RİSALEHABER
Şeyh Said ve arkadaşları idam edilişlerinin 97. yıldönümünde anılıyor. Şeyh Said ile ilgili tartışmalar her zaman olduğu gibi yıldönümünde de devam ediyor.
Peki olayın aslı nedir? Şeyh Said neden böyle bir kalkışmaya yol açtı? Onu bu kalkışmaya iten siyasi ve sosyal nedenler nelerdir? İngiliz ajanlığı iddiaları doğru mu? Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said’in “bana destek ol” çağrısına nasıl cevap verdi?
Bütün bu sorular ve benzerlerine cevabı Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden merhum Abdülkadir Badıllı ağabey vermişti. Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı eserinde konuyu ayrıntılarıyla ele alan Badıllı ağabeyin çalışmasından bazı bölümleri yayınlıyoruz.
SAİD NURSİ, ŞEYH SAİD HAREKETİNE DESTEK İSTEYENLERİ KESİN BİR DİLLE REDDETTİ
1924 yılının sonbahar mevsiminin son aylarıydı. Üstâd Hazretleri dağdaki hayatını aynı minval üzere inziva içinde tesbih ve münacatlarla sürdürmekteydi. Yalnız cuma günleri, daimi adeti üzere namaz için Van’a iner, Cuma namazını eda eder, tekrar yine dağa dönerdi. O sıralarda Şeyh Said hareketinin ön çalışmaları başlamıştı. Bu harekete din adına katılıp katılmama hususunda istişare için Üstâd Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ne bir çok müracaatlar vaki’ olmaktaydı.
Hazret‑i Üstâd, 1913 yıllarında İttihadçıların Hürriyet mefhumunu yanlış bir uygulama ile, istedikleri şekilde keyif ve heveslerine göre yorumlayarak gösterdikleri hareketleri sonucu, bazı büyük me’murların ve kumandanların İslâm dinine ters düşen sefihane fısk ve davranışlarına karşı, direnme ve karşı koyma ve onları tanımama ile başlayan Bitlis ve çevresinde Hizan’lı Şeyh Selim’in kumandasındaki isyan hareketine katılıp katılmama mevzuunda danışanlara, Hazret‑i Üstâd’ın o zaman onlara verdiği cevablar ve ettiği nasihatların aynısı gibi cevab veriyor ve nasihatlar ediyordu. Hatta Bitlis hadisesinde Şeyh Selim’in yakın adamları ve bir rivayette Üstâd’ın eniştesi Molla Said bile, Van’a kadar gelip; Üstâd Bediüzzaman’a kendilerine katılması için müracaat ettiklerinde, Hazret‑i Üstâd onlara kesinlikle red cevabını verdiği gibi; o hareketten vazgeçmeleri için lâzım gelen ikaz ve nasihatları da yapmış, din adına öyle bir harekete girişmenin kat’iyyen caiz olmadığını söylemiştir.
BU ORDUYA KARŞI KILINÇ ÇEKMEM
Üstâd Hazretleri bunlara, Bitlis hadisesine katılanlara ettiği nasihatlarının mahiyeti neydi?
Bizzat Üstâd Bediüzzaman’ın ifadesinden dinliyoruz:
“Eski Harb‑i Umumi’den evvel ben Van’da iken, bazı dindar ve müttakî zatlar yanıma geldiler, dediler ki: “Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et, biz bu reislere isyan edeceğiz.”
Ben de dedim: O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılınç çekemem ve size iştirak etmem dedim. O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi...”
BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI SAYESİNDE ŞEYH SAİD DOĞUDA UMUMİLEŞMEDİ
İşte Şeyh Said’in hadisesinde de; Bitlis, Muş, Hakkâri, Ağrı ve Van dolaylarındaki bir çok Şeyhler, hocalar ve aşiret reisleri, Üstâd Bediüzzaman’a müracaatlarında, onlara özetle, daha önceleri aynı gaye ve aynı his ile harekete geçen Şeyh Selim’in adamlarına ettiği nasihatları aynen tekrarlamış, ikaz ve irşadda bulunmuştur. Hazret‑i Üstâd’ın o kesin tavrı ve nasihatları sayesinde Şeyh Said’in hareketi şark’ta umumileşmemiş, mevzi’î kalmıştı.
