Kur’an’da Allah meleklere insana secde etmeyi emreder, herkes secde eder, şeytan gururlanır. Bu olay Bakara suresinde anlatılır: “Meleklere 'Âdem'e secde edin' dediğimizde, İblis hariç hepsi secde etti." (Bakara Sûresi, 2:34)
Burada secde kelimesi insanın fizyolojik ve ruhi olarak farklı yaratılmış olmasından dolayı onun bu kabiliyetinin çok yönlülüğünü meleklere kabul ettirmek anlamındadır. Melekler de bunu yapmışlardır, yani insanın kabiliyetinin kendilerinden farklı olmasına tavır almışlardır ama şeytan gururundan bunu kabul etmemiştir. Aslında bu yaratılış denen kıyamete kadar sürecek büyük senaryonun başında şahısların ve ilişkiler ağının ortaya çıkması içindir, bu büyük tiyatro için insanın bir kabiliyet olarak tescili lazımdır. Elbette her görsel ve dramatik oyunun bir kötü adamı vardır, çünkü kötü adam başarının zembereğidir, o da şeytandır. Cennette hazırlanan kurgu insanın ve şeytanın "haydi gidin rollerinizi üstlenin" demek gibidir, sahnenin açılışıdır.
Allah'ın en harika sanatı olarak bu olay bir secde ve secdeden kaçınma tarzındadır. Buradaki secde bizim günlük hayatımızdaki secdeden farklıdır,
Bunu Bediüzzaman izah eder:
“Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilâfet için bir mu’cizesi olan tâlim-i Esmâdır ki, bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki..."
insan yeryüzüne halife olacaktır, ama bu halife olmak için Allah’ın bütün başarıların prospektüsü olan esmasının bilinmesi ve talim edilmesi gerekir. Çünkü dünyada herşey esmanın tezahürüdür. İnsanın isimlerin muhtevalarının mahiyetine dercedilmesi olan bu olağanüstü olayın, kurgusu şeytan ve adem arasındaki vakadır. Bediüzzaman buna hadise-i cüziye diyor, küçük olay, ama sonuçları açısından büyük çok büyük bir vakadır.
"Nev-i beşere câmiiyet-i istidad cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envâına muhît pek çok fünûn ve Hàlıkın şuûnât ve evsâfına şâmil kesretli maarifin tâlimidir ki; nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semâvât ve arz ve dağlara karşı emânet-i kübrâyı haml dâvâsında bir rüçhâniyet vermiş ve heyet-i mecmûasıyla Arzın bir halîfe-i mânevîsi olduğunu Kur’ân ifham ettiği misillü "Melâikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, şeytanın secde etmemesi" olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikati ihsâs ediyor"
İnsana camiiyet-i istidad yani dünyada ve sayısız vakada en makul tavrı alması için bir kabiliyet yüklenmiştir. Ona yüklenen bu kabiliyet bir şekilde ortaya çıkmış, insan cennetin tek düze hayatınından mücadelenin yeri olan dünyaya gönderilmiştir. Çünkü cennet hakedilmek içindir, git buraya ademoğlunu hazırla denmiştir kendisine.
"Şöyle ki:
Kur’ân, şahs-ı Âdem’e melâikelerin itaat ve inkıyâdını ve şeytanın tekebbür ve imtinâını (kaçınmak) zikretmesiyle; nev-i beşere kâinatın ekser maddî envâları ve envâın mânevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin hasselerinin bütün istifadelerine müheyyâ ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nevin istidâdâtını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire (şerli vakalar kişiler) ile onların mümessileri ve sekene-i habîseleri (kötü sakinleri) o nev-i beşerin tarîk-ı kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, birtek Âdem’le (a.s.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor."
Bediüzzaman yukarıda insan, melek, şeytan üçlüsünün hayatın büyük kadrosu olduğunu, şer ile hayrın mücadelesini insana bağlayan bir genişlikte anlatıyor. Elbette iyilik ile kötülük, şerle hayır arasındaki mücadelede melekler de rol sahibidir. Nedir rolleri? Onu Bediüzzaman melekler bahsinde anlatır, onlar dünyada hayatın denetleyicileri, canlı hayatın köntrolörleri, büyük tiyatronun arşiv memurları, insanın sadık koruyucularıdırlar.
Secde bahsi devam edecek...