Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), İbrahim Sûresi 19-23. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
19-Görmedin mi, muhakkak Allah, gökleri ve yeri elbette hak ile (yerli yerinde) yaratmıştır. Eğer dilerse sizi (helâk edip) giderir de (yerinize) yepyeni bir halk getirir.
20-Hem Allah’a göre bu zor bir şey değildir!
21-Ve (kıyâmet günü onlar) hep birlikte Allah’ın huzûruna çıkarlar da zayıflar, büyüklük taslayanlara der ki: “Doğrusu biz size tâbi‘ idik; şimdi siz, Allah’ın azâbından herhangi bir şeyi bizden def‘ edebilecek kimseler misiniz?” (Onlar da) derler ki: “Eğer Allah bizi hidâyete erdirseydi, (biz de) sizi elbette hidâyete sevk ederdik. (Artık) sızlansak da sabretsek de bizim için birdir; bizim için kaçıp sığınacak bir yer yoktur!”
22-Nihâyet (hesabları görülüp) iş(leri) bitirilince şeytan (onlara) şöyle der: “Muhakkak ki Allah, size gerçek bir va‘d ile söz verdi; (ben de) size va‘d ettim; fakat size sözümde durmadım. Bununla berâber benim için sizin üzerinize (zorlayacak) bir güç yoktu; (*) sizi sâdece çağırdım (siz de) hemen (ve hiç sonunu düşünmeden) bana uydunuz. Öyle ise beni kınamayın; bil‘akis kendinizi kınayın! (Bugün artık) ne ben sizin kurtarıcınızım, ne de siz benim kurtarıcımsınız! Daha önce (dünyada iken) beni (Allah’a) ortak koşmanızı doğrusu ben (bu gün) inkâr ettim.” Şüphesiz ki o zâlimler yok mu, onlar için (pek) elemli bir azab vardır.
23-Îmân edip sâlih ameller işleyenler ise, Rablerinin izniyle, içinde ebedî kalıcılar olarak, altlarından ırmaklar akan Cennetlere konulmuşlardır. Onların orada birbirlerine sağlık temennîleri: “Selâm (sizin üzerinize olsun)!” (duâsı)dır.
(*)“Suâl: Şeytanların kâinatta îcad (yaratma) cihetinde hiçbir medhalleri (müdâhaleleri) olmadığı, hem Cenâb-ı Hakk rahmet ve inâyetiyle (yardımıyla) ehl-i hakka tarafdar olduğu (...) hâlde, hizbü’ş-şeytanın (şeytan tarafdarlarının) çok def‘a ehl-i hakka galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanların şerrinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?
El-cevab: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile (çoğunlukla) dalâlet ve şer, menfîdir, tahribdir, ademîdir (yokluğa âiddir), bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidâyet ve hayır, müsbettir, vücûdîdir (varlığa dâirdir), i‘mardır, ta‘mîrdir. Herkesçe ma‘lûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binâyı, bir adam, bir günde tahrîb eder. Evet, bütün a‘zâ-yı esâsiyesinin (esas uzuvlarının) ve şerâit-i hayâtiyesinin vücûduyla (hayat şartlarının varlığıyla) vücûdu devâm eden insanın hayâtı, Hâlık-ı zü’l-Celâl’in (celâl sâhibi yaratıcının) kudretine mahsus olduğu hâlde, bir zâlim, bir uzvunu kesmesiyle, hayâta nisbeten ademî olan mevte (ölüme) o insanı mazhar eder. Onun içindir ki, اَلتَّخْر۪يبُ اَسْهَلُ [Tahrib daha kolaydır] durûb-ı emsâl (atasözü) hükmüne geçmiştir.” (Lem‘alar, 13. Lem‘a, 71)