Mahşerde Şeytan’dan şikâyetçi olanlara, Şeytan mealen diyecekmiş ki, “ben bir müvesvis olarak size, sadece vesvese verdim; oysa peygamberler ve varisleri sizlere bağıra bağıra doğru yolu tebliğ ettiler. Siz niye onları değil de beni dinlediniz?” Tabi ben biraz süsleyerek söyledim. Ancak Şeytan buna yakın ifadelerle kendini suçlayanları şiddetle tekzip edip tard edecek. Aslında Şeytan burada bize bir şeyi işaret ediyor. O da şu; “Şeytandan daha tehlikeli olan nefs-i insandır. Zira nefis, emmarede kalıp hevaya yapışırsa Şeytanın boyunduruğu altına girer. Yok eğer mutmain olup hüdaya yapışırsa o zaman Şeytan bir halt edemez. Böyle bir insanı Şeytanın zayıf vesveseleri tesiri altına alamaz.
Şeytan bir bakıma haklı da yani. O sadece vesvese veriyor. Vesvesenin mahiyeti bilinirse, Şeytanın telkinatları akim kalır. Bediüzzaman hazretleri, Şeytan’ın vesveseleri konusunda şöyle der: “EY MARAZ-I VESVESE İLE MÜPTELÂ! Biliyor musun, vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür; küçük görsen küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir; mahiyetini bilsen, onu tanısan, gider. İşte böyle bir anlayışla vesveseye yaklaşırsak, sinek vızıltısı gibi tesiri hafifleşir. Aksi takdirde nefis ipin ucunu Şeytan’a kaptırarak bataklığa çeker ve debelendikçe iyice dibe batar.
Geçenlerde bir muhabir iki satanist gençle röportaj yapıyordu. Hayret ve ibretle izledim. Şeytan’ı “Efendi” olarak niteliyorlardı. Efendi dedikleri muzır Şeytan’ın askerleri olarak tebliğ yapıyorlarmış. İçlerinden biri, papaz cübbesi gibi bir cübbe giymişti. Esrarengiz tavırlarla Şeytan’ı övüyor; onun hâkimiyetinden bahsediyordu. Birden röportaj yapan muhabirin göğsüne elini koydu, gözlerini kapatarak bir şeyler mırıldandı ve, “Gece efendi rüyana gelecek” dedi. Tam bir hezeyan. Çok yazık. Kim bu gençleri böyle iğdiş ederek iğfal etti. Bu nasıl bir eğitim sistemi ki, gençleri raydan çıkararak böyle sapık fikirlerin kölesi haline getiriyor?!!
Bizde de suç var tabi. İslam’ı gereği gibi yaşayıp tebliği edemiyoruz demek ki. Eğri ağaçtan doğru gölge olmuyor. Yine Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan (gayri Müslimlerden) fevc fevc (İslamiyete) dâhil olacaklardır.”
Yine bir röportajdan bahsetmek istiyorum. Bir başka muhabir, yoldan çevirdiklerine “hadesten taharet nedir?” diye soruyordu. Dindar görünen kişiler bile doğru cevap veremiyordu. Hiç tahmin edemeyeceğiniz tipten insanlardan doğru cevap verenler oldu. Şimdi durup düşünmek lazım. Tesettürlü bir bayan veya sarıklı cübbeli bir gence bu tür sorular soruluyor ve doğru cevap alınamıyorsa; bu çok vahim bir durumdur. Biz sadece şekilsel olarak veya ataerkil bir anlayışla mı İslam’ı yaşıyor ve temsil ediyoruz? Yani İslam’ın künhüne vakıf olmadan ve İslamî hakikatleri sindirmeden mi başkalarına tebliğ ediyoruz? Bu beyin yakan suallerin cevabını kim verecek?
Bir de sözde ilahiyatçı geçinen din tağyircileri var ki, tahrip kalıpları gibi İslamî konularda hezeyanlarını savurup duruyorlar. Bu tür naylon ilahiyatçılar insanları Müslüman olmaya değil de İslam dairesinden çıkmalarına gayret sarf ediyorlar. Allah’a, Peygamberimize, Kur’an-ı Kerim’e olmadık iftiralar ve bühtanlar sarf ediyorlar. Binler nefrin ve teessüfler bu tür sözde ilahiyatçılara. Allah’a çok şükür ki, Risale-i Nur gibi muhteşem bir Kur’an tefsiri var da biz dinimizi o eserlerle öğrendik. Yoksa bu sahte ilahiyatçıları dinleseydik…. Neyse; bu hamur çok su götürür…
İşin kökenine gidilirse, gerek içimizdeki İslam düşmanları ve gerekse dış düşmanlar, öyle bir sistem yerleştirmişler ki, neresini ellesen elinde kalıyor. Köhnemiş ve çürümüş fikirler aşılanarak genç nesiller afyon koklatılmış zombiler gibi sendeleyip duruyorlar. Batının ne kadar gayri ahlâkî kültür ve adetleri varsa gençlere benimsetilmiş. Tahrip kolay olduğundan ve bu tahribat nefisleri tatmin edici tahrip kalıpları ile icra edildiğinden, genç nesillerin bir kısmı bilerek ve severek bu vartalara düşüyorlar. Tamir etmek ve doğru yola kanalize etmek gayri Müslimleri İslam’a davet etmekten de zor bir hale dönüşüyor.
Sonuçta nefisler hazır zevkleri tercih etmeye müptela olduklarından, bir kısım insanlar, Şeytan’ın tuzağına kolayca düşebiliyorlar. İslâmî hakikatleri tebliğ ederek insanların doğru yola kanalize edilmeleri bu bağlamda oldukça zor bir hal kesp ediyor. O halde, bizim Şeytan’dan ziyade daha çok dikkat edip terbiye etmemiz gereken nefistir. Nefis kontrol altına alınmadıkça Şeytan’ın tasallutundan kurtulmak imkânsız hale gelecektir.