Türkiye, zirvelerinde fırtınaların eksik olmadığı ülke...
Dalganın biri bitmeden bir başkasıyla derin uçurumlara savrulursunuz. Son günlerin cehennemî gürültüsünün kaynağı: sezeryan ve kürtaj...
Başbakanın sezeryana karşı çıkıp kürtajı cinâyet olarak vasıflandırması bu kan ve irin çanağından beslenenleri harekete geçirmiş, günlerdir çığlık çığlığa saldıracak yer arıyorlar. Maksatları: önlerindeki kan ve irin çanağına dokundurtmamak.
Önce sezeryandan başlayalım mı? Anadolu kadınını doğum kontrolüne ikna etmeye çalışan batılı sırtlanların yerli simsarlarının karşısına aşamayacakları bir hisar dikilir: İslâmiyet... Anadolunun Müslüman kadını, bütün bu fettan dil dökmelere, ikna gayretlerine: “Ama günahtır, Allah’ın iradesine karşı çıkmaktır... Böylesi bir günahı nasıl işlerim?” diye karşı koyar...
İslâm nüfusunu kontrol altında tutmaya yemin etmiş Batılı sırtlanlar, kalb ve vicdanların bu muhkem hisarını aşamayacaklarını farkedince çâreyi cephe değiştirmekte ve daha sinsî tertiplerde ararlar: Sezeryan...
Anne olmanın bütün heyecanı ile kapılarını çalan genç Anadolu kadınına doktor kılıklı Batıperest işbirlikçilerin suret-i hak takınmış yegâne tavsiyesi: sezeryan... Çünkü üzüntü içinde anlattıklarına göre, ya çocuğun boynuna kordon dolanmıştır tabiî dünyaya gelişle boğulacaktır, ya da günü geçmektedir biraz daha beklenecek olursa çocuk ölecek, mazaallah zehirlenme sebebiyle annesini de ölüme götürebilecektir...
Zavallı anne adayı çok fazla düşünebilecek durumda olmadığı gibi, direnebilecek bilgiye de sahib değildir... Hayatını kaybetmeyi göze alsa bile çocuğunu kaybetmeyi göze alamaz. Üstelik sezeryanın ağrısız sancısız olduğu da kulağına fısıldanmıştır... İster istemez boyun büker: Sezeryan tamamdır...
Her sezeryan hastahâne ve doktora hatırı sayılır miktarda para kazandırmakla kalmaz, ilaç ve medikal sektörü de bu kan ve irinden nemalanır... Bu tuzağın Türkiye için sadece özel hastahane sahipleri ve doktorların tabiî para hırsı beslemez. Başbakanın ima ettiği gibi ,arkasında yabancı mihrakların çirkin emelleri de olabilir. Sezeryan başına bu çevrelerden hastahane veya doktorlara bir para akışının tasavvuru ürperticidir ama maalesef uzak ihtimal değildir. Bu ihtimal Türkiye’yi sezeryan birinciliği alçaklığına düşüren kuvvetli bir amil olabilir.
Kısacası, Başbakan haklı: Sezeryan cezaî müeyyidelerle kontrol altına alınmalı; sezeryan tavsiye edilmiş anne adaylarına devlet bedelsiz bir kontrol imkânı temin etmelidir. Özel hastahanelerin sezeryana mahkûm etmek istediği anne adayı için sezeryan gerçek bir ihtiyaç değilse söz konusu hastahanenin de doktorun da hukukî belâsı verilmelidir.
Kürtaj meselesine gelince!
Başbakan, “Uludere gibi cinâyettir!” diyor, kürtaj için... Yerden göğe kadar haklı: Kürtaj alçakça bir değil, bin cinâyettir. Bin cinâyettir çünkü bu cinâyetin arkasında bir çok kişinin iş ve düşünce birliği vardır, bir çete cinâyetidir. Üstelik de en mâsum ve en küçük insanlara karşı işlenmektedir.
Kürtaj bir taraftan sezeryanı tamamlayan bir tezgâh; beri taraftan Batı menşeli deni medeniyetin sebebiyet verdiği dehşetli bir ahlâksızlığın üzerine örtülen karanlık bir şaldır. Kürtaj olanların kahir ekseriyetinin evlilik dışı, nikâhsız gencecik kadınlar olması hükmün inkâr-ı imkânsız delilidir.
Evet, milyonda bir kürtaj tıbbî bir zaruret olabilir... Ama bu milyonda bir ihtimalin arkasına milyonları saklamak alçaklıktır. Başbakan’ı uzun zamandır hiç bu kadar gönülden desteklememiş, hiç bu kadar haklı görmemiştim. Allah râzı olsun...
Uludere benzetmesine gelince... Uludere’nin büyük cinâyet olduğunu itiraf etmiş olması noktasından kazançtır... Yanlış olan, gerektiği gibi bu büyük cinâyetin üzerine şu âna kadar gitmemiş olmasıdır. Başbakanı bilmem ama kader bu dehşetli cinâyet ve zulmü görmezlikten gelmeyecektir...
Bugün