KÜRDÜN TÜRKE KARŞI İSYANI DEĞİLDİ
Şeyh Said hadisesi hakkında bir çok kitaplar yazılmış ve bazı kitaplar da bu mevzuya uzun yorumlarla genişçe yer verilmiştir. Mes’elenin bir tarafında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ve onun başında M. Kemal Paşa.. Öbür tarafında bu hükümete baş kaldırmış, isyan etmiş insanların başında Şeyh Said vardır. Hadiseyle ilgili kitap yazanların muvafıkı da, muhalifi de, sadece hadisenin isyan yönünü, özellikle Kürdün Türke karşı bir hurûcu şeklinde ele alındığı için, çeşitli yorumlara tabi’ tutulmuş ve renk verilmiştir. Amma hadisenin gerçek sebeb ve mahiyeti hakkında herhangi bir şey yazılmamış veya yazılmaktan çekinilmiştir. Hatta dindar ve sağcı kesim de aynı şeyleri tekrarlamış durmuşlardır. Kimisi Şeyh Said’in hareketini Kürtlük ve Türklük şeklinde yorumlamış, kimisi bir ecnebi ajanı şeklinde, karışıklık çıkarmakla vazifeli bir şahıs olarak göstermiştir. Dediğimiz gibi, dindar kesim dahi, böylesi yorum yapanlara uyarak, aynı şeyleri yazmaktan çekinmemiş ve Şeyh Said’i, bir Türk düşmanlığı hareketinin lideri olarak görüp göstermişler ve bu arada her türlü tahkiri revâ görmüşlerdir.
KÜRT İSYANI VEYA ECNEBÎ PARMAĞI HESABINA BÖLÜCÜ BİR HAREKET DEĞİL
İşte hadisenin hareket noktasının sebeb ve mahiyetiyle vuzuha kavuşturulmamış olmasından ve üstünde yapılan yorumların da meseleyi çetrefilleştirdiğinden dolayı; bu günkü bölücü ta’bir edilen Kürtçülük akımı hadiseye sâhip çıkmakta ve Şeyh Said’i ‑asılsız bir şekilde‑ kendilerine bir hareket lideri sayarak sâhib çıkmaktadırlar.
Bu mevzuda söz söyleyen tahrifçi ve eyyamcı tarihçilere bir sözümüz yoktur. Fakat bunların izinden gidip taklid yapan tahkiksiz dindar kesimin o tür telâkkileri, ma’nevi büyük mes’uliyetleri mucib olduğunu bilmeleri gerekli olduğu kanaatindeyim.
Evet, Şeyh Said hadisesini, ‑Siyasî yaltaklanma içerisindeki eyyamcı tarihçiler gibi‑ mücerred bir Kürt isyanı veya ecnebî parmağı hesabına tahrikçi, bölücü bir oyuncak şeklinde anlayıp anlatanların sözlerinde tarihî hiç bir değer olmadığı kat’idir. Zira, eğer hadise anlatıldığı şekilde, Türklere karşı bir Kürt isyanı şeklinde olmuş olsaydı; Birinci Cihan Harbi’nin hemen akabinde daha çok fırsatlar var idi. Bir taraftan İngilizler İslâm âlemini bölük‑pörçük etme plânını her tarafta tatbika koymuşlarken, Ruslar da Ermenilere sûrî bir istiklâliyet verdiği sıralar da, bazı Kürt reislerine de aynı şeyin va’di ortalıkta gezerken ve böylece zaman ve zemin tam müsaid olduğu bir zamanda teşebbüs edilmiş olması icab ederdi.
HÜKÛMETİN ÇIKARTTIĞI BAZI KANUNLARINA VE TUTUMLARINA KARŞI BİR TEPKİ, BİR İTİRAZ VE BİR DİRENİŞ HADİSESİDİR
Halbuki bakıyoruz ki, hadise; Cumhuriyet Hükûmeti, tüm memleketin fedakâr insanlarının her türlü fedakârlıklarıyla kurulmuş ve memleket artık yabancı işgalcilerden temizlenmiş olduğu bir zamanda vuku’ buluyor. Böylece, Şeyh Said hadisesinin geliş seyri kesinlikle bize bildirmektedir ki; onun hareketi, sâdece hükûmetin çıkarttığı bazı kanunlarına ve tutumlarına karşı bir tepki, bir itiraz ve bir direniş hadisesidir. Çıkan kanunların kısmen dinî inanç ve akidelere ters düşmesinin bir reaksiyonudur. Örneğin: Mart 1924 tarih ve 431 sayılı kanun ile, hilâfetin ilgası vesaire gibi... Hem aynı tarihlerde veya az sonraki senelerde, Türkiye’nin bir çok yerinde birçok insanlar, hükûmetin çıkartmış olduğu bazı kanunları dinî inanç ve akidelerine zıd görmüş ve o yüzden bir çok aileler vatanlarını terk edip hicreti ihtiyar etmiş olduklarını görüyoruz.
