Dr. M. Macit Sevgili’nin yazısı
(Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)
Ulaşımın ve kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı küçüklük yıllarımdan anımsarım Norşin’i ve uyandırdığı heyecanı. Ailemin büyükleri, köklü bir ilim ve irfan geleneğinin temsilcileri olmalarına rağmen “Norşin”den, “Mâlâ Seyda”dan (Seyda ailesi), “Mâlâ Hazret”ten (Hazret ailesi) bahsettikleri vakit gözleri ışıldardı; künhüne vâkıf olmadığım derin bir muhabbet beslerlerdi. Ana hatlarıyla Norşin, Medine-i Münevvere’nin küçük bir prototipi; Norşin medresesi, tekkesi ve divanı, Suffe’nin mütevazı bir şubesi; Norşin’in erdemlileri de Hz. Peygamber’in (asm) ve ashâb-ı Suffe’nin vârisleridir. Şüphesiz ki bu olumlu imaj ve izlenimin arka planında sahip olunan samimiyetler, sarf edilen gayretler, ödenen veballer, katlanılan fedakarlıklar, çekilen çileler ve icra edilen hizmetler yer almaktadır.
Norşin; emânet, saâdet, medeniyet, uhuvvet ve muhabbet yurdudur; ilim ve irfanın kavşak noktasıdır. Norşin; edebi, ihlası, ahlakı ve huzuru, toplumun sinesine nakşetme azminden ve idealinden bir lahza olsun ödün vermemiş kutlu bir beldedir. Norşin’le aynı medeniyet kodlarından beslenen ve kendisini Norşin medresesi talebesi addeden Bediüzzaman Said Nursî, Batı Medeniyetinin beşiği ve simgesi şeklinde lanse edilen Paris’e kıyâsla, Norşin’in asâlet ve sadâkat iklimi olduğuna şu sözleriyle dikkat çekmektedir:
“Onların temiz kalplerinin göz bebeğinde Rabbânî boya, gönüllerinde de hakikat ışığı nakşolmuştur” dediği Şeyh Abdurrahman Tağî’nin yeryüzünü âdeta fethedecek kadar etkisi altına alan ilim ve irfân faaliyetleri hakkında da şu yorumu yapar:
“…Hem o nahiyemiz olan Hizan kazasına tabi İsparit’te birdenbire meşhur ‘Seyda’ namında Şeyh Abdurrahman-i Tağî’nin himmeti ile o kadar çok talebe, hocalar ve âlimler çıktılar ki, bütün Kürdistan onlarla iftihar eder bir şekil aldığı zaman, içlerinde münazara-i ilmiyye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniş bir daire-i ilim ve tarikat için de öyle bir vaziyet hissediyordum ki, güya rû-yi zemini fethedecek bu hocalardır...”
“Sünnet-i Seniyye”ye ittibâı, en mühim düstur kabul eden Nakşibendiliğin bilhassa Hâlidiyye kolunda cehâletin tiryakı “ilim”, kasvetin merhemi “tasavvuf” ve kültürel yozlaşmanın dermanı “divanlar”, yek vücudun birer bileşkesi olarak aynı davaya hizmet etmiş müesseseler olmuştur. “Medrese-tekke-divan” şeklinde formülize edilen üçlü müessese, Seyyid Taha Hakkarî (ö. 1853) eliyle Nehri’de; Seyid Sıbğatullah Arvasî (ö. 1870) eliyle Ğayda’da ve Şeyh Abdurrahman-ı Tağî (ö. 1886) eliyle Norşin’de tatbik edilmiş ve etkilerini günümüze kadar devam ettirmiştir.
