforması olan cilt çıkartılamadığı, değiştirilemediği gibi, fıtratlardaki insani duygular yok edilemiyor; eğer bütün bütün tefessüh etmemiş ise... Çevrilen tüm kirli oyunlar ve insanlığa, birliğe kurulan tuzaklar, derinden derine müteessir ediyor...
Fani dünyayı lâyemut sanıp, hileyi, oyunu kardeşlikten aziz görenler, huzur içinde yaşamaktansa gergin ve içleri mutsuz, dışları mutsuz olarak, diken üstünde olmayı tercih ediyorlar… Kötülükte devam etmeyi menfaat görenlerin, kötü ile yoldaş olmaları, zındıka ile flört edip çıkmaları, istikbalin hazır olan saadetlerini tecil ediyor... Oysa Allah’ın merhamet tecellisi olacak olan güzel günlere, ruhlarımızın ne çok ihtiyacı var… Ama umutlar yaşlansa, kırış kırışta olsa, vaat edilen güzel günler gelişiyle gönüller gencecik olacak, inşallah biliyoruz ve bekliyoruz…
Charlie Hebdo saldırısı ve tüm mizansenlere karşı insancıl olup, lanetler yağdırıp, sokaklara dökülürken, Van’da musluklardan kan akıtılan afişlere aynı çevreler celallenmedi… Ayaklı cehennemlerin duyarsızlığı, sadece mütedeyyin ve gerçek vatansever insanlara… Ölçüsüzlükleri, adil olmayışları cehennemden de tehlikeli; cehennem zalimi, kâfiri yakar, bunların zulmü mazlumlara zarar veriyor, tüm kinleri sadece İslam’a…
Ahlaksız zalim batının, uyduruk İslam üniformalı katilleri DEAŞ, İslam’ın değerlerine saldırıyor; cami yakıyor, türbe yakıyor, müze yağmalıyor… El kol sallayarak kafa kesen DEAŞ gibi, içerdeki fikirdaşları ise, gençliğin ve insafını yormak istemeyenlerin aklını kesip, senaryolarına inandırıyorlar… İçerde çoktan bizden ayrılmış mukaddesat düşmanları, isim ve yerleri ayrı bile olsa, aynı düşmanlıkla aralıksız saldırıyorlar… 6-8 Ekim olaylarında katledilen 50 canın ve öncesinde, binlercesinin kanına doymamış olan vampirler, 7 Haziran dolunayına girmiş kan istiyorlar ve musluktan kan akıtıyorlar… Kimliksiz kalan Müslümanların yüzünden, alçak haçlılar kendilerini yormadan, riske girmeden, imanı, inancı zındıka ile ittifak olmuş, kişilik iflası geçirenler ile Güneydoğu’yu ve Ortadoğu’yu zulmün, alçaklığın zirvelerine oturtmak istiyorlar…
Ne yapalım onlar kötülükte sebat etmiş ve dava adamlıklarını sergiliyorlar… Islah ve tedavi etmek isteyenlerin gayreti, tahrip edenlerden fazla olması, baskın çıkması lazım ki, dünya nefes alınan bir yer olsun... Avam kamarasında şuursuz bir dessas İngiliz: “Ya bu Kur'an-ı Türklerin elinden alacağız veya Türkleri Kur'an’dan uzaklaştıracağız" derken, bugün Diyanete, İmam Hatibe, Kuran Kurslarına, camiye karşı çıkanlar sayesinde nasılda başarıları olduklarını görse idiler…
Sevgili Psikoloğum, Müslüman’a oynanan oyunlar ruhumda kutup soğukları estirirken reçeten devreye giriyor. Kelimeler, cümleler düşüncelerime, ruhuma, kalbime cemre düşürüp, ılık meltemleri ve yaz sıcağını yaşatıyor. Ruh halime uygun ve denk gelen reçeten satırları arasından, ruhumu şefkat elin sarıyor. “Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikîbir hüsün ciheti vardır…”
“Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hadiselerinintazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hemzahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder.”
Özgürlüğümüz oluyor tüm karışıklık içinde reçeteni okumak; tevekkül etmek, rahat nefes almak… Belki de hakikatleri anlamak en büyük özgürlük; düşünceler çözülüyor, şükür devreye giriyor, beş para ehemmiyet olmayan dünyanın asıl mahiyeti anlaşılıyor…
Aklımıza, kalbimize ve ruhumuza cemre düşürten, hadiselerin kasırgasından kurtarıp asude anlar yaşatan eserlerin, irtibatlı olundukça manevi çiçekler, istidatlar hayat bulacak... Tek çare hadiselerin görünüşüne değil, murat edilen hikmetine bakmak... İstidatların ortaya çıkması için, kasırgaların sahibine güvenmek lazım…