Ali Demirel'in yazısı
Bizler Rabbimizin rızasını, dünya ve âhiret mutluluğunu arzu eden müminler olarak affedilmeyi gerektirecek yanlışlıklardan uzak durmalıyız. Şahsımıza karşı yapılan üzücü ve kırıcı davranışlar karşısında da karşılığını Allah’tan bekleyerek affetme yolunu tercih etmeliyiz...
Bir insanın kendi şahsına karşı işlenen suçları ve kusurları bağışlaması, yüksek bir ahlâki üstünlüktür. Allah’ın ahlâki emirlerinden ve bütün peygamberlerin ahlâklarındandır. “Beşer şaşar” diye bir atasözü vardır. Yani insan bazen şaşar ve hata işleyebilir. Unutmak ve suç işlemek insanla beraber var olan bir özelliktir. Ama bu özelliğin yanında insanın bir özelliği de affedilmeyi, bağışlanmayı arzu etmesi ve sevmesidir. Bunun için Allah insanlığın babası Hz. Âdem’i (a.s.) bir sürçme, unutma ile imtihan etmiş, Hz. Âdem de hatasını anlayıp, Rabbinden bağışlanmasını dilemiştir. Kullarına karşı çok merhametli olan Rabbimizin Kur’ân’da en sık geçen isimleri Gafur ve Rahim’dir. Yani affedici ve bağışlayıcı olmasıdır.
Bunun için Allah müminlere bir ahlâki görev olarak affedici olmayı, bağışlamayı ve daima iyilik yapmayı emretmektedir. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: “Onlar kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Âl-i İmran, 3/134) “Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.” (A’raf, 7/199) “İyilik ile kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş.” (Fussilet, 41/34)
İLK AFFEDEN SEN OL!
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Allah’ın af ve hoşgörü ile ilgili bu emir ve tavsiyelerini yerine getirmiş, Müslümanları da bu üstün ahlâkî davranışı kazanmaları için çalışmıştır. Allah’a sürekli, “Allah’ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin; o halde beni affet” (Tirmizî, Daavât, 85) diye duâ etmiştir. Hz. Âişe (r.a): “Ben Hz. Peygamberin şahsına yapılan bir haksızlığın öcünü aldığını hiç görmedim. Yalnız Allah’a saygısızlık ifade eden bir davranış olursa Resûlâllah bu hususta insanların en öfkelisi olurdu.
İki şer arasında serbest bırakıldıkça da dine aykırı olmadıkça daima kolay olanı seçerdi.” (Müslim, Fezâil: 77-79) demiştir. Peygamber Efendimizin affediciliğinin en açık örneği Tâif’te taşlanmasından sonra ve yine zorla çıkarıldığı anayurdu, babaocağı Mekke’yi fethettikten sonra genel af ilan edip bütün düşmanlarını bağışlamasıdır.
SEVGİYİ SEVİP DÜŞMANLIĞA DÜŞMAN OL
Bu emir ve açıklamaların karşısında iyi ahlâklı bir mümin kötülükleri iyilikle savmalı, görgüsüzce davranışlara aldırış etmemelidir. Daima hoşgörüyü tercih etmeli ve kaba davrananlara karşı affedici olmalıdır. Affetmenin de elbet bir sınırı ve ölçüsü vardır. Allah ve Resulü’nün teşvik ettiği affedicilik yalnızca kişisel haklarımıza yönelik kötülüklerle ilgilidir.
Zira yapılan her kötülüğü mazur görmek, bazen daha kötü sonuçlara yol açabilir. Dolayısıyla bizler yalnızca şahsımız ve dünyevi menfaatlerimize karşı yapılan kötülükleri affedebiliriz. Buna karşılık dinî ve millî değerlerimiz, birliğimiz ve dirliğimiz ile insanlığa karşı yapılan kötülükler karşısında son derece duyarlı olmak hayatî önem taşımaktadır. Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en belirgin niteliğidir. Herkesten nefret ise ya gönlünü şeytana kaptırmışlık veya cinnet eseridir. İyi ahlâklı bir mümin insanı sever ve şahsına yapılan yanlışlıklara karşı affedici olur.
BU YAZI BİZE NE ANLATIYOR?
1- Bir insanın kendi şahsına karşı işlenen suçları ve kusurları bağışlaması yüksek bir ahlâkî üstünlüktür.
2- Rabbimiz bizlerden bir ahlâkî görev olarak af fedici olmayı, bağışlamayı ve daima iyilik yapmayı istiyor.
3- Af fetmenin de elbet bir sınırı ve ölçüsü vardır. Bizler yalnızca şahsımız ve dünyevi menfaatlerimize karşı yapılan kötülükleri affedebiliriz.
Bugün