İlmî bir payeye karşılık gelen “Seyda”, “Seyda Tağî” ve “Üstad-ı azam” lakaplı Şeyh Abdurrahman-ı Tağî, mahdumu “Hazret” lakaplı Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî (ö. 1924) ve “Mâlâ Seyda/Mâlâ Hazret” olarak anılan bu aile; ilim ve irfân faaliyetlerini yokluk ve yoksulluklara, kıtlık ve savaşlara, sıkıntı ve sancılara, baskı ve krizlere rağmen kesintiye uğramadan günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
Yüzlerce halifenin ve sayısız gönül erbabının yetişmesine öncülük etmişlerdir. Norşin’in bağrından çıkan ilim ve irfan yuvalarından bazıları şunlardır: Zokayd Tekkesi (Siirt), Ohin Tekkesi (Bitlis), Çokreş Tekkesi (Erzurum), Hezan Tekkesi (Diyarbakır), Taşkesen Tekkesi (Erzurum), Hazne Tekkesi (Suriye), Karaköy-Telilun Tekkesi (Muş-Suriye), Kırtıloğlu Tekkesi (Erzincan), Abiri Tekkesi (Muş) ve Cezne Tekkesi (Batman).
Norşin merkezli bu dergahlar, genelde Türkiye, özelde Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan Suriye’ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada sahîh bilgiyi, sâlih ameli ve ahlaklı yaşamı yurdun en ücra köşelerine kadar iletmiş; devrim nitelikli değişim ve dönüşümlere aracı olmuş; toplumun hassasiyetlerine, ihtiyaçlarına, beklentilerine ve uyuşmazlıklarına çözüm mekanizmaları üretmişlerdir. Bu erdemliler topluluğu, gerek Osmanlı devletinden Cumhuriyet dönemine geçisin sancılı sürecinde, gerek Kurtuluş savaşının sıkıntılı yıllarında ve gerekse de Cumhuriyetin totaliter döneminde kahramanlıklar ve üstün başarı örnekleri göstermekten de geri durmamışlardır.
Norşin medresesinin ve tekkesinin son dönem temsilcilerinden biri, bilge ve münevver kişiliğiyle temayüz eden ve birkaç gün önce vefat eden Seyda Şeyh Nureddin Mutlu’dur.
Şeyh Nureddin Norşinî (ra.); marifeti, ferâseti, dehası, sehâveti ve şecâatıyla oldukça zor şartlarda ve koşullarda eşsiz hizmetler ifa eden babası Şeyh Masum’a (ra.) muvafık olarak ve çizgisi doğrultusunda, bir taraftan himayesine aldığı müderrisleriyle medresesinde yüze yakın ilim talebesi yetiştirmiş; bir taraftan Türkiye’nin dört bir tarafından Norşin’e akın eden insanlara otantik ve huzur veren divanında, ayrı bir lezzet veren bereketli sofrasıyla mihmandarlık etmiş, bir taraftan da “nefsi terbiye ve tezkiye etmek”, “benliği mâsivadan arındırmak” şeklinde tasavvur edilen sahîh tasavvuf anlayışına rehberlik etmiştir.
Merhûm Şeyh Nureddin Efendi, öngörüsü ve ufkuyla farklılığını hissettiren entelektüel birikime sahip biriydi. Bildiğim kadarıyla medreselerde müfredat ve usûle yönelik kaçınılmaz birtakım değişim ve dönüşümlere parmak basmakta, pragmatist ve sakîm tasavvuf anlayışına karşı çıkmaktaydı. Bu bağlamda medreselerin prestij arayışına, tasavvufun şöhret yarışına girdiği günümüz kutuplaştırıcı hizipçiliğinden hoşlanmaz, asgari müşterek gâyenin “ilâyı kelimetullah” ve “hizmet-i imâniyye” olduğu bilinciyle her tür meşrepten insanlara müsamahalı yaklaşır ve uzlaştırıcı/birleştirici bir misyon üstlenirdi. Kendisini emsâllerinden farklı kılan ufuk açıcı öngörüsü, özgün bakışı ve akılcı muhâkeme yetisinin yanında şerîatın, hakîkatin ve tarîkatın kıstaslarından ve güzelliklerinden ödün vermezdi.