Mesela: 1925 senesi içinde çıkan şapka Kânunu’nu, dinine, akidesine ters düştüğünü gören, başta İstiklâl şairimiz Mehmed Akif gibi bir çok dindar ve hamiyetperver insanlar, vatanlarını terk edip başka memleketlere göçettikleri herkesin malûmudur. Bazı müttakî alim insanlar da, ölünceye kadar evlerinden dışarı çıkmadılar. Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi gibi... Şimdi bile Şam’da, Medine’de, Mısır’da, Libya’da o zamanlar çıkan kanunlar yüzünden hicret etmiş ailelere rastlamak mümkündür.
Hem Türkiye’de kitleler halinde şapka Kanunu’na karşı tepki gösterip direnenler çok olmuştur. Mesela, 14 Kasım 1925 Sivas’ta. 25 Kasım 1925 Erzurum’da.. 27 Kasım 1925 Maraş’ta.. 28 Kasım 1925 Rize’de.. 29 Kasım 1925’te yine Sivas’ta büyük direnişler ve ayaklanmalar olmuştu. Erzurum’da hadise üzerine sıkı yönetim ilân edilmiş, seksen kişi hapis edilmiş, bunların bir kısmı da i’dam edilmiştir. Rize’de de seksen iki kişi tutuklanmış, sekizi i’dam edilmişti. Keza Ankara ıstiklâl Mahkemesi de, şapka Kanunu’na karşı direnen bir çok yerde tutukladıkları yirmi yedi kişiden bazılarını i’dam etmişti. İskilipli Atıf Hoca bunlardandır.
Hülâsa: Şeyh Said Hadisesi, çıkan bazı kanunlara karşı din va akidelesinin hassasiyeti hesabına gösterilen bir tepkiden başka bir şey değildir. Türk’e karşı Kürtlüğün bir hurûcu ise asla ve kat’a değildi.
ŞEYH SAİD; DİNDAR, ALİM VE NAKŞİBENDÎ ŞEYHiYDİ AMA HAREKETİ YANLIŞTI
Evet, bir kere merhum Şeyh Said; dindar, alim ve sofi bir zat olup Nakşibendî Şeyhlerindendi. Hatta ehl‑i velâyet bir zat olduğunu, onun zamanından sağ kalıp gelen bazı alimler nakletmişlerdir. Elbette böyle âlim, dindar, müttaki, hatta velî bir zat; ırkçı, bölücü, yahut ecnebî oyuncağı olamazdı. Amma hareketinin muharriki olan içtihadı hatalıydı, metodu yanlıştı, denilebilir.
ŞEYH SAİD’İN BEDİÜZZAMAN’A MEKTUBU
Şeyh Said’in hareketi patlak verdikten sonra; artık Şeyh Said ister istemez hadisenin içine girmiş bulundu. Dolayısıyla kendisini dinleyenleri yardıma çağırmaya başladı. Tabii ki, harb tekniğini bilmez köylü, acemi halk kitlesinden ibaret bir miktar insan etrafına toplandı. Hükûmet kuvvetleriyle yer yer bazı çatışmalar devam ediyordu. Şeyh Said, Bediüzzaman Hazretlerini de kendisine yardım etmeye çağıran bir mektup gönderdi. Mektubun mahiyeti; Bediüzzaman’ın Şark’ta (Doğuda) büyük nüfuza sahip olduğundan, başlatmış olduğu hareketine yardımcı olursa, muvaffak olabileceğini yazıyordu ve onu davet ediyordu. Bediüzzaman Hazretleri de, ona mektupla cevap verdi. Şeyh Said’le olan bu mektuplaşma hadisesini, ilk önce 1946 yıllarında İnebolu’lu Selâhaddin Çelebî yazdı ve ifşa etti. Bu yazı, “Bediüzzaman’ın Tarihçe‑i Hayat’ından Bir Hülâsadır” başlığı altında makale gibi bir şey idi. Hazret‑i Üstâd, Selâhaddin Çelebi’nin bu yazısını evvelâ bir lahika mektubu şeklinde neşrettirdi. Bilâhare de, Osmanlıca Asa-yı Musa mecmuasının İnebolu nüshalarının arkasında dercettirdi. Daha sonra, aynı yazıyı Isparta’da teksir makinasiyle çoğaltılan İslâm yazısı Asa-yı Musa’nın da ahirine ‑az bir tensikten sonra‑ dercettirdi.
