Sezai Karakoç müteaddid yerlerde Bediüzzaman’dan etkilendiğini söylemiştir, şimdi bunları eserlerinin üzerinden bir yorum yapmak gerekiyor. Sezai Karakoç içtimai ve sosyal meselelerin sanatçısı değildir. Onun yazdıkları şöyle hâkimane bir bakışla yorumlanırsa Bediüzzaman’ın dini temalarının etrafında dolaşmıştır.
Bediüzzaman eserlerinde en çok üzerinde durduğu bir tema Ahiret, Haşir temasıdır. Sezai Karakoç’un Kıyamet Aşısı isimli eseri bu doğrultudadır. Onun Kıyamet Aşısı isimli kitabın ilk denemesi, inanmış insana bir kıyamet ve öldükten sonra dirilme şuuru vermek istemesindendir. Bediüzzaman da Haşir Risalesi’nde bir fırtına geçirmiş ve ahiretin varlığına ve inanılmasına dahi münkirane gerekçeler arayan nesillere ahiretin varlığını kainat müşahadeleriyle anlatmak için yazılmıştır. Sezai Karakoç’un muhatabı ise inanmakta tereddüd eden veya inanmayan insan değil inanan ancak düşünmeyen mülahaza etmeyen insandır. Bediüzzaman Haşir Risalesi’nde iki arkadaşı konuşturarak ahiret inancını güçlendirmeye çalışır. Sezai Karakoç ise müslümana hitap eder. “Müslüman vücudunda bir kıyamet taşıyan ötenin sarsıntısını duymamış kişilere bir kıyamet aşılayan ve onları en şiddetli bir kıyametle sarsan bir kıyamet adamıdır.“ (9)
Bediüzzaman ise şöyle ifade eder: “Evet madem ezeli ve ebedi bir Allah vardır, elbette saltanat-ı uluhiyetin sermedi bir medarı olan ahiret vardır. Ve madem bu kainatta ve zihayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rububiyet-i mutlaka vardır ve görünüyor. Elbette o Rububiyetin haşmetini sükuttan ve hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran elbette bir dar-ı saadet bulunacak ve girilecek.”
Karakoç, Sabrın Zekatı isimli denemesinde sabrı anlatır. Müslümanlarda sabrın zorunluluğuna dikkat çeke. “Neden biz müslümanların başarıları bu çağda hep kesik kesiktir? Bir yatır sabrına her birimiz tek tek ulaşamadık ta ondan. Çünkü sabır, başarının tohumudur. Eseri verimlendiren, yeşerten sağ ve diri tutan odur.” (10)
Bediüzzaman da sabrı etraflı anlatır. “İnnellahe maessabirin”in izahını yapar. Cenab-ı Hakkın inayet ve tevfiki sabırlı adamla beraberdir. Çünkü sabır üçtür, biri masiyetten kendini çekip sabretmektir. Bu sabır takvadır innallahe maelmüttakin sırrına mazhar eder.
İkincisi musibetlere karşı sabırdır ki tevekkül ve teslimdir. İnnellahe yühibbül mütevekkilün, innellahe yühibbil sabirin şerefine mazhar ediyor ve sabırsızlık ise Allah’tan şikayet tazammun eder. Ve efalini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar.”
Karakoç, sabra peygamberlerden örnekler verir. “Akşamlar çökerken Yakup Peygamber koyun postunun üstünde Yusuf’tan sabırla bir haber beklerdi. Tarlalarda, dağlarda, ovalarda, Yusufcuklar sabır sabır diye öterdi. Yusuf’sa bir kuyudan, köle kervanından zindanlardan geçerek saraya doğru sabırla yol alıyordu, ilkin kuyunun taşları düşüyordu. Sonra ışık beliriyordu, sonra da güneş. Hazret-i Musa’ya peygamber görünmez dünyada, Şuayb peygamber de görünür dünyada sabır öğretmenliği yapmıştı. İşte o sabır bilgisiyle Kızıldeniz’i yarmıştı Musa Peygamber.” (12)
Bediüzzaman oruçtan bahseder, hikmetlerini anlatır. “Ramazan-ı Şerifteki Orucun çok hikmetleri, hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam- ilahiyenin şükrüne bakar hikmetleri vardır.”
Oruçla sabrı, beklemek ile bağlantıyı anlatır. “Ramazan-ı Şerif’te ise ehl-i iman birden muazzam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelinin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın ‘Buyurunuz’ emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkarane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı vüsatli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.”
