Tüm gayretler bir şey için: Katıksız sevinç.
Tüm sosyal teoriler, tüm siyasal söylem ve uygulamalar, tüm bilimsel çabaların kalbi bedelsiz bir mutluluğa ulaşabilmek uğruna atıyor.
Kalp ne dünün acılarını ne de geleceğin korkularını yaşamadan tatmak istiyor bu hazzı.
Hani ılık ılık, tatlı bir ürperti… İstenilen bir şeyi elde etmeye ramak kala yaşanan o tatlı halet-i ruhiye. Yavuz Selim’e “Mısırı fethetme düşüncesi, Mısırı fethetmekten daha mı güzeldi ne?” dediren saf coşku gibi. Yarına saklanmış bir karne hediyesi, kalbe karşılık verdiği belli bir kalbin tebessümünde yaşanan o sevinç…
Ama olmuyor. Mutluluk vaatlerinin arka fonunda “Her şeyin bir bedeli var” çalıyor çünkü. Kimse ve hiçbir şey, istemeksizin veren el olmak sıfatını rasyonel bulmuyor!
Dünyevi olanın sunduğu mutluluk saf değildir çünkü. Acının, endişenin, korkunun bastırılması nispetinde kendini gösterebilir. Varlığını diğerlerinin sesini kesmesiyle duyurur yani. Bu, tedavisi olmayan bir hastalığın ağrısını morfinle dindirmenin akabinde ortaya çıkan geçici bir rahatlama haline benzer. Diğerinin bastırılması gerekir varolması için. İkincildir yani, edilgendir. Mutluluk diye bizzat var olan bir gerçek yoktur. Acının, korkunun, endişenin ve hiçliğin en temel gerçek olarak tanımlandığı bir dünyada mutluluğa verilen paye başka ne olur ki zaten?
Fakat iman tüm bu söylemleri pratikte yerle bir eden bir gerçektir.
Teoriye sığmayan ve ancak bireysel bir tecrübe ile erişilebilecek bir gerçek. Onu maddi olan hiçbir şeyle tanımlayamazsınız. Şekli, kokusu, hacmi, vs yoktur. İman hüsnü münezzeh ve mücerrettir. Alternatifi üzerinden açığa çıkan vehmi bir varlığı yoktur. Bizatihi var olan bir hakikattir. Başka her şey ona kıyasen var gibi durur.
İman soyut bir güzelliktir. Kalbe bakar. Menzili kalptir. Kalb ise insanı maddi ve somut olandan soyut olana çıkaracak bir asansör olarak yaratılmıştır. Kalb imanla buluştu mu, dünyevi olanın kendisine erişemeyeceği bir gerçekle tanışır insan: Katıksız sevinç.
Üstad Bediüzzaman, imanın kalbe daha dünyada iken cennetin huzur ve mutluluğunu duyurabileceğini birçok örnek üzerinden anlatır. Başta Sözler adlı eseri olmak üzere birçok eserinde bu saf mutluluğun adresini verir okuyucularına. Bütün hedefi imana dair konuların anlaşılması olan eserlerini okumanın da bu saf mutluluğa erişmek için bir vesile olduğunu da hatırlatır. Zira Kur’ân ve imanın güzelliklerini anlatan eserler olduğu için eserleri de güzelleşmiştir. Risaleleriyle iştigal kalpte sürura vesile olur bu yüzden.
Bunları neden mi söyledim? Zira en koyu karanlıklarda, en baskıcı ortamlarda ve tüm insanlığı tir tir titreten nice hastalık ve ölümlere gülerek bakan insanlar o kadar çok ki bu eserlerin etrafında!
Doksanına merdiven dayamış; yaşıtları ölümün ismini duymak istemezken kendisi ölümle dost olmuş, etrafına neşe ve keyif saçan nice “Güleç” kimseler biliyorum.
Tekerlekli sandalyeye mahkûm, fakat ruhundaki saf neşeyle nice sağlıklı kimseleri hayır ve tefekkür yarışında geride bırakanları tanıyorum.
Gözleri görmese de güneşlere bedel ışık saçan mütebessim âmâları hatırlıyorum.
Ölümü ödül gören ve ne yaşama sevincinden ne de hayata tutunmaktan zerre kadar vazgeçmemiş; yani hayat da ölüm de üzerinde şık duran nice gençlerle aynı safta namaz kılıyorum.
O yüzden bu kadar rahat ve tereddütsüz söyleyebiliyorum, imanın ve imana dair yazılmış Risale-i Nur gibi eserlerin koca bir medeniyetin veremediği mutluluğu en saf şekliyle bir çay sohbetinde verdiğini…
Demek istediklerimi tam ifade edemediğimin farkındayım, lakin üzerime bir borç bildiğim için yine de yazmaktan geri durmayacağım; eğer kalbinizde şöyle ılık ılık, çocuksu bir mutluluk yaşamak istiyorsanız samimi ve ehil kimselerin yaptığı Kur’ân, hadis ve risale derslerine birkaç kez katılın. Zihin ve akıl bu kadar uyanıkken, tüm dertleriniz de kafanızda iken o sohbetlere bir kulak kabartın. En güçlü antidepresanların bile unutturamayacağı acılarınız nasıl küçülüyor ve nasıl dünyaya yeniden geliyorsunuz bakın!
Deneyin, görün! :) (Osman)