Selâheddin Çelebî’nin Makalesinin İlk Metni
Bismihi Sübhanehü
(Üstâdıma son yapılan tazyik münasebetiyle yazılmıştır) ihtiyar, dermansız, eşsiz ve dostsuz, senelerdir inzivaya çekilmiş, ikamete me’mur ve daimi tarassut altında bulunan yetmişlik bir âlim, yirminci asrın hem Bediüzzaman’ı hem garib‑üz zamanı... Tercüme‑i haline kısaca bir nazar.
…
İlk 8, madde Üstâd’ın hayatının özetini çıkarttıktan sonra, Selâhaddin Çelebi Şeyh Said hadisesiyle ilgili Üstâd’ın onunla mektuplaşmasını şöyle kaydediyor:
9‑Şark isyanında Şeyh Said onun Şark’taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettiği zaman, cevaben: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk‑Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehid vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına (‑Türk milletine‑) kılınç çekilmez ve ben de çekmem” diye hem reddetmiş, hem de neticesiz bir mücadeleden vazgeçmesini işaret buyurmuştur. İsyan hitamında Şark’ın ileri gelenlerini uzaklara ikamete nakilleri münasebetiyle, kendisi de Isparta’da ikamete me’mur edilmişti.“
Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar da: “Üstâd’ın Şeyh Said’e yazdığı mektub, bilâhare Şeyh Said esir alındığında üzerinde bulunmuş ve Diyarbekir İstiklal Mahkemesi dosyalarına konulmuştur. Mektub halen İstiklal Mahkemesi dosyalarının içinde, Şeyh Said’in dosyasında mevcuttur” diyordu.
BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH SAİD’E YAZDIĞI MEKTUP VE ONUN HAREKETİ HAKKINDA BAZI SÖZ VE BEYANLARI
1‑ 1935 tarihinde Eskişehir mahkeme müdafaanamesinin bir bölümünde hadise hakkında şunları kaydeder:
“Salisen: Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat‑ı Sitte namındaki eserim ile mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim, gidişatları benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. Bizimle beraber çalış dediler. Dedim: Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz. Fakat size de ilişmez.
Evet ilişmedim.. Ve ilişenlere değil iştirak, değil temayül, belki teessüf ettim. Çünkü an’anat‑ı milliye lehinde isti’mal edilebilir acib bir dehay‑ı askerîyi, an’ane aleyhinde bir derece çevirmeye maalesef bir vesile oldu...”
Hazret‑i Üstâd’ın bu beyanından da anlaşılmaktadır ki; Şeyh Said’in hareketi tamamen dinî inanç hissine tebaen vuku’ bulmuştur, başkaca bir şey değildir. Onun hareketi din namına olmakla birlikte; lâkin bir içtihad hatasıyla harekete geçmiş olduğundan, kesinlikle tasvib etmediğini de ifade etmiş bulunmaktadır.
2‑ Yine Eskişehir müdafaanamesinden:
“Şark hadisesi münasebetiyle nefy edilmem, iddianamede iştirâkimi ihsas ettiği cihetle, cevab veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiç bir meşruhat yoktur. Sırf ihtiyat yüzünden nefy edildiğim hükûmetçe sabit olmuştur...”
Bu parağrafta hakikatta olduğu gibi, Hazret‑i Üstâd’ın Şeyh Said hadisesiyle hiç bir ilgisinin bulunmadığını göstermektedir.
3‑1948’de Afyon Mahkemesi müdafaanamesinin bir bölümünde şöyle der:
“...Avam‑ı ehl‑i iman onu (şapkayı) giymeye mecbur olduğu zaman, o büyük allâmelerin adem‑i müsaadeleri; avam‑ı ehl‑i imanı tehlikede bıraktı. Ya’ni: Ya bir kısım münafıklar gibi dinini bırakmak.. Veya Vilâyât‑ı şarkiye’de isyanlar gibi isyan etmek vaziyetinde iken...“
Üstâd’ın bu ifadesinden de anlaşılıyor ki; şark’ta vuku’ bulan Şeyh Said’in hareketi, şapka kanunu gibi dinî inanç ve akidelerine ters düşen, benzeri kanunlara karşı bir tepki ve bir reaksiyondur.
