Her sene takvimler, 14 Şubat’ı gösterdiğinde bir “Sevgililer Günü” heyecanı yaşanır-yaşatılır. Televizyonlar, gazeteler bunu kutsal bir güne çevirme telaşına girerler.
“Herşeye karşı olan” çarşı, Sevgililer Günü için tezgah açar.
Kriz, gerginlik, küslük, kavgalık gündemler rafa kaldırılır.
Kırmızı gül, tek taş pırlanta veya kürk ile sevgi sipariş edilir.
***
Sevgililer Günü’ne, kutlanmasına karşı olduğumu düşünmeyin sakın.
Sevginin önüne geçmek, kimin haddine.
Sevgili, sevgi duyulan, hep aranan, varlığı mutluluk getiren muhataptır.
Seven sevdiğini minnetsizce seviyorsa mesele yok.
Şu türküde olduğu gibi:
“Dün gece yar hanesinde yastığım taştan idi.
Üstüm çamur altım yağmur yine gönlüm hoş idi.”
Yunus, ne der bu konuda:
“Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Yalnız senle avunurum
Bana seni gerek seni.”
***
Sevgi geniş bir kavram.
Kapsama alanı da, erişim gücü de yüksek bir enerji...
Önemli olan kullanım kılavuzuna göre kullanmaktır.
Sevgiyi, sevgiliyi, karşı cinse…
Cinselliğe indirgemek kabul edilemezdir.
Ahmet Kaya’nın bir zamanlar şarkı yaptığı Atilla İlhan’a ait, “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” şiiri aklıma gelir bu arada.
“Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.”
***
Sevgili kimdir?..
İnsanın kendini nefsine, kul-köle etmesi, nefsini sevgili sayması sağlıklı bir ruh hali değildir.
Bu aşırı bencilliğin adına sevmek gibi nezih bir ifade yakıştırılmamalıdır.
İnsan elbette alıştığı, istifade ettiği veya bağlandığı şeyleri sayabilir.
Bu leziz bir yiyecek olabilir…
Anne-baba olabilir...
Eş olur…
Dost-ahbap olur...
Hayat, sağlık veya gençlik olabilir…
Bahar olabilir yada hepsini içine alan dünyanın kendisi olabilir.
Ya da…
Bütün bunları sevmekle birlikte “veren” ve “sevdiren” Cenâb-ı Hakk’ın zât ve sıfât ve esmâsını sevebiliriz.
Allah’ı sevmek, diğerlerini sevmemek değildir.
O’nun yani Kainat Sultanı’nın hediyesi, ikramı olarak kabul etmektir.
Bu değerini daha çok arttırır.
Kalıcılaştırır.
Geçici-dağdağalı hayat fırtınasında, kaybetme tehlikesini bertaraf eder.
Kaybetme ile, uzak kalmak ile, ihtiyarlık ile, ölüm ile, elde edememe ile yaşanacak travmaları en kolay şekilde atlatır insana...
***
Öyleyse gelin…
Kimin bunu moda yaptığına bakmaksızın Sevgililer Günü’nü kutlayalım.
Dilerseniz her gün kutlayalım...
Her neyi seviyorsak sevelim; Veren’i unutmadan sevelim.
Neye bağlanıyorsak bağlanalım; O’nu hatırdan çıkarmayalım.
Kimi memnun edersek edelim, En önce O’nun “rıza”sını gözetelim.
Kime aşık olursak olalım; O’na, yani: Güzelliğin Kaynağı’na nankörlük etmeyelim.
***
Hazreti Yusuf’un hikayesini biliriz değil mi?..
Hani, kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştı.
Sonra, bir tüccar onu alıp Mısır’a köle olarak sattı.
Derken, iftiraya maruz kaldı.
Akabinden çileli zindan hayatı ve nihayet zindandan saraya uzanan bir akış…
Babaya, kardeşlerine ve dünya mutluluğuna kavuşma anı…
Hikaye burada bitmez aslında.
Hazreti Yusuf, ellerini açar ve Yaratıcı’dan ölümünü ister.
Bediüzzaman, Hazreti Yusuf hikayesini nakleden Kuran’ın insanlara şu mesajı verdiğini kaydeder:
"... Kıssa-i Yusuf'un en parlak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf'un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:
"Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisini Cenâb-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu. Demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun."
Mevlana, da ölüm gününü Sevgili’ye kavuşma günü ilan edip, arkada kalan dostlarına bunu matem değil, bayram olarak kutlanmasını istemez mi bu sebepten?..
Mevleviler de o aşk ile sevgili için, semaya dönmez mi?..
***
Sevgililer Günü’nü hakkıyla ihya etmek için, Bediüzzaman’ı dinlemek lazım.
O Kur'an’dan aldığı dersle ruhumuza bakın nasıl sesleniyor:
“Sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider -Gençliğin ve malın gibi Ya muhabbetin için seni tahkir eder Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu, maşukundan şikâyet eder ”
“…Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor Senin rağmına müfarakat ediyor Mâdem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun ”
“…Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur Mâdem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul."
***
Sevgili okuyucularım…
Sevgililer Günü’nüzü bu duygularla kutlar…
Her gününüz böyle olsun, diye dilekte bulunurum…
Bir de, Sezai Karakoç’un unutulmaz “Sevgili, en sevgili, ey sevgili” şiirini okuyun derim.
“Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs’ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Simdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili.”