Seyda Şeyh Nureddin, şuurlu ve mümince bir duruşu dikkat çekmekteydi. “Hakkı hak bilip ona tabi olma, bâtılı bâtıl bilip ondan uzak durmaya” gayret ederdi. Gözden düşme, itibar suikastçılarının hedefi olma ve istenmeyen adam ilan edilme pahasına bile olsa doğruluktan ve doğrulardan taviz vermez, haksızlığa boyun eğmez ve birileri için hakkı-hakikati eğip bükmezdi. İyiliği emreden ve kötülükten sakındıran mutedil ve munsif bir topluluğun varlığının zaruretine binâen, bilge kişilerden ve kanaat önderlerinden müteşekkil sağduyulu seçkin bir zümrenin haksızlıklar, yanlışlıklar ve olumsuzluklar karşısında suskunluğu tercih etmelerine ve gerçeği haykırmamalarına anlam vermezdi. Hâsılı hâlis, muhlis, sözü özü bir dosdoğru bir mümindi.
Kadirşinas halkımız dinine, ahlakına ve kültürüne bu denli emek vermiş güzide bir ailenin emeklerini her vakit takdir etmiş ve böyle bir aileyi baş üstünde tutmayı bilmiştir. Şeyh Abdulkerim’in şehadetinin kamu vicdanında oluşturduğu geleyân ve feverân, Şeyh Nureddin’in ve Şeyh Muhammed Emin’in vefatının kalplere çökerttiği hüzün kasveti, bunlara mukâbil halkın bu musibetler karşısında gösterdiği yoğun teveccüh ve sergilediği istikrarlı reaksiyon, Seyda/Hazret ailesinin değerlilerini yitirmeyi hazmedememek olduğu kadar, kendilerine biçilen lokomotif direnci sürdürme istencini de yansıtmaktadır
Norşin’de Şeyh Abdulkerim (ra.) ve Şeyh Muhammed Emin Efendi’nin (ra.) ardından bir güneş daha batmıştır. Batan güneş, kış güneşi olsa da ve yeniden doğması için uzun bir gecenin üzerinden geçmesi gerekse de batan her bir güneşin aydınlatan bir doğuşu da vardır elbet. Şeyh Maşuk Norşinî (ra.), babası Şeyh Masum (ra.) vefat ettiği zaman, halifesi Şeyh Fudayl Zokaydî’ye (ra.) şunu söylemiştir: “Seyda ailesi seni dinliyor ve seviyor. Kendilerini ilme teşvik etmek amacıyla kendilerine bir mektup yaz.” Ben de kendilerine ittibâ ederek bu ailenin asıl mesleğinin ilim/tedrisât olduğunu ve sadece bununla değer kazandıklarını, çocuklarını bu şuur ve özenle yetiştirmeleri gerektiğini âcizane hatırlatmak isterim.
كذلك تنشأْ لينة هو عرقها ֎֍ وحسن نبات الأرض من كرم البذر
Onun, kökü olduğu bir ağacın dalları da aynı şekilde iyi yetişir.
Yeryüzünde yeşeren bitkilerin güzelliği, tohumun kalitesindendir.
Şeyh Nureddin Mutlu (ra.), fâni dünyanın ızdırabını, yokluğunu, kederini, zahmet ve meşakketini iliklerine kadar yaşayarak hizmetini ve vazifesini tamamladı. Şimdi ise paydos ve terhis alarak ecrini ve ücretini almak, rahat ve rahmete kavuşmak üzere bâki olan âhirete irtihâl etti. Cenab-ı Allah, rabbanî üstadımıza rahmet eylesin, derecesini âli etsin, onu Nebîler, sâlihler ve şehitler zümresiyle haşir eylesin. Rabbimizden duamız, onların yerlerini alacak hayırlı halefler yeşertmesidir. Şüphesiz ki her nefis, kaçınılmaz ve kaçılmaz olan ölümü tadacaktır. Dirilten de öldüren de O’dur.