4‑ Yine, Şeyh Said’e yazılan mektub hakkında, Hazret‑i Üstâd’ın tashih ve tasdikinden geçmiş haricen yazılan bir başka delil:
Afyon mahkemesi müdafi’lerinden Avukat Ahmet Hikmet Gönen’in yazdığı temyiz müdafaasının bir bölümünde: “...Keza şark vilâyetlerinde vaki’ isyanlara iştirak etmemesi ve teklif edenlere “Bin seneden beri Kur’ân’ı taşıyan bir millete kılınç çekemem, siz de çekmeyin” şeklinde cevab vermesi yine da’vamızı ispat eder.”
Üstâd Hazretleri, Avukat Hikmet Gönen’in bu parağrafının içerisindeki bir cümlesini kendi eliyle ve kalemiyle şu gelecek şekilde tashih ederek kabul etmiştir, aynen şöyle: “Bin seneden beri Kur’ân’ı kahramancasına taşıyan ve hizmet eden bir millete kılınç çekemem, siz de çekmeyiniz.”
5‑Üstâd Hazretlerinin küçük kardeşi Molla Abdülmecid Efendi kendi hatıra defterinde hadise hakkında şunları kaydeder:
“Şeyh Said hadisesinde, Van’da vali ve kumandan Sabri Bey’le birlikte, hadisenin dağılmaması için bir itfaiye vazifesini görmüştür.”
6‑ Vanlı Molla Hamid’in Ağabeyisi Abdullah Ekinci ise, bu mevzu’da şunları söyler: “Şeyh Said isyanında Üstâd Van’da idi. İsyan haberi Ankara’ya yanlış aksetmiş, Üstâd’ın da isyan ettiğini zannetmişler, çok telâş etmişlerdi. Süleyman Sabri Paşa, Nurşin camiine Seyda’nın yanına geldi, bu yanlış durumu Üstâd’a bildirdi. Ve “Seyda bunu tekzib edelim, böyle bir yanlışlık olmuş” deyince Üstâd: “Lüzum yok tekzib etmeye. Zaman bunu tekzib edecektir.” dedi.
Bu hadise gibi, Molla Hamid’in Kör Hüseyin Paşa ile ilgili hatırasında da geçtiği üzere, bir ara Ankara’dan gelen bir telgrafın emriyle Üstâd’ın imhasını iş’ar etmiş iken, Süleyman Sabri Paşa’nın verdiği cevab hadisesi bu vak’ayı te’yid etmektedir.
7‑Yine aynı mevzu ile ilgili olarak; Üstâd Hazretleri Van’da iken, Kur’ân hizmetiyle meşgul olduğu müddetçe, ehl‑i dünyanın ilişmelerinden mahfuz kaldığını kaydetmek vesilesiyle şöyle demektedir:
“...Bu biçare Said, Van’da ders‑i hakaik‑ı Kur’âniye ile meşgul olduğum miktarca, Şeyh Said hadisatı zamanında vesveseli hükûmet, hiç bir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi.. Vakta ki, “Neme lazım” dedim, kendi nefsimi düşündüm, ahiretimi kurtarmak için Erek dağında harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebebsiz beni aldılar, nefyettiler...”
Hazret‑i Üstâd’ın bu beyan ve i’tirafından da anlaşılmaktadır ki; Şeyh Said’in hadisesiyle onun hiç bir ilgisi olmamıştır. Onun içindir ki; Şeyh Said hadisesinin neticesine yakın bir zamana kadar, hükûmet ona hiç bir şey dememiş, ilişmemiştir.
8‑ Şeyh Said’e Üstâd tarafından yazılan mektub hususunda Hazret‑i Üstâd’dan yapılan şifahî tek bir rivayet vardır. O da N. Şahiner’in, Doç. Dr. Nureddin Topçu’nun küçük kardeşi Hayreddin Topçu’nun hatıralarında kaydettiği rivayettir. Hayreddin Topçu şöyle demiş:
“Üstâd bana Şeyh Said’den bahsetti. Onun hareketinden hiç memnun değildi.” Mektup yazdım, “sakın bir harekete girme” dedim. Ne yazık ki menfi harekete girdi...” dedi.