Efendimiz aleyhissalatü vesselam bu dünyadan ayrıldığında sahabe efendilerimizin hissettiği ayrılık acısı mı daha derindir yoksa biz ahir zaman insanlarının bu Muhammedî edepten, ahlaktan o nezaket ve nezafetten uzak mimsiz medeniyetin tazyiki altında yaşayan insanların hissettiği ayrılık, ayrı düşmüşlük acısı mı daha derindir? O’nu görememiş olmak, gözlerine bakamamış, kokusunu alamamış, sesini işitememiş olmak… O’nunla aynı zaman diliminde dünyanın üzerinde bulunamamış olmak ne derin bir hüzün verir insana.
Elbette kadere isyan edercesine o zamanda gelseydim diyemeyiz. Kaldı ki o zamanda bu halimle bulunsam kimin tarafında olacağımı da hiç bilemem. Allah her şeyi ve herkesi tam münasib vaktinde ve münasib şeklinde yaratır. Hangi zamana yaşadığımızda en kamil imanı elde edebilecek isek o zamanda yani.
Efendimiz aleyhissalatü vesselama olan hasretimiz günden güne artmalı ki kavuşacak olmanın heyecanı da artsın. Her geçen günüm ona yaklaştıran bir yol olsun. Her biten günün sonunda kendime diyebileyim ki “Allah’a şükür bugün de beni Allah ve Resulüne yaklaştıracak işler nasib oldu bana ve ben bir gün daha yaklaştım vuslat gününe”. Ne mutlu böyle yaşayabilene, her günü ve her nefesi Allah ve Resulüne bir adım daha yaklaştıran, rıza-yı ilahiyi kazanma yolunda canla başla çalışana. Ne mutlu hayatının mihenk taşı Kur’an ve sünnet olana, her amel ve hatıratını o ölçülere göre tartana.
Evet biz Allah’ın resulünü göremedik ama O’nun iltifat ederek kardeşlerim dediği kişiler arasında olabilmek gibi bir şerefe nail olabilme imkanımız var. Sahabeler onun arkadaşları iken biz O’nun kardeşleri olabiliriz. Elbette bu hitabın muhatabı olmak kolay değildir. Sahabe olmak nasıl kolay değil idiyse. Canından malından ailesinde geçerek ve her şeylerini “anam babam, tatlı canım sana feda olsun ey Allah’ın Resulü “ diyerek ve hayatları ile her şeylerini ve dahi nefislerini de ona feda ettiklerini ispat ederek yaşamışlardır. Şimdinin bazı insanları gibi ezberden hadis söyleyip efendimizin yaptıklarını anlata anlata bitiremeyen ama dünyaya ait en ufak menfaatini bile onun yolunda dosdoğru ilerlemek için feda edemeyen değillerdi.
Hayatını başka mecrada yaşayıp ayetlerin ve hadislerin yaşamayan anlatıcısı olmadılar hiçbir zaman. Hatta bir ayeti hayatlarına geçirmeden başka ayet öğrenmiyorlardı. Amele dönüşmeyen ilim yoktu hayatlarında. Bu yüzden bizim gibi çelişkiler de yaşamıyorlardı. Acaba toplumun bizden istediğini mi yapalım yoksa Allah ve Resulünün istediğini mi yapalım diye bir çelişki yaşamıyorlardı. Hedefleri dünya değildi, bu yüzden de dünyalarını zora sokan hiçbir şeyden çekinmiyorlardı. Değil dünyanın içindeki bir şeyi korumak, canlarını korumak bile öncelikleri değildi.
Bizimse korumamız gerektiğini zannettiğimiz öyle fazla şey var ki …öyle çok ihtiyaçlar var ki …bunları terk etmeden nasıl davamızda ciddi olduğumuzu iddia edebiliriz ki? Sosyal statümüze, gururumuza uymayan bir kıyafeti giymeyi bile düşünemezken tüm toplumun karşımıza dikileceği bir şeyi sırf Allah rızası için yapabilir miyiz? Resulünün kokusunu duyabilmek için arkadaşlarımızın bizi hor görmelerine katlanabilir miyiz ?
Eğer Allah ve Resulü uğruna hiçbir şeyden vaz geçemiyorsak Allah ve Resulünü herkesten ve her şeyden çok sevdiğimiz sadece asılsız bir iddia olarak kalmaz mı? Uğrunda nefsimizin arzularını bile terk edemediğimiz muhabbet nasıl bir muhabbettir acaba? Sırf dünya için çalışanlardan da mı ibret almıyoruz. Baksana nasıl sabahtan akşama kadar dünyaya çalışıp, dünyevi menfaatlerine uymayan şeylerden nasıl da içtinab ediyorlar.
Kuru lafla muhabbet olmaz hele Allah ve Resulüne olan muhabbet hiç lafla olmaz. Uykumuzu bölüp de namaza bile kalkmıyorsak, yalandan kaçıp, bütün müminler kardeştir emrine uymuyorsak bu nasıl muhabbettir. Ölçümüz Allah ve Resulünün koyduğu ölçüler değil de insanların koyduğu ölçüler ise bu nasıl muhabbettir? Bir insan uğruna veya aşiretimiz, partimiz, ailemiz uğruna Allah ve Resulünü incitiyorsak bu nasıl muhabbettir.
Dünyaya ait hedeflerimiz her zaman Allah ve Resulünden öncelikli oluyorsa bu nasıl muhabbettir?
Evet, bir tarziye vermeliyiz şimdi, bir af dilemeli. Bilemedik kadrin kıymetin affeyle bizi ve hakiki muhabbete ve muhabbetin gerektirdiği fedakarlığa muvaffak eyle bizi diye yalvarmalıyız. Yalvarmalıyız ki bu acib hal üzere ölmeyelim ve bu acib hal üzere dirilmeyelim.