Bir okurum telefondan bana ulaşmış ve benimle yazdıklarımdan yola çıkarak Seyyid Kutup hakkında tartışmaya başlamıştı. Seyyid Kutup’un ‘Amerikan İslamı’ tabiriyle alakalı olarak bir söz aktarmış ve ardından bu söylemin veya tabirin İran malı haline geldiğine değinmiştim. Okurum Seyyid Kutup’tan herhangi bir nakilde bulunmamı yadırgıyordu. Kazara batılı bir filozoftan aynı aktarmayı yapsaydım belki de oralı olmayacaktı. Bana Seyyid Kutup’un mason olduğunu ileri sürüyordu. Zihnimi kurcaladım ama böyle bir bilgiye sahip olmadım kanaati ağır bastı.
Okurum saygı sınırlarını aşmış tereciye tere satmaya başlamıştı, tersledim ve telefonu kapattım. Bunlar da Ehl-i Sünneti Seyyid Kutup’u paylamak olarak ele alan ve görenlerden. İslam tarihini ele alırken elbetteki Seyyid Kutup’un ve Mevdudi’nin ideal namına bazı isabetsiz yaklaşımları olduğunu söylemek mümkün. Bu bir cihetle zamanında İkinci Abdulhamid Han’a karşı çıkan ulemanın tavrına benzetilebilir. Elbette burada kişileri karşılaştırıyor; raşit halifelerle İkinci Abdulhamid Han’ı da aynı kefeye koyuyor değiliz. Bununla birlikte hürmeti kırmadan tarihle alakalı olarak bazı tahliller yapılabilir. Söz konusu okurumuz Seyyid Kutup hakkında mason yakıştırmasında da bulunmuştu. Artık sözün bittiği sınırlarda dolaşıyorduk. Yine de dilim döndüğünce bunun Cemaleddin Afgani için geçerli olduğunu Seyyid Kutup için böyle bir bilginin olmadığını söyleyebildim. Ama kabil-i hitap olmadığı açıktı.
Elbette Seyyid Kutup’u hatasız görmek mümkün değil. Lakin hatasını hızlı bir biçimde kavrayanlardan ve ardından da evvablar gibi seri olarak çark edenlerdendi. 1952 devriminin ilk sıralarında devrim ideoloğu olma pozisyonundadır. Bununla birlikte Hasan Hudeybiz gibi Nasır’ı ilk keşfedenlerdendir. Sonrasında da bu keşfin bedelini hayatıyla ödemiştir. Fas Adalet ve İhsan Cemaati Lideri merhum Abdusselam Yasin 1967 yenilgisini bir iki yıl evvel Seyyid Kutup’un idamına bağlamış ve alimlerin kanının zehirli olduğunu hatırlatmıştır. İlminde ve bilgisinde ve görgüsünde hatalar olabilir lakin sağlam idealleri olan bir Müslümandı. Canı pahasına kimseye boyun eğmemiş ve mezarından bile zorbaları titretmiştir.
*
Hapishanede tefsirini yazmaya devam etmiştir. Bu yönüyle selefi olan İmam Sarahsi gibi alimlerin sünnetini ihya etmiştir. Darbeci Sisi’nin kültür bakanı yaptığı Hilmi Nemnem Seyyid Kutup’u hicvetmek ve karalamak için ‘kem söz sahibine aittir’ misali aslında kendini teşhir eden bir kitap kaleme almıştır. Hilmi Nemnem, Mürsi döneminde Seyyid Kutup’un kabrinden Mısır’ı yönettiğini söylemiş ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mürsi’yi Mahmut İzzet gibi Kutupçu olarak tanımlamıştır. ‘Seyyid Kutup: Dönüşümlerin Biyografisi’ adlı eserinde onu tezatların odağındaki şahsiyet gibi göstermeye yeltenmiştir. İşte bu kitabında Hilmi Nemnem, Seyyid Kutup’u masonluğa intisap etmiş ve bununla iftihar eden bir kişilik olarak tanıtmaya çalışıyor. Ardından da kaleminin keskin ucuyla kılıç gibi insanların kimliklerini biçtiğini ve tekfir ettiğini ileri sürmüştür. Masonluktan sonra U dönüşü yapan Seyyid Kutup’un tekfirci bir kimliğe büründüğünü de ileri sürmüştür. Hilmi Nemnem Kutup’un Hasan el Benna’dan da nefret ettiğini ve ona ‘Hasan Sabbah’ yani Haşhaşilerin lideri olarak hitap ettiğini ya da nitelendirdiğini ileri sürmüştür. Burada Nemnem gibiler rol dağılımı yapıyorlar. Seyyid Kutup karşısında Hasan el Benna’yı kayırır gibi görünürken esasında diğer kalemler de Hasan el Benna’nın etini çekiştirmektedir.
Hasan el Benna’yı İngiliz ajanı, tekfirci diyen birçok selefi ve karşıt cepheden laik eğilimli kişi var. Meşrep taassubu ve kinle hareket eden Selefi dailerinden Muhammed Raslan ulusalcıların belgeleriyle konuşarak Hasan el Benna’nın cemaatini kurmak için İngilizlerden para aldığını ve İngiliz ajanı olduğunu söylemektedir. Meşrep taassubu ile laik fedailik Kutup karşısında ortak cephe haline gelmiştir. Halbuki, Amerikan belgeleriyle Amerikalılardan ve CIA’dan para alan (Muhammed Celal Keşk gibilerinin kitaplarıyla da sabit olduğu üzere) onu idam eden Nasır olmuştur.
