İnnacaelna maallelardiziyneten leha lineblüvehüm ahsenü amela. Ve innalecailun maaleyha saidan cürüza. / Vemaalhnayatütdünya illa laibün ve hahvün.
“Yeryüzünde ne varsa Biz dünya için bir süs olarak yarattık ki insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye imtihan edelim. Onun üzerindeki herşeyi Biz elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz. (Kehf) Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.(Enam)”
Birçok meale baktım, yukarıdaki ayetin meali değişmez bir kalıpla anlatılmış. Bediüzzaman bu meallerde tek anlamlara sıkışmış olan manaları yukarı doğru gelişen ve büyüyen bir merdiven perspektifiyle anlatmış. Onyedinci sözün açılışındaki bu ayet-i celilenin manası ile sözün izahı arasındaki bağlantıyı zihni zorlayarak kurmaya çalıştım. Marifet benim onu aramam değil Bediüzzaman’ın ayete getirdiği manalar silsilesinin benim kısır mantığıma hapsolmamasıdır.
Bediüzzaman şumülün sınırlarını bildiği için ayetlerin meallerini vermiyor, çünkü insan o meallerden o anlamları çıkaramaz, bu her zihnin hakkı değildir.
Bediüzzaman Hazretleri Kur’an’ın anlatımındaki ve tefsirindeki anlam muhitini anlatmak için Muhakemat isimli ünlü eserinde bir Hadis’i nakleder.
“Tenbih
Hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin herbirinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahum yoktur. Fakat iştibahı intaç eder. Nasıl daire-i esbab daire-i akaide karıştırılsa, ya tevekkül namıyla bir betalet veya müraât-ı esbab namıyla bir i'tizali intaç eder. Öyle de, devair ve meratip tefrik olunmazsa, böyle neticeleri verir.”
Şimdi meallerin yaptığı ile yukarıdaki Hadis-i Şerif’in çizdiği bizim sadece okumakla yetineceğimiz mana okyanusu muhiti arasında büyük ve bizim ihata edemeyeceğimiz bir boyut var. İşte Bediüzzaman eserlerinde bu Hadis’in şumülüne ve muhitine uygun anlamlar verir, bu yüzden ayetlerin meallerini vermek yanlış olur. Üstad ve eazım talebesi bu sırra uygun hareket etmişlerdir.
Eserin başında Bediüzzaman ayeti açıklamasında Allah’ın dünyayı bir bayram, bir şehrayin suretinde yarattığını anlatır. Kim için bayram ve şehrayin, ervah ve ruhaniyat için.
Sonra o bayramı bütün isimlerinin nakışlarının garipleriyle (garaib-i nukuşuyla) süslendirip yani evi süslüyor.
Daha sonra seyircilere geliyor sıra. Seyircileri seyredecek alet ve cihazatla ve duygularla yüklüyor, beş duyu veriyor. Bunu anlatıyor: ”küçük büyük, ulvi süfli her bir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve inamattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-ı cismani verir, bir defa o temaşagaha gönderir.”
Bayram yerleri süslenir, dünya da bayram yeri olunca o da süslenir. Sonra geçit resminde geçecek seyirciler bayramı seyredecek uzuvlarla, aletlerle süslenir. Gözler takılır, kulak eklenir, gözün arkasına hisseden bir akıl yüklenir, eller ve beş duyu bayram hazırlığıdır. Doğan çocuk bayrama hazırdır artık.
Şu mana aşağıdaki cümlede anlatılır. Allah bu uzuvlarla insanı ve canlıları yükler kendi de ondan bir kutsal bir hazz-ı manevi alır. Seyirciyi hazırlar ve seyrettiklerinden haz duyar hem kendi hem de seyircisi, seyircisinin seyrettiğinden, hem de kendi seyrettiğinden.
“Madem icadsız ve sûrî bir küçük san'at, san'atkârının ruhunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandırırsa, elbette bu mevcudatın Sâni-i Hakîmi, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin envâıyla sadâ veren ve ses verip teşbih eden ve zikredip konuşan bir musiki-i İlâhiye ve bir fabrika-i acibe yapmakla beraber; kâinatın herbir nev'ini, herbir âlemini ayrı bir san'atla ve ayrı san'at mucizeleriyle göstererek zihayatların kafalarında bir fonoğraf, bir fotoğraf, birer telgraf gibi çok makineleri, hattâ en küçük bir kafada dahi, yapmakla beraber; herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer âyinesiz fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten gelen iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi mânâları ve rububiyetin bu nev'inden olan ulvî şuûnâtı, elbette ve herhalde bu faaliyet-i daimeyi istilzam eder.”
Bak burada daha harika biçimde seyircinin hazırlanışı var. Muhayyirül ukul bir insan şu Bediüzzaman. Başka bir boyutta yaşamış, bizim boyutumuz ne kadar dar ve müziç. Bize hayatı O’nun, mülk sahibinin adına seyretmek için ne kadar bize itina etmiş, alemi süslemiş, sonra bizi seyirci olarak hazırlamış, bayram yerine göndermiş. Hayret ne hayret.
“Sonra حَسْبُنَا daki نَا da bulunan ene'ye, yani nefsime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu'cizâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş.”
Aşağıdaki cümlelerde bayram yerinin bayramın bölümü tasnifi, ayrımı var. Kelimeye bizim kafamızdaki bayram kavramından ne kadar genişlik getirmiş, onun kafasındaki kelimeler, bizim lügatlerimize sığmaz. Kelimelerin Bediüzzaman’ın kafasındaki boyutu bir farklı lügat olur.
“Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt'alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt'ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhassa rû-yi zemin, hususan bahar ve yaz zamanında, masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bircazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.” cazibedarlık görünüyor. Ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir.”
Hepimiz bir bayram yerindeyiz seyirci locasında kainatın sahibi ve bizler resmi geçitteyiz, güzel elbiseler ve intizamlı geçişle. Bu şuurla bir büyük nazarın denetiminde ve kontrolünde yaşamak, nebiler ve veliler niye öyle itina göstermişler? Bediüzzaman ayak ayak üstüne atmamış neredeyse. Eynessera minessüreyya. Takvanın bir şubesi haya ve utanmak. Ne güzel dertlene dertlene anlatır.
Haya sıyrılmış inmiş öyle yüssüzlükki her yerde
Ne çirkin yüzleri örtermiş meğer bir incecik perde
Vefa yok ahde hürmet hiç, emanet lafzı bi medlul
Yalan raic hıyanet mültezem her yerde hak meçhul
Böyle demiş Akif hazretleri.