Birinin candan yaptığı iyiliğe ve ikrama, defalarca teşekkür etmemize rağmen, karşılık verme arzusunu duyarız. O keyifli minnet duygusu ile kıvranırız, ilk fırsatta karşılığını verme arzusu hep canlı kalır içimizde. Ve karşılığını vermek huzura kavuşturur. Bir tebessüme bile aynı şekilde karşılık veririz. İstisnalar hariç, herkeste kaçınılmaz bir histir ikrama ikramla cevap vermek.
Ya namaz olmasaydı? Dünyamızı çepeçevre saran İlahi nimetler için, temiz vicdanlarda oluşan şiddetli teşekkür arzusunu gidermek için, nasıl teşekkür edecektik. Yerine getirilmeyen teşekkürün, ağır ve ruhu afakanlar içine bırakan çilesini yaşayacaktık. Bundandır ki namazın emredilmesi, bize en büyük bir nimet. Yaradılışta alt yapımızı oluşturan hayranlık ve minnet duygusunu yine Allah’ın inayeti rahatlatıyor. Merhameti ve şefkati ile emrettiği namaz, bize verilen nimetlere vicdan rahatlığı sağlayan en güzel teşekkür oluyor. Üstelik Miraç gibi harikulade bir hadisede yüce bir yerde emrediliyor. Dağda değil, taşta değil, düz ovada, çölde değil; kuluna Miraç olacak namaz, Miraçta emrediliyor.
İnsan fıtratı ancak bu nimetle, bu teşekkürle rahat buluyor; huzura eriyor. Bu nasıl büyük bir merhamet bu nasıl kibarlık ve teşekkür eğitimi? Huzuruna çıkma şeklini adabını Hz. Peygamber gibi bir Zat bize öğretiyor. Uzun yola giden En Büyük Kul (s.a.v.) dönüşünde Cebrail’in şahitliğinde öyle bir hediye ile dönüyor ki, o hediye ile her gün beş vakit kâinatı temsilen Yüce Mevla’nın huzuruna çıkma, muhatap olma ve beş kez randevu yaşamış oluyoruz.
Genelde randevumuz olan kişi, arayıp buluşma saatini bize hatırlatmaz:
“Aman ha gelmemezlik yapma! Sakın üzerine yatma!” demez. Tam tersi:
“Bana ne, unutmasın gelsin; gelmez ise kendi bilir” der.
Yüce Allah kullu ile randevusunda öyle sadık, öyle samimi ki, kulu ile her gün beş kez buluşmayı arzu ediyor ve buluşma saatini beş kez minarelerden hatırlatıyor:
“Allahu Ekber Allahu Ekber.”
Sanki, “Aman ha gelmemezlik yapma; ruhen, kalben bana ışınlanma kabini olan seccadene geç; ertelemeden heyecanla zevkle gel. Gelişinde hiçbir şey kaybetmeyeceksin, kazanan sen olacaksın” der gibi.
Namaz sadece yatıp kalkma değil en sevgili ile birlikte olma, en önemlisi beklentisiz sadece emri yerine getirme. O ki Yüce Sevgili gel dedi ya, o ki gelişimizi gökleri sevindiren ezanla tören havasına soktu ya, sadece onun için gitmek bile bize büyük bir bayram. Bizi bekleyen büyük olunca seccadeye gidişte büyük, heyecan büyük olmalı. Bir teşekkür fırsatı olan namaz Sultanımızla randevu olarak görülmeli.
Canlı cansız arkada tüm mevcudat, insana önem arz eden, onlar namına kâinatın Hâlıkına tekmil vermek. Aczi ile fakrı ile hiç hükmündeki insan, kâinatın fıtri hediyelerini, lisanî hal ve zikirlerini, kulluklarını onlar adına Büyük Sultana takdim ederken, bir anda seccade üzerinde heybeti artıyor. Üstelik aracı olmadan, engel olmadan hangi makam, hangi servet sahibi olursa olsun Allah ile anında irtibata geçiyor.
Beş randevu, beş ezan. Olmalı yürekten hep heyecan.
Buluşmaya tevazu gömleğini giyip, mutlak irade sahibi için, acizlik fakirlik parfümünü sıkıp, ruhen kalben ışınlanma için seccadeye geçip tövbe sistemini son güç çalıştırmalı. Öyle biri ile buluşuyoruz ki en sevgili olan Yüce Allah, her buluşmayı bizim lehimize kâra çeviriyor.
Hiçbir engel, hiçbir saldırı, namaza niyetlenen insan başına gelen felaket kadar değildir. Şeytan kara kedi gibi girer kul ile Rabbisi'nin arasına. Engel o kadar büyüktür ki bu maniler bile namazın ehemmiyetini, buluşmanın büyüklüğünü ortaya koyuyor.
Evet, Üstadım cennet ucuz değilmiş. Şeytan her hayırlı işte en ağır silahlarıyla hücuma geçiyor, engellemek için şeytani zekâsını kullanıyor. Rabbimizi memnun edecek her yola barikatlar kuruyor, ateşler yakılıyor. Oysa şerde yollar o kadar açık o kadar kolaylık var ki. Adeta şeytan imtina ettiği teşekkürden bizi de engellemek için istikbalde kendisinin ezileceği gibi bizim de ezilmemizi istiyor.
Allah’ım, en cem'iyetli teşekkür fırsatı olan namazı emrettiğin için sana şükürler olsun.
Not: Bu yazı namaz sevdalısı oğlum Mustafa Sungur Gezer’e ithaf olunur!