*
Seyyid Kutup ile Hasan el Benna’yı karşı karşıya getirmek isteyenler ikisini ayrı ayrı halletmek istiyorlar. Muhammed Raslan’a ilaveten Servet Hirbavi gibi İslamcı eskileri (ex İhvancı), dönekler kervanı yolcuları Hasan el Benna için ağza alınmayacak sözler ve sıfatlar sarf ediyorlar. Hilmi Nemnem Seyyid Kutup’u tekfirci ilan ederken Samih İd de rol dağılımı gereği bu ithamları Hasan el Benna üzerinden sürdürmektedir. Resail et Tekfir/Tekfir Risaleleri adını verdiği kitabında Hasan el Benna’yı bir tekfir terminatörü olarak lanse etmektedir. Hilmi Nemnem, Hasan el Benna’yı Hasan Sabbah’a benzettikten sonra Seyyid Kutup’un onu daha sonra abkeri/deha/dahi sıfatıyla andığını ifade etmektedir. Önceleri Adap edebiyatının duayeni olarak anılan Taha Hüseyin’e meftun olduğunu ardından onu oryantalistlerin çömezi olarak nitelendirdiğini ifade etmektedir. Bu örneklerle Hilmi Nemnem’in Seyyid Kutup’u tezatlar içinde yüzen birisi olarak göstermeye çalıştığı aşikardır. Bu suçlamalara başka kuyruklar da eklemektedir. Çapsız, intihalci sıfatları bunlardan birkaçıdır. İslam’da Sosyal Adalet kitabından yola çıkan Nemnem onun Pers tarzı üzerine bir Şii olduğunu ileri sürmektedir. Belli ki her yolla Seyyid Kutup’u itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Nemnem Şia’da imamet doktrini yerine Seyyid Kutup’un hakimiyet doktrinini öne çıkardığını, geliştirdiğini ve imamet yerine ikame ettiğini savunmaktadır.
Hazreti Ebubekir ile alakalı önemli bir kitap kaleme alan Ali Tantavi ise haklı olarak Seyyid Kutup’un ayrıcalıklı bazı özelliklerini hatırlatmaktadır. Bunlardan birisi Kur’an-ı Kerim’in edebi icazını ortaya koymasıdır. Kur’an’da Edebi Tasvir kitabı Allah’tan Seyyid Kutup’a mahz-ı fazl-ı ikramdır, bir fütuhattır. Seyyid Kutup bununla Kur’an hazinelerinden birisini elde etmiştir. Daha önce kimseye bu ilahi armağan nasip olmamıştır. Hilmi Nemnem bununla da kalmamış Seyyid Kutup’u bel altından ve uçkur üzerinden vurmaya çalışmış ve kadınlara eğilim duymadığını nazara vererek onu cinsel sapkınlıkla suçlamıştır. Bekarlığından bir sapkınlık üretmeye çalışmıştır. Halbuki Abdulfettah Ebu Gudde’nin de hakkında müstakil bir eser yazdığı gibi bazı peygamberler mücerred yaşadıkları gibi (İsa/Yahya Aleyhisselam gibi) İbni Teymiye’den Bediüzzaman’a kadar birçok ulema da aynı tarzı sürdürmüş, aynı şekilde yaşamıştır. Davaları izdivaçları olmuştur. Onlar Arafat gibi bu sözü pazara kadar değil mezara kadar sürdürmüşlerdir.
Bununla birlikte Seyyid Kutup ve İbni Teymiye keskin mizaçlıdırlar. Bununla birlikte hem Bediüzzaman hem de İbni Teymiye keskin mizaçlı olmalarına rağmen bu onların müşfik taraflarını zedelememiş, gölgelememiştir. İbni Teymiye de kendisine zulmeden ve hakkında yalan söyleyenleri bağışlamış ve bütün Müslümanlara hakkını helal etmiştir. Gücü yettiği halde intikam alma dürtüsüne düşmemiş, kapılmamıştır. Muhalifi fukaha karşısında Sultan Kalavun’un dürtülerine alet olmaktan kaçınmıştır. (İbni Teymiye ve Öteki, Cemal Sultan, Al Musruyyun30/07/2007) Nemnem, Seyyid Kutup’u kompleksli bir kimse olarak tanıtmıştır.
Günümüzde Bediüzzaman’ı Nazilerle anmaya çalışan Ayşe Hür gibiler Mısır’da da vardır. Onlar da Hasan el Benna’yı Nazilerle anmışlardır. Gam değil. Onlar zalimlerin payandası değil mazlumların yarı olmuşlardır.
Hilmi Nemnem, Mısır’ın fıtri olarak dindar değil fıtri olarak laik olduğunu ileri sürmüştür. Fıtri dindarlığı temsil edenleri de karalama tahtası yapmıştır.
Elbette Seyyid Kutup’u anlamadan eleştirenler çoktur. Nasirüddin Elbani onu vahdet-i vücut mesleğine arka çıkmak ve destek vermekle suçlamıştır. Safinaz Kazım başka bir cihetle eleştirirken Halis Çelebi ise Fizilal’de tekrara düştüğünü savunmuştur. Elbette eleştirilerin bir kısmında haklılık payı bulunabilir. Bu kadarı kadı kızında da olur.