Karakoç ay örneği ile anlatır orucu. “Oruç içimizde batmayan bir ayın geceden gündüze taşınmasıdır. Bir Ramazan gününün saatleri ilerledikçe içimizdeki ay büyür büyür, ilkin kurumuş bir hurma dalı kadar ince sonra bir karın kaşlı hilal. Sonra tam yuvarlaklığını alır. Zaferlerin tam bedir hali olan Bedir savaşının isminin kelimeler dünyasında ayın mükemmellik haline teşbih edilmek gibi bir hikmeti yok mudur dersiniz?” (18)
Bir olay nakleder Muhyiddin-i Arabiden. “Muhyiddin–i Arabi Hazretleri aya fazla bakılmasını öğütler. Ay ışığı yüze zehir, fakat sırta şifadır” der. Aslında bu zehir zehir değil şifanın şiddetle ve ansızın yoğun olarak gelişinden doğma bir çarpılıştır. Güzelliğin şiddetle çarpmasıdır, ay çarpması.” (18)
Karakoç miraç ile namaz arasında bağlantı kurar. Bediüzzaman da Mirac’ı yine inanmayan, uzak gören bir tipe hitab eder, onu inandırmaya çabalar. Çünkü onda inandırmak önemlidir, vaka yönü ayrıdır tabii.
Bediüzzaman’da marazilik esastır, dünya 18. yüzyıldan itibaren maddenin istilasına uğramış geleneksel dinlerin tesirleri maddenin, fiziğin tesiri ile neredeyse kaybolmuştur. Bugün İskandinav ülkelerinde dinsizlik çok yüksek orandadır. Bediüzzaman sosyolojik ve dini bir perspektifle toplumlardaki bu maddi bakış açılarını iyi etüd ettiğinden hep marazi tiplere hitab eder. Haşir Risalesi’nde bir kişi marazlıdır, ahireti anlamaz. ”İnanmam hiç mümkün müdür ki bu memleket harab edilsin. Başka bir memlekete göç etsin” dedi. Adamın tavrı diğer arkadaşının tesbiti ile inad ve temerrüddür. Eserlerinde muhatab inanmayan insanlardır veya tereddüd eden insanlardır ama Karakoç inanan insanlara hitab eder. Temalar aynı ama ele alış tarzları farklı.
Korku konusunda Bediüzzaman şöyle der: “İnsanda en mühim ve esaslı bir his hiss-i havftır. Dessas zalimler bu korku damarından çok istifade etmektedirler, onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehli dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalaletin propagandacıları avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar. Evhamlarını tahrik ediyorlar. Çok ehemmiyetsiz evhamla ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta bir sinek beni ısırmasın diyerek yılanın ağzına girer.”
Bediüzzaman korkuyu bir psikanalist gibi yorumlar bahsettiği yerlerde. Karakoç “Korkutmak sakındırmaktır, korumaktır, muştulamak da, hep iyi bir ufka çekmek, ilerletmektir. Peygamberler hep korkuttular, muştuladılar. Hz. İsa yalnız muştuladıysa neden onu öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Hz. Musa yalnız korkutsaydı, İsrail nasıl olur da peşine takılır ve çöllere giderdi? Peygamberlere hep kalk ve korkut denmiştir.” (30)
Tevbe konusunda Bediüzzaman “nefsini ittiham eden kusurunu görür, kusurunu itiraf eden, istiğfar eder, istiğfar eden istiaze eder, istiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurun görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Kusurunu itiraf etmemek büyük bir noksanlıktır ve kusurunu görse o kusur kusurluktan çıkar, itiraf etse afva müstahak olur.”
Karakoç ise “Tevbe bize günah işlemek kuvvetini de ondan dönmek kudretini de veren Allah’ın karşısına çıkartır. Yüreğimizin en samimi titreyişiyle önünde titrediğimiz ve secdeye kapandığımız Allah günahı bizden rüzgarın tozu toprağı süpürmesi gibi uzaklaştırır” der. (37) Tevbenin tesirini anlatır.
Namaz ve huzur konusunda Karakoç, “Müslüman her zaman Allah’ın huzurunda namazda da namazın dışında da, iyilik işlerken de, siç işlerken de.” (40)
Bediüzzaman huzura en iyi tema olarak namazı seçer eserlerinde namazı çok yönlü ve boyutlu olarak anlatır. Dokunuzcu Söz, Dördüncü Söz, Birinci Söz de namaz öncesi huzura varmanın tahlilidir. Yirmi Birinci Söz “Namaz iyidir fakat hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor” sorusuna cevaptır. Onun davası namazın davasıdır, mahkemede devrin otoritesinin huzurunda hep namazın davasını güttüğünü söyler. Çünkü namaz kılmayan o büyük kuşatıcı varlık karşısında titremeyen insan ne beşeri ne de sosyal düzenin hizmetinde olamaz.
Ruhun Dirilişi kitabının başlıkları şöyledir.
Ruhun dirilişi, Dağ Çağrısı, Hazreti Yusuf’un Düşü, Allah ve İnsan, Tapınma, Ağaçlar Ve Mezartaşları, İnsanın Düşmanları ve Şeytanın Köleleri, Geçmişte Ve Geleceklere Doğru İnanç, Gökle Yer Arasında İnsanın Anlamı, Yaratılış Sırrı, Allah’a İnanma Bir Müjdedir, Ölümden Sonra Kalkış.
Bütün bunlar Bediüzzaman ve Karakoç perspektifinden transkritice edilecek